AK Parti intihara gidiyor

Ali Ünal: AK Parti intihara gidiyor

Araştırmacı Yazar Ali Ünal, İslam dünyası ve İslami hareketler üzerine yazdığı makalelerle dikkat çekiyor. AK Parti’ye seçim kazandığı dönemlerde bile bazı uyarılarda bulunan Ünal’ın son ikazı hayati nitelikte: “İktidar şu andaki çizgisinde giderse bu onun intiharı olacaktır. Fakat gidecek görünüyor.”

Yıllardır Zaman gazetesinde köşe yazan Ali Ünal, ilahiyat konusunda yetkin bir isim. Kur’ân ve Risale-i Nur merkezli yayımlanmış onlarca kitabı var. Bir Kur’ân meali ve Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında portre kitabı mevcut. Gülen’in yakınında bulunmuş, entelektüel birikimiyle öne çıkan bir aydın. Bir dönem içinde bulunduğu ve fikirleriyle yön verdiği siyasal İslami hareketi de yakından biliyor. Üç yıldır AK Parti’nin gidişatından endişesini dile getiren yazılar kaleme alıyordu.

Geçenlerde Bugün gazetesinde Tarık Toros ‘Olacakları yazan adam’ başlığıyla Ünal’ın geçmişte yazdıklarından alıntılar yaptı. Bu hatırlatmadan yola çıkarak Ali Ünal’ın yazdıklarına yeniden göz attık ve çok önceden süreci sezen Ünal’la bugün yaşananları konuştuk.

-İki-üç yıldır Türkiye’yi sıcak günlerin beklediğini yazıyordunuz. “Türkiye’de çok önemli hadiseler yaşanabilir, fırtınalar kopabilir... Camianın dershaneleri kapatılabilir, tasfiyeler yaşanır.” diyordunuz. Neye dayanarak bu çıkarımları yapıyordunuz?

Kur’ân-ı Kerim’e geçmişte inmiş bir kitap olarak bakarsak onu tarihin derinliklerine hapsetmiş oluruz; o da, karşılığında bize fazla bir şey vermez. Kur’ân, her zaman nâzil olmaya devam eden bir kitaptır. Ondaki kıssalar, sünnetullah denilen, Cenab-ı Allah’ın bir bakıma tarihin akışının kanunları diyebileceğimiz ve temelde değişmeyen çizginin ana hatlarıdır. Tarih, misliyle tekrarlardan ibarettir. İslâm dünyasında son bir buçuk asırdır İslâmî hizmet adına iki ana akım var. Siyaseti hizmetin, hattâ dinin temeline oturtan Neo-Selefî veya İslâmcı akım; bir de tamamen dini esas alan akım. Türkiye’de AKP’yi kuranlar, birinci akım içinde yetişti; hattâ İslâmcı akımın diğer kollarından da öte siyasete yaslandılar. Siyaset temelli İslâm hedefli akımların din adına başarılı olması mümkün değildir. Bütün tecrübelerim, yaşadıklarım ve 35 yıllık çalışmalarım, Hizmet Hareketi’nin Kur’ân ve Sünnet’e en uygunu olduğu konusunda sarsılmaz bir kanaat vermiş durumda. Ama bu yolda Türkiye Müslümanlarının, tarihte olduğu gibi, çetin bir samimiyet imtihanından geçmesi, büyük tasfiyelerin yaşanması kaçınılmazdı. Hadiseler daha da tırmanacak; Hizmet Hareketi içinde bulunanlar için imtihan ağırlaşacak. Bir de, kitlelere gerçekleri teorik olarak anlatamazsınız. Onlar da yaşanan hadiselerle doğruları görecek; kim kimmiş, neredeymiş, ne imiş bunlar apaçık ortaya çıkacak ve çıkıyor.

-2011 tarihinde “Sayın Başbakan, ‘Ustalık dönemi’ diyerek önemli vaatlerle yeniden iktidardadır. Fakat böyle bir dönem ve vaatler, insanı bocalatır.” diyorsunuz. Bugün AK Parti’nin içine düştüğü durum bu mudur?

