Çarpık ve Sapık
Bu, içi insan sevgisi, öğrenci muhabbeti, gönül pamuğu, özgürlük testisi, demokrasi güğümü dolu hocamız önceki gün üniversitesinin açılış töreninde yaptığı konuşmada, Türk gençliğinin geleceği için o kadar muazzam cümleler döktürmüş ki, tarih nefretle, pardon ibretle yâd edecek zât–ı âlilerini. Gerçi Ertuğrul Bey'i heyecanlandırıp, heyecanlandırmadığını bilmiyorum; ama şahsen beni ürpertti bir üniversite rektörünün bu çağda bu kadar saplantılı ve ideolojik anlamda bağnaz olması.
Bakın ne demiş sayın rektör: 'Atatürk Türkiye'sini korumakta ve cumhuriyetin değerlerine sahip çıkmakta kararlı olan ulusumuz, başta TSK olmak üzere üniversitelerimiz ve çağdaş kurumlarımız, ülkeyi 'aklı ve vicdanı körleşmiş' bir grubun çağdışı emellerine terk etmeyeceğini ve asla bu konularda ödün vermeyeceğini göstermiştir.' Bununla da kalmamış, Hizbullah ile PKK'yı, ordan Fethullah Gülen'i aynı kefeye koyarak hepsi için, 'çarpık ve sapkın' demiş.. Şahsen ben, böylesi genelleme yapan bağlanmış idrakleri sapkın, çarpık ve tehlikeli bulanlardanım.
Peki sayın rektör göreve geldiği günden bu yana üniversitesi için ne yapmıştır? Kaç öğretim üyesi onun diktacı, baskıcı tutumu ve dayatmaları yüzünden istifa etmiştir? Üniversitedeki kargaşa ortamı her geçen gün artmamış mıdır? Öğrencileri başları örtülü diye Nazi Almanyası'ndaki uygulamalara benzer şekilde 'karantina odaları'na almamış mıdır?
Türkiye'nin en köklü üniversitesi kaç akademik başarı elde etmiş, bilimsel eserlerle adını duyurmuş, uluslararası alanda kendinden söz ettirmiştir? Daha net bir soru: Şu an İstanbul Üniversitesi'nde kaç öğretim üyesi (bırakın öğrenciyi) iletişim teknolojisi kullanmaktadır? İnternet kaç öğretim üyesinin masasında bulunmakta, kaç öğretim üyesi notlarını bilgisayar ortamında tutmaktadır? Mümtaz rektör Alemdaroğlu'nun odasında bilgisayar bulunmakta mıdır? 'fare' ne işe yarar, 'e–mail' nasıl compose edilir, biliyor mu sayın rektör?
Bu karamsar tablonun bir de umut verici yönü var çok şükür. O da genç bir bakanın aynı kürsüde rektöre hak ettiği cevabı, bilimin ve aydınlığın ışığı ve olgunluğuyla vermesidir. Şöyle diyor rektörden sonra kürsüye gelen Bakan Erkan Mumcu: 'Üniversitelerin duyarlılığı TSK'nınki ile aynı olamaz. Ontolojik varlıklarına aykırıdır. Abartılmış duyarlılık bizi taassuba, yobazlığa götürmemelidir. Bizim gibi düşünmeyenleri yok etme hakkına hiç sahip olmadık. Hele üniversiteler bu hakka hiç sahip olmadı. Benim üniversite kürsülerinden beklediğim, daha fazla özgürlük istemidir. Başka hiçbir şey değil...' Mumcu, yasakların üniversite kürsüsünden savunulmasının da yeterince üzüntü verici olduğunu belirterek, Alemdaroğlu'nun idrakini çalıştırmaya çalışıp, şöyle eklemiş: 'Hiçbir sistem kendini yıkmaya dönük eylemleri hoşgörüyle karşılamaz. Ama, gelişmek isteyen her sistem kendini eleştiren her düşünceye serbestlik getirmek zorundadır. Düşünceye kısıtlama getiren hiçbir şeye katılmamız mümkün değildir...'
Alemdaroğlu sonra büyük bir çifte kavrulmuşlukla şunu söyleyebiliyor sevgili okurlarım: 'O dünkü çocuk. Ben 1962'de Tıp Fakültesi'ni bitirdim. Sayın Bakan 1963'te doğmuş. Bu yaptığı gençliğinden ileri geliyor..' Mumcu'nun cevabı yaşlı rektörün çiğliğiyle ters orantılı: 'Ben burada ifade ettiğim her şeyi, yine burada öğrendim...'
Şimdi böylesi bir rektör, yani işi gücü yasakçılığı, korkutuculuğu, bağnazlığı dayatmak olan bir zihniyet, uluslararası başarısı olan, her biri gurur kaynağı olan okullardan rahatsız olmasın da ne yapsın? Onlara 'çarpık ve sapık' demesin de ne desin?
İşte böyle. Alın size bu ülkeden çarpık ve sapkın bir manzara. Nasıl yorumlarsanız yorumlayın...
- tarihinde hazırlandı.