Muhibe Anne
Son ziyaretimde beni onun odasında ağırladı oğlu. Hiçbir şeye dokunmamıştı, hem de hiç. Tesbihi, feracesi, ara ipi ucundan sarkık Mushaf öylece duruyordu. Toprak kokuyordu Muhibe Anne’nin odası. Kıyamamıştı dostum onun aziz hatırasına. Yaşarken, onlarda misafir olduğum günlerde bazen baş başa kalırdık. 70’ini aşmış bir yaşlı teyze... O ne muazzam hayâ, o ne vakur bir iffet ya Rabbi! Tepsiyi kapı aralığından uzatır, “Çayın bitince haber et.” derdi.
Muhibe Anne…
1933 doğumlu, hayatta olsaydı bugün 80 yaşında olacaktı. Oğlunun işinden dolayı yaklaşık 10 yıldır Amerika’da yaşıyordu. Benim de orada bulunduğum sırada evine konuk olmak, menkıbelerini dinlemek, yemeklerini yemek, dualarını almak nasip oldu çok şükür. Tek kelime İngilizce bilmezdi Muhibe Anne. Ama her hafta sokaktaki Amerikalı komşularıyla çayda bir araya gelir, artık hangi dili konuşursa, anlaşır onlarla. Arkadaşım diyor ki: “Beni çok şaşırtıyor, komşularımız hakkında en sağlıklı bilgileri o veriyor. Filancanın kocası savcı imiş, falancanın oğlu okula başlıyor bu sene... gibi.”
Bir gün evde ondan başka kimse yokken kapı zili çalmış. Açmış Muhibe Anne. İki tane Yehova Şahidi. Adamlar bilmiyorlar tabii, başlamışlar İngilizce bir şeyler anlatmaya. Muhibe Anne de başlamış Kelime-i Şahadet getirmeye. Adamlar tam 20 dakika konuşmuşlar, Muhibe Anne de 20 dakika ‘Eşhedüenlaaaa...’ diye devam etmiş. Sonunda herifler pes edip çekip gitmiş. Diyor ki Muhibe Anne: “5 dakika daha dursalardı Allah’ın izniyle Müslüman olacaklardı!”
Bugün yaşadıklarımız, aklıma hep bu –mekânı cennet olsun- Anadolu kadınını getiriyor.
Anlatayım…
Referandum günleriydi. Hocaefendi’nin, “İmkân olsa ölüleri bile mezardan kaldırmak lazım.” sözünü duyunca duramamış. Oğluna, “Beni ülkeme götüreceksin” diye tutturmuş. Virginia nere, Türkiye nere!!!
Kolay mı gelmek?
Ama Nuh diyor peygamber demiyormuş Muhibe Anne... Sonunda arkadaşım dayanamamış ve bir haftalık iş izni alarak annesini alıp Türkiye’ye gelmiş.
Macera bitmiyor tabii. Havaalanında oy kullandırtmamışlar ona. “Kaydın burada değil, Ankara’da.” demişler… Seçimden bir gün önce İstanbul’da kalıp seçim günü Ankara’ya gitme niyetindeymiş. Ne acı ki, akşam abdest alırken banyoda ayağı kaymış ve kolu kırılmış –o vakit- 77 yaşındaki annemizin. Acı içinde kıvranmış, kolu alçıya alınmış. Doktor mutlak istirahat demiş ama kim dinler ki?
Seçim sabahı binmiş arabaya, gitmiş Ankara’ya ve oyunu kullanmış… 77 yaşın verdiği huzur ve tevekkül ile üzerine düşen vazifeyi yapmanın rahatlığıyla acılarını kısa sürede unutmuş…
Seçim sonrası bazıları şoke olmuştu ortaya çıkan tablodan. Şaşkınlık içinde ‘neden böyle oldu’nun cevabını arıyordu bazıları. ‘Aslında ne oldu’nun en net cevabıydı Muhibe Anne. Siyaset ile uzaktan yakından ilgisi yoktu elbette. Ne parti bilirdi ne de siyasetçi. Sevdiği, itimat ettiği insanlar, mefkureler vardı ve vefatına kadar sıkı sıkıya bağlı kaldı inandığı davasına.
Ömrünün son deminde bir muhacir olarak yaşadı ve öyle gitti. Gurbette, yalnız…
Bugünlerde, işittiğim her hakarette, her aşağılamada onun nuranî ve mütebessim çehresi geliyor karşıma ve üzüntüm bin kat artıyor. Ve ‘Galiba bugünleri görmemiş olması çok iyi oldu’ diye düşünüyorum kendi kendime. Onu tanımadan, gün aşırı inandığı davasına hakaretler yağdıranların halini görmemesi Allah’ın bir lütfuydu belki de.
Bir sevdası vardı onun zira ve vefası.
Vefası olanlara ahd ne gam!
- tarihinde hazırlandı.