Hatırladığım kadarıyla, o yazıda üç konuda Başbakan’a âcizane bir hatırlatma yapılıyordu. Bir insan, İslâmî bir çizgi ve hedef üzerinde olduğu iddiasındaysa, İslâm’a göre davranmak zorundadır. Böyle bir davranış, bütün başarıları Allah’tan ve bütün başarısızlıkları nefisten bilmeyi gerektirir. İkinci olarak, gerçek mü’min, başarılar karşısında meyveli dallar gibi eğilir. Bakın, Kur’ân, Peygamber Efendimiz’e (sas), o masum olduğu hâlde, “Sana apaçık bir fetih verdik; geçmiş ve gelecek günahlarını Allah bağışlasın diye.” buyuruyor; yine O’na “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların grup grup Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman Rabb’ini hamd ile tesbih et ve istiğfar et...” buyuruyor. En fazla dikkatli olmamız, en çok istiğfar etmemiz gereken zamanlar, başarılı olduğumuz zamanlardır. Bu çerçevede bir hatırlatma yapmaya çalışmıştım. Ne yazık ki, siyasetin tesiri, etrafındaki bazı insanların ve medyasının da aşırı övgüleri en ufak fayda getirmedi; ama ona da, partisine de, Türkiye’ye de çok zarar verdi ve veriyor.

-Cemaat, AK Parti’yi desteklerken tablonun buraya geleceğini düşünemedi mi?

Fıkıh’ta bir kaide vardır. ‘Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez.’ Mevcut şartlara bakar ve ona göre hükmedersiniz. O şartlarda nasıl davranmak gerekirse öyle davranırsınız. Geleceği bilemeyiz. İkinci olarak, önümüzde bir Uhud örneği var. Efendimiz (sas), belli bir zayiatın olacağını rüyasında görüyor ve bunu bilerek, objektif bir yol ve kaide olduğu için istişarenin sonucuna göre davranıyor. Ve rüyasında gördüğü zayiat gerçekleşiyor. Fakat O böyle davranmakla tenkit edilemez. Çünkü şartlara göre yapılması gerekeni yapmış ve objektif bir kriter olan istişareye göre davranmıştır. Cemaat de farklı davranmadı. Şartlar neyi gerektiriyorsa ona göre davrandı, bugün de aynı davranıyor. Dolayısıyla, Cemaat’in dünkü ve bugünkü davranışında bir çelişki görmüyorum. Ayrıca bir başka prensibin daha varlığını görüyorum. O da şudur: Cemaat’in desteği bir parti olarak AKP’ye değildi. Daha önce de Cemaat’i bilhassa AP’li olmakla, ANAP’lı olmakla, hattâ Ecevitçi olmakla suçluyorlardı. Oysa Cemaat ne dün o partileri destekliyordu veya o partilerdendi, ne de bugün AKP’li oldu. Cemaat, mevcut şartlarda doğru ne ise ona göre davranmaya çalışır, öyle de yapması gerekir. O bakımdan, doğru gördüğü uygulamalara destek verdi. Bugünleri gördükten sonra geçmişi yeniden yaşayabilsek, farklı davranılacağını sanmıyorum.

-Kopuş nerede yaşandı sizce? Dershanelerin kapatılması kararını gerekçe gösterenler var. 7 Şubat MİT krizi diyenler var. Birçok yorumcu kırılma olarak MİT krizini öne sürüyor.

Mesele ne dershane ne de 7 Şubat MİT krizi. Arz etmeye çalıştığım gibi, AKP’deki aslî damar, baştan beri Hizmet Hareketi’ni benimsememiş, ondan ‘biat’ ve kesin katılım beklemiş ve istemiştir. Hizmet Hareketi, tabii ki bunu yapamazdı. Dolayısıyla AKP’deki damar, Hizmet Hareketi’ne hep soğuktu ve onu rakip olarak görüp özellikle son yıllarda onunla kesin rekabete girdi. Kendisini yeterince güçlü hissettiği bir zamanda da Hizmet Hareketi’ni bitirmek için harekete geçti ve 7 Şubat hadisesini bahane olarak kullandı. İkinci olarak, AKP’nin bazı angajmanlar içinde olduğunu düşünüyorum.

