Buyurduğunuz gibi!

Sadece bir kişi ile paylaştım. Öyle hatırlıyorum. İki ay önce iki-üç günlük bir beraberliğimiz oldu aynı çatı altında. O zâta sordum, "Size göre şu üç günün en önemli hadisesi nedir?" dedim.

Benim bir tesbitim olduğunu anladı ve seni dinlemek isterim dercesine sustu; ben de fazla bekletmeden kanaatimi izhar ettim. Tahsinle yâd etti, "Bu gözle bakmamıştım." dedi. O kanaatimi paylaşacağım sizinle bu yazıda. Bir mesele arz ediliyordu Hocaefendi'ye birisi tarafından. Malum, Hocaefendi hizmette birçok projede fikrî öncülük yaptığı gibi sorular ve sorunlar ekseninde tavsiyelerine, düşüncelerine hâlâ müracaat edilen bir konumda bulunmaktadır. Öncesine vâkıf değilim ama arz şeklinden anlaşılan o ki, daha önceden bir-iki defa konuşulan ve eldeki verilere göre "şöyle olsa" diye Hocaefendi'nin görüş bildirdiği bir meseleymiş bu. Açıkçası son gelişmeler anlatılıyordu ama bu gelişmelere bağlı ortaya çıkan sorular, sorunlar ve alternatifler özelinde ne düşündüğü sorulacaktı kendisine. Yalnız konu arz edilirken eski konuşmalara atıfla üst üste birkaç defa "daha önce buyurduğunuz gibi" denildi.

Özetle
  • Amenna ama Hocaefendi hadiseye böyle bakmadı. Bakmadı zira üçüncü veya dördüncü tekrarda çok net bir çıkış yaptı: "Ne buyurması Allah aşkına! İstişare ediyoruz burada."
  • Bugün farklı dünyalara doğru yürürken hem başkalarına karşı olan tavırlarımızda, hem kendi benlik ve hırslarımız açısından biraz daha hür düşünceli ve hür iradeli olmalıyız...

Böylesi bir atmosferde, böylesi bir söylem tabii ki hata değil, kusur değil, kabahat de değil. Suç ve günah hiç değil. Dinî ve millî kültürümüz içinde yerini alan büyüğe saygının, hürmetin, ihtiramın kelimelere, cümlelere dökülmüş şekli. Ben olsam ben de aynı şeyi derdim ve derim. Nasıl demem ki daha birkaç gün önce neredeyse torunu yaşındaki bir insanın sözlerine atıfta bulunurken, "Buyurduğunuz gibi..." dedi bizzat kendisi. Bu hitap şekli, muhatabı kabulle, zihnî dünyanda ona ve görüşlerine verdiğin yer ile doğru orantılı bir davranıştır.

Amenna ama Hocaefendi hadiseye böyle bakmadı. Bakmadı zira üçüncü veya dördüncü tekrarda çok net bir çıkış yaptı: "Ne buyurması Allah aşkına! İstişare ediyoruz burada." Şimdi nasıl okuyacak, nasıl anlayacak, nasıl anlamlandıracak ve en önemlisi nasıl hayata taşıyacağız bu bir cümlelik çıkışta verilen ve/ya verilmek istenen mesajı? İndirgemeci bir yaklaşımla meseleyi ele alıp istişarelerde buyurma, tabir-i diğerle emretme yoktur mu diyeceğiz? Hocaefendi bile olsa istişare heyetinde yer alan herkesin oyu eşittir mi diyeceğiz? Bence ne o, ne de bu. Doğrusunu bulmak için Kur'an ve hadisiyle istişarenin teorik dini temellerine, sünnetiyle pratiğine ve 15 asrı bulan tarihi çizgide geleneğe bakmamız gerek.

Bizler her şeyden önce akletmenin, tefekkür ve tezekkürde bulunmanın emredildiği, tersinden ifade edecek olursak atalar kültüne saplanıp kalmanın yasak edildiği bir dinin mensuplarıyız. Göz, kulak, kalp, akıl vb. bütün azaların insanoğluna veriliş gayesi bu değil midir zaten? İnsanı hayvanlardan ayırt eden irade işte tam da burada devreye girmeli değil midir?

Bakın Kur'an ne diyor: "Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki onların kalpleri vardır ama bu kalplerle idrak etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. Hâsılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır." (Araf, 179) Bir başka ayet: "Kendilerine: "Allah'ın indirdiğine ve Rasul'e (onların hakemliğine) gelin denildiğinde 'Atalarımızı ne halde bulmuşsak o bize yeter' derler. Ataları hiçbir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı onlara tabii olacaklar?" (Maide, 104) Bahsini ettiğimiz bu noktaya vurgu yapan daha onlarca ayet sunabilirim, fakat eskilerin tabiriyle şiddet-i zuhurundan gizli olan bu meselenin bilindiği ve anlaşıldığı düşüncesiyle kesiyorum.

