Amerika'yı dövemeyen kendi vatandaşlarını döver...
Millet olarak müthiş haksızlık ve hukuksuzluklara şahit oluyoruz.
- Medyamızın hükümet destekli önemli bölümü sadece ve sadece propaganda maksatlı yayınlar yapıyor.
- Hepsinin yayın yönetmenlerini ve yazarlarını hükümet kontrol ediyor. Kontrol dışı adım atan herkes kovuluyor.
- Yapılan özel toplantılarda propaganda çalışmalarında yeni durumlara karşı nasıl tavır konulacağı ilk elden kendilerine bildiriliyor.
Böylece bir ağızdan aynı propagandayı tekrarlıyorlar hem de arkalarındaki devlet gücüyle eşzamanlılık ve eşgüdüm sağlanmış oluyor.
- Yazı işleri kadroları paralel yatıp paralel kalkıyorlar. Her konuyu, ilgili olsun olmasın mutlaka paralelize edip hedefleriyle ilişik hale getiriyorlar. Kara propaganda konusunda süper örnekler veriyorlar.
- Çok da pervasızlar. Hukuku öylesine göz ardı ediyorlar ki, Türkiye'de böyle davranabilmek için ya çok çok zengin olmak ya da devlet gücünü arkanızda hissetmeniz lazım.
Elbette gerçeklerin, bir gün ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Çıkmaya başladı da...
Fakat gerçekler bütünüyle ortaya çıktığında parmağını yanlış yerde ve yanlış zamanda sallamanın bedelini, bile bile bu toplumun sivil toplum kuruluşlarına ödetmek isteyenlerin yüzlerinin kızaracağını hiç sanmıyorum!
"Vatansever hükümet", "vatan haini" vatandaşlarını diğer ülkelere ihbar ediyor!
Durum bu: Ülkeyi yönetenler, başka ülkelerde çeşitli sektörlerde özellikle de eğitim sektöründe faaliyet gösteren kendi vatandaşlarını o ülkeleri yönetenlere şikâyet ediyorlar.
Önce fişliyorlar, sonra da gerek bizzat giderek, gerekse Dışişleri aracılığıyla kendi vatandaşlarını o ülkelere ispiyonluyorlar.
Bunun adı vatanseverlik olurken...
Türkiye vatandaşlarının başka ülkelerde Türkiye hükümeti hakkındaki demokratik olmayan bu tavırlarla ilgili sözleri vatana ihanet kabul ediliyor!
Şikâyet ettikleri ülkelerden ispiyonladıkları kendi vatandaşlarının faaliyetlerinin durdurulmasını, hapse atılmasını, en şiddetli şekilde cezalandırılmasını isterlerken, o ülke yöneticilerinin "Madem öyle, siz niye bu insanlarla ilgili gereği neyse yapmıyorsunuz da bize şikâyet ediyorsunuz" sorularına karşılık, "Bizim ülkemiz sizin ülkenize göre daha demokratik, siz de bize göre daha diktatör olduğunuz için orada yapamadığımızı, burada sizin elinizle yapmak istiyoruz" diyemiyorlar.
- Anadolu insanının 160 ülkede açtığı okulları kapatmaları için nispeten fakir ülkelere milyon dolarlık rüşvetler veriyorlar...
- Daha zengin ve daha demokratik ülkelere ise fişlemeler, MİT raporları, kendi kanaatlerini içeren dosyalar veriyorlar.
- Hem bu 160 ülkede açılan okulları Amerika hesabına çalışmakla suçluyorlar hem de ABD başkanına bu okulları kuranlar ve işletenleri şikâyet ediyorlar.
Bu tavra dünyanın her yerinde üç aşağı beş yukarı aynı ad verilir.
Burada her zaman vatandaşına karşı devleti koruyan bir mekanizma var. Şimdi de hükümetimiz görev alanı bütün dünya olduğu için bütün ülkeleri bu çabasıyla Türk vatandaşlarının ve STK'larının şerrinden korumaya çalışıyor!
Sert çocuğu oynuyorlar...
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun yumruklanması o sert çocuğun kendi başına gerçekleştirdiği bir saldırı mı, yoksa planlı programlı bir çabanın parçası mı?
CHP'lilerin bu konuda elbette ciddi şüpheleri var.
- Olayın TBMM gibi ülkenin en güvenlikli yerinde meydana gelmiş olması...
- Saldırganın AKP sempatizanı olması dışında resmen AKP üyesi olması...
- Saldırıdan sonra söylediği, Kılıçdaroğlu'nun "Başbakan ve hükümet aleyhinde yaptığı açıklamaların ülke menfaatlerine ters düştüğünü düşündüğüm için bu eylemi gerçekleştirdim" sözleri...
Bütün bu noktalardan yola çıkarak bu olayın münferit bir olay olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Çünkü bu adam bu iş ve bu işle verilmek istenen mesaj için oldukça uygun bir profil.
Seçilmiş bir kişi olma ihtimali yüksek.
Olayın