-Ne tür bir angajman?

2004 MGK’sında alınan karar ve atılan imzalar, bir angajmanı gösteriyor. PKK’yla varılan Oslo mutabakatı, bir başka angajmandır. 7 Şubat MİT krizinden çok önce, Oslo mutabakat maddelerini uygulamaya koymanın çıkışı olarak ‘demokratikleşme paketleri’ hazırlandığı hem de Sabah’ın manşetinde yer almıştı. Üçüncü olarak, iktidarda bir kirlenme olduğunu görüyoruz. Bunu daha Temmuz 2003’te Ahmet Taşgetiren yazdı; birkaç ay önce daha ağır ifadelerle Dilipak yazdı. Bir yerde kirlenme varsa, orada temiz insanlar istenmez. Hamdolsun ki, ne Hocaefendi’de şimdiye kadar en küçük bir leke ortaya çıkarılabildi, ne de Hizmet Hareketi’nde bir lekelenme. Kısaca, Hizmet Hareketi’ni bitirme kararı çoktan alınmıştı ve 7 Şubat’ta Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması kriz olarak bu bitirmede tetik fonksiyonu gördü.

-Dershaneler Hizmet Hareketi için ne anlama geliyor?

Adı Hizmet Hareketi; neye hizmet ediyor? Dine, ülkeye ve insanlığa. Mensupları için herhangi artı bir menfaat üretmiyor; hep insanlardan alıyor ve fedakârlık üzerine oturuyor. Dershaneler, Anadolu’nun fakir ve orta gelirli ailelerinin çocuklarına eğitimde fırsat eşitliği ve iyi eğitim imkânı sağlıyor; onları, millete ve insanlığa faydalı fertler olarak geleceğe ve dine, ülkeye ve insanlığa hizmete hazırlıyor. Türkiye’yi dünyanın 160 ülkesinde alnının akıyla tanıtan, sevdiren ve Türkiye adına lobiler oluşturan okullara eleman yetiştiriyor. Dershaneleri kapatmak, dine de, ülkeye de, insanlığa da, geleceğe de çok büyük bir ihanet olacaktır.

-Cemaatin geçmişte verdiği tepkilerle bugünkü duruşunu karşılaştırıp şaşıranlar var. Gerçekten farklı ve abartılı mıydı tepkisi.

Söz konusu kirlenmişlik ve Hizmet Hareketi’ni bitirme teşebbüsü karşısındaki kayıtsızlık ve verilen tepkileri yadırgamak, bu kirlenmişlik ve teşebbüsten daha öte bir cinayet. Bir ülke, ahlâk, maneviyat ve değerler ile ayakta kalır, büyür. Korkarım, mevcut kirlenmişlik ve Hizmet Hareketi’ni bitirme teşebbüsü karşısındaki sessizlik bu ülkeye söz konusu kirlenmişlikten daha pahalıya patlayacaktır. Kur’ân, İslâm ümmetinin varlık sebebi olarak ma’rufu emretmek ve münkerden nehyetmeyi zikreder. Münkerlerden nehyedilmeyen bir ülkenin, milletin başına neler geldiği yine Kur’ân’ın pek çok âyetinde takip edilebilir.

-Özellikle parti medyasında ‘Cemaat siyasallaştı’ deniyor. Katılır mısınız?

Aynı kesimler, siyaseti din, dini siyaset olarak gören bu çevreler, Cemaat’i daha önce siyaseti ihmal etmekle tenkit ederdi. Şimdi kendi siyasî menfaat ve ikballerine dokunur gördükleri için siyasallaşmakla tenkit ediyorlar. Cemaat, illegal bir yapı değil. Cemaat’e mensup, taraftar ve sempatizan yüz binlerce insan var; bunlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları. Her vatandaş gibi gerekli donanıma sahip olduklarında elbette devlet dairelerinde görev alabilirler. Önemli olan, bulundukları yerde kanunlara uygun davranıp davranmadıklarıdır. Şimdiye kadar da kanunsuz bir faaliyetleri görülmemiş. Tam tersine, vazifelerin ihmal edildiği bir yapıda vazifelerini hakkıyla yaptıkları için suçlanıyorlar ve Cemaat de siyasallaşmakla tenkit ediliyor. Medya da elbette ülkede olup bitenlere kayıtsız kalamaz. İktidarın takdire şayan icraatını takdir ederken Cemaat siyasallaşmıyor da, hatalarını tenkit edince mi siyasallaşmış oluyor?

 -Cemaat parti kursun diyenler, hattâ Cemaat’in parti kuracağını yazan köşe yazarları var. Mümkün mü bu?

Katiyen kurmaz; hizmet prensiplerine bütünüyle aykırıdır.

-Cemaatlerin siyasetle ilişkisi nasıl olmalı? İslâm tarihine baktığımızda bu nasıl bir seyir izlemiş? Bugün yaşananların tarihte bir örneği var mı?

Kur’ân-ı Kerim’de peygamberliğin üç temel misyonu nazara verilir, ki bunlar, dinî de olan bir hizmetin temelleridir: Birincisi Allah’ın yaratılmış olan âyetlerini, yani kâinatı, insanı, hadiseleri okumak ve zihinleri bu âyetlerle aydınlatmak, inşa etmek (Aklın nuru, fünûn-u medeniyedir). İki; insanların nefislerini tezkiye, kalplerini tasfiye etmek, ruhlarını tenmiye (inkişaf) ettirmek (Tasavvuf’un yaptığı). Üç, insanlara hayatta uymaları gereken Kitab’ı, İlâhî ahkâmı, hikmeti ve dünya ve Âhiret saadeti adına bilmeleri gerekip de bilmediklerini öğretmek (Kalbin ışığı, ulûm-u diniyyedir). Hizmet Hareketi, bu üç temel üzerinde gider. Hizmet Hareketi, bunların tamamını üstlenmiştir, bütüncüldür. Siyasetle münasebeti bu temel hizmetler çerçevesinde nasıl olması gerekiyorsa öyledir.

-17 Aralık yolsuzluk operasyonunu hükümet neden kendisine yönelik darbe olarak gördü? Gerçekten ‘Siyaseti dizayn’ ve ‘Başbakan’ı bitirme operasyonu’ mu?

17 Aralık operasyonu, ortaya çıkan belgelere ve bu belgelere dayanan savcılığın iddiasına göre, iktidar içinde birilerinin birtakım işadamlarıyla işbirliği hâlinde bulaştığı görülen, birden fazla dış bağlantıları da olan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük, en kompleks, yolsuzluk, irtikab ve rüşvet suçlama ve iddialarına karşı, yargısının vazifesini yapma teşebbüsüydü. İktidarın, bütün destekçileri ve medyasıyla birlikte 17 Aralık’tan beri yaptıkları, Anayasa’yı rafa kaldırmaları, hukukun en temel düsturlarını çiğnemeleri, tonlarca yalan ve iftiraları, bu teşebbüsü akim bırakmaya ve bu münasebetle Cemaat’i bitirmeye yöneliktir. Bu da, iddia edilen yolsuzluk, rüşvet, zimmet ve irtikab gibi suçların çok büyük boyutlarda işlendiği konusunda ciddî kanaat veriyor.

-‘Peki, bu yolsuzluk iddiaları neden daha önce gündeme getirilmedi?’ diyenler var.

 Hiçbir itiraz yahut aykırı soru, binbir emaresi görülen yolsuzluk, rüşvet, zimmet ve irtikab gibi suçların işlenmiş olmasının üstünü örtemez. Farz-ı muhal hükümete operasyon gibi bir art niyet de taşısa, yapılan operasyon tamamen yasaldır, hukukidir ve savcıların görevidir. Eğer daha önce yapılması gerekiyordu da yapılmadıysa, hukuka saygılı ve dürüst bir iktidar, savcıları neden geciktirdiniz diye sorguya çekebilir, tenkit edebilir. Kaldı ki, ortaya çıkan belgeler açıkça gösteriyor ki, gerekli takip 2012’de başlamış; demek o zaman farkına varılmış. Türkiye’de Ergenekon belki bir asırdır vardı; ama operasyonu 6-7 yıl önce yapılabildi. Bunu alkışlamak mı lâzım, ‘zamanlama manidar’ deyip, Ergenekon’un faaliyetlerini örtmek mi lâzım?