Efendimiz'e gelince... Uhud, Hendek, Hudeybiye vs. deyip hemen her Müslüman'ın bildiği spesifik örnekler değil aksine hayatının neredeyse her bir karesi üzerinde durduğumuz konuya örneklik teşkil edecek malzemelerle doludur Efendimiz'in (sas) hayatı. Nasıl olmasın ki "Bu iş hususunda onlarla istişârede bulun." (Âl-i İmran, 159) ve "Mü'minlerin işleri kendi aralarında meşveret iledir" (Şûra, 38) ayetlerinin ilk elden muhatabıdır Nebiler Serveri. Bu hakikati çok iyi anlayan sahabi, saygı unsurunu da zedelemeden Efendimiz'in kendisi ile yaptığı istişarelerde kanaatlerini, düşüncelerini alabildiğine net bir şekilde ifade etmişlerdir. Bunun en net örneğini Bedir öncesi yaptığı istişarede görebiliriz. Karargâh kurulmuş, ordu konuşlandırılmış olmasına rağmen Habbab bin Münzir'in "Vahiy mi, yoksa kendi görüşünüz mü Ya Rasullallah?" sorusu ile başlayan süreç, Habbab bin Münzir'in teklifinin kabulü ile son bulmuş ve ordu karargâhını değiştirmişti.

Köleliğin başka boyutu: İstişare eksikliği

Geleneğe gelince; artı-eksi, müsbet-menfi yüzlerce örneği ile gelenek de bizim şûra, istişare, meşveret dediğimiz yüzümüzün akı örneklerle doludur. Şunu unutmamak lazım; özgürlük insanlığın, dolayısıyla İslam'ın en temel özelliklerinden biridir. Özgürlüğün en önemli alanlarından biri hiç şüphesiz zihindir. Zihnî manada özgür olmayan, hür düşünmeyen, düşünemeyen, başkalarına bağımlı bir hayat sürdüren insan bedenen özgür olmuş, çok bir mana ifade etmez. Köleliğin bir başka boyutudur bu.

Hocaefendi'ye geri döneyim. Bana göre İslamî ve insanî temeller ekseninde sadece kapısını araladığımız istişare kurallarından hareketle yaptı Hocaefendi o çıkışı ve yerinden oynayan taşları yerli yerine tekrar oturttu. Zaten başka türlüsü de düşünülemezdi. "Sağlıklı bir istişare, aksiyona denktir." diyerek istişarenin yerine işaret eden Hocaefendi'nin şu ana kadar bu bağlamda söylediği ve yazdığı o kadar çok şey var ki?

Sadece bir-iki iktibasta bulunacağım: "Bugün farklı dünyalara doğru yürürken hem başkalarına karşı olan tavırlarımızda, hem kendi benlik ve hırslarımız açısından biraz daha hür düşünceli ve hür iradeli olmalıyız... Yakın tarihimiz itibarıyla, böyle bir anlayışın İslâmî topluma mâl edilemediği bir gerçek... Zaten mektebin bir kısım dogmaları heceleyip durduğu, medresenin hayata kenarından köşesinden baktığı, tekkenin bütün bütün gidip metafiziğe gömüldüğü, kışlanın sadece kuvvetle gerinip, kuvvetle gürlediği bir dönemde bunların hayata mâl edilmesi de mümkün değildi." "En akıllı insan, meşverete en çok saygılı ve başkalarının düşüncelerinden de en çok yararlanan insandır. İş ve plânlarında kendi fikirleriyle yetinen, hatta onları zorla diğer insanlara da kabul ettirmeye çalışanlar, önemli bir dinamizmi elden kaçırdıkları gibi, çevrelerinden de sürekli nefret ve istiskal görürler."

"Şûrâyı önemsemeyen bir toplum tam mü'min sayılamayacağı gibi, onu uygulamayan bir cemaat de, kâmil mânâda Müslüman kabul edilmemiştir." Yeni Ümit dergisinin 24. sayısında Şûra başlığı ile yayımlanan yazıyı bu gözle bir daha okuyun isterseniz. Kavl-fiil, kelam-amel ve yeni tabirle söylem-eylem bütünlüğünü hayatına mal etmiş Hocaefendi, aktarmaya çalıştığım o tek karelik çıkışı ile bir kez daha bizlere "olan" ile "olması gereken" arasındaki farkı gösterdi. Bu vesile ile bir teklifim var, ümmet-i Muhammed olarak aynaya bakalım hep birlikte derim. Biz de böyle mi yapıyoruz yoksa "istişare meclisidir; herkes kanaatini söyleyebilir ama sonuçta benim dediğim olur" dayatmasında mı bulunuyoruz?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.