-Yolsuzluk operasyonunu hükümet ‘paralel devlet’ söylemini ortaya atarak karşılamaya çalıştı. Bu ne kadar doğru ve paralel devletten ne anlamalıyız?

Hiçbir geçerliliği olmayan ve tamamen ortaya çıkan kirlenmeyi gizleme çabasından ibaret bir iddia. Bu yapı, daha düne kadar iktidar tarafından alkışlanıyordu. Çünkü yaptıkları iktidarın işine geliyordu. İktidarın, Başbakan başta, sözcülerinin ve medyasının paralel dedikleri yapı, hattâ bugün en acımasızca kıyıma uğrattıkları yargı ve emniyet mensupları hakkında daha önce söyledikleriyle 17 Aralık’tan bu yana söyledikleri, yazdıkları arasındaki 180 derecelik fark, meseleyi anlamak için kâfi değil mi? İkinci olarak, hakem her zaman hukuktur. Bürokraside, gerekli ehliyete sahip olan herkes yer alabilir ve paralel dedikleri yapının mensubu gördükleri kişileri tayin eden, uyguladıkları kanunları yapan bu hükümettir. Suçladıkları insanlar hakkında dün de, bugün binlerce emniyet ve yargı mensubunu darmadağın ederken de dayandıkları tek bir geçerli ve hukuki delil yok. Cemaat, illegal yapı değil; şimdiye kadar mensuplarının herhangi bir kanunsuz faaliyeti kaydedilmemiş. Neye göre devlet içinde devletten, yani paralel yapıdan bahsediliyor? Sadece yolsuzluklar, rüşvet, zimmet ve irtikab gibi yüz kızartıcı suçlarla ilgili iddialar soruşturulduğu için.

-Yıllarca ulusalcılar tarafından dillendirilen dış bağlantı iddiası bugün AKP’lilerin dilinde. Hizmet’i İsrail ve Amerika’yla bağlantılı göstermek gibi bir çaba görüyoruz. Bir kısım dindarların bu dile sarılmasını nasıl görmeliyiz?

Kimin ABD ve İsrail’le içli dışlı olduğunu biliyoruz. İsrail’i kuran Siyonizm’in mucidi Theodor Herzl tarafından kurulan World Jewish Congress, İsrailli dışında hiçbir devlet adamına vermediği ödülü Tayyip Erdoğan’a verdi. İsrail, şimdiye kadar giremediği OECD’ye bu iktidarın imzasıyla girdi. Pek çok şüphe ile malûl Mavi Marmara’dan sonra da bazıları İsrail’le ticarete devam etti. ABD’nin BOP veya GOP’un eşbaşkanlığını Erdoğan yüklendi, bunu ilan etti, hattâ bu projede görevlerinin olduğunu söyledi. Bir de, retorikte en fazla İsrail ve ABD düşmanlığı yapanlar, aslında genellikle ABD ve İsrail’in kullandığı insanlardır. Meselâ, Arap liderleri içinde retorikte en fazla ABD ve İsrail karşıtı görünen Kaddafi idi. Ama tam tersi bilgiler şimdi ortaya çıkıyor.

-Bir üçüncü elin olduğunu iddia edenler var. AKP’den istifa eden eski bakan İdris Naim Şahin ‘oligarşik yapı’dan söz etmişti.

Bu, herkes tarafından biliniyor ve ifade ediliyor. Başbakan’ın etrafında dar bir çevre partiye de, hükümete de hâkim. Bazı milletvekilleri bazen neyi niçin yaptıklarını bilmeden de ‘parmak indirip kaldırmak’tan başka fonksiyonlarının olmadığını söyledi. Devlet ve iktidar içindeki bu gerçek oligarşik paralel yapının bir gün daha iyi anlaşılacağını umuyorum.

-Siz yine bir yazınızda “Bugün olup bitenleri anlamada ipuçlarından biri İran-Türkiye rekabeti” diyorsunuz. Bu tabloda İran’ın nasıl bir dahli var?

Zaman’da bir yazımda İsrailli bir yazardan iktibasta bulunmuştum: “İsrail ve İran: Ebedî Müttefikler” başlıklı bir yazıydı. Zahirdeki ABD-İran, İsrail-İran kavgası, İsrail’in uluslararası alanda koruma duvarını kalınlaştırırken, İran’da da rejimin korunmasına hizmet ettiği gibi, İran’a İslâm dünyasında aldatıcı bir prestij de kazandırıyordu. NATO’nun gizli terörist örgütü olarak da tanımlanan el-Kaide nasıl İslâm dünyasında ABD operasyonlarına zemin hazırlıyorsa, İran’ın retorikteki ABD ve İsrail karşıtlığı da İran’a İslâm dünyasının bağrında bir Şiî hilâli oluşturmasına yarıyor. Güya ABD ve İsrail’den bağımsız dış politikaları, Türkiye’yi Mısır’dan ve Suriye’den tardetti ve bölgede en sözü geçmez ülke hâline getirdi. İran’a ancak II. Bayezid döneminde Anadolu’da kazandığı nüfuzu bugün Türkiye’de kazandırmış durumda. PKK terörü en yakın vadede en azından özerk bir Kürdistan doğuracak; sonra da Türkiye’de Alevîler adına DHKP-C terörü patlayacak. Türkiye Alevîleri, İran’a ‘Şeriat devleti’ olarak baktıkları için hep mesafeliydiler. Fakat şu anda İran’ın Alevîler üzerinde de büyük nüfuzu oluşuyor. Halk Bankası’nda İran adına kara para aklanma iddiaları ve Rıza Zerrab ismi etrafında yaşananlar, ‘İktidar içinde İran ile hususî maddî-ticarî münasebet ve bağlantıları olanlar mı var?’ sorusunu da akla getiriyor. Mevcut Türkiye-İran münasebetlerinin Türkiye’nin başına -Allah korusun- daha büyük işler açacağı endişesindeyim.

-Hizmet Hareketi’nin İran’a özel bir husumeti mi var?

Hizmet Hareketi’nin hiçbir kimseye, kuruma, hiçbir devlete, ülkeye sadece özel değil, başka türlü de hiçbir husumeti olmaz. Hizmet Hareketi, husumete husumet besler. Eğer Hizmet Hareketi’nin bugün İran devletine karşı bir pozisyonu varsa, bu, İran’ın hem bölgemizde, hem de Türkiye-İran münasebetlerinin Türkiye için oluşturduğu büyük tehlikeler sebebiyledir.

-Bu kavganın en büyük zarar göreni Cemaat diyenler var. Cemaat’in yalnızlaştırıldığını düşünüyor musunuz?

Herkes, samimiyet imtihanından geçiyor. İktidar, Cemaat’i uzun süredir yalnızlaştırmaya, tecrit etmeye çalışıyordu. Ama bu, hangi şart altında olursa olsun daima hakkın, hakikatin, doğrunun, adaletin, dürüstlüğün yanında duranların kaderi olmuştur. Dolayısıyla bazı görüntülere aldanmamak lâzım. Cemaat, samimiyetini koruduğu sürece bu süreçten de güçlenerek çıkar ve Allah’ın izniyle çıkacaktır.

-Başbakan’ın Cemaat’ten “örgüt” diye söz etmesi neye işaret? Bir dava açılabilir mi?

28 Şubat’ta da aynısı yapılmaya çalışıldı. Hocaefendi hakkında çete davası açılırken, iddianame için, davanın arkasında olanlar, “İddianame boş; önce Cemaat’ten bazı tanınmış kişiler kadın gibi, yolsuzluk gibi bazı şeylerin içine itilip halk nazarında itibarsızlaştırılıp, sonra dava açılmalıydı.” dedi. Allah’a şükür, bütün dünyaya yayılmış Cemaat içinde kadınla aldatılmış, hırsız, yolsuz bir kişi dahi bulamadılar. Bugün Başbakan aynı çizgide gidiyor. Cemaat’te bunların hiçbiri yok. O bakımdan, Cemaat’e de başka suçlar yükleme, suçlar icat etme gayretindeler. Yapabilirler, dava açabilirler, ama bu ne mevcut yolsuzlukları, rüşvet, irtikab, zimmet gibi suçlamaları ortadan kaldırır, ne de Cemaat’e bir leke getirir.

-Muhafazakâr bildiğimiz gazetelerin her gün yalan haber üretmesi, iftiraya başvurmasını dinle açıklayabilir miyiz? ‘Havuz’ meselesinde fetva alındığı ortaya çıkmıştı.

Geçende Yusuf İslâm’ın bir sözü yer aldı internette: “Kur’ân’ı tanımadan önce Müslümanları tanımış olsaydım, Müslüman olmazdım.” diye. Verilen fetvaların da, her gün söylenen, yazılan onlarca yalan ve iftiranın da yalnız İslâm’la değil, hiçbir dinle münasebeti olmadığı ortadadır. Bu yalan ve iftiralar karşısında bir tepki olsun ortaya koyamamanın da dinle alâkası olamaz.

-Fethullah Gülen Hocaefendi’ye yönelik ‘ülkene dön’ çağrıları ne anlama geliyor?

Bu çağrılar asla samimî değil; Hocaefendi’yi güya halk nezdinde zor durumda bırakmaya yönelik. Ayrıca, Erkam Tufan Aytav, iktidara yakın birinden “Hocaefendi Türkiye’ye dönerse tutuklanacak” sözünü aktardı. Yargıda Cemaat ile ilgili bir soruşturma üzerinde çalışıldığını da Başbakan söyledi. Demek talimat vermiş.

-Cemaat bu yaşananlardan nasıl dersler çıkarmalı? Hocaefendi şöyle bir yorumda bulunmuştu: “Gayr-i meşrû muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir diyor Hazreti Pir. Ben yediğim tokatları bundan biliyorum.” Bunu nasıl anlamalıyız?

Bu, Hocaefendi’nin muhasebesidir. Söz, doğrudur, fakat hem Hocaefendi hakkında, hem de Cemaat hakkında başkasının böyle bir şey söylemesi vebal olur. Cemaat, AKP’ye destek verirken, bir partiye değil, icraatlara destek veriyordu. Kaldı ki, Cemaat, bütün işlerini kanunlara göre yapan ve kanunlar çerçevesinde hizmet veren bir sivil grup. Ayrıca, herkese, her kesime, hayatın bütün katmanlarına hitap etmeye çalışan bir hizmet grubu. O bakımdan, kimse ile, hiçbir grupla, partiyle, iktidarla, muhalefetle kavga etmez. Bozgunculuğa, fitneye, kaosa, toplum içi, ülke içi parçalanmalara kesinlikle karşıdır.

-Bu süreç sizce nasıl sonuçlanır?

Ortada net gerçekler var. Soruşturma konusu meseleler kapatılamaz. İktidar, şu andaki çizgisinde giderse, bu, onun intiharı olacaktır. Fakat, gidecek görünüyor. Bugün Cemaat’e açtıkları savaşta ittifak ettiği ve ittifak aradığı çevreler, Ergenekoncular, KCK ve diğerleri, hattâ Başbakan’ın etrafındaki oligarşik kadro, AKP’yi asıl bitirenler olacak. Ve AKP, dünden beri ÖYM’leri kapattığına, yargıda, emniyette ve bürokrasinin diğer şubelerinde yaptığı kıyıma, özellikle Cemaat’e yaptıklarına çok pişman olacak. Bugün bunca hukuksuzluk, haksızlık, yolsuzluk karşısında seslerini yükseltmeleri gerektiği hâlde sessiz kalanlar, hattâ tersine tavır alanlar da çok pişman olacak. Ülke de bir bedel ödeyecek. Sonunda kazanan inşallah hak, hakikat, doğru, adalet ve bunların yanında duranlar olacak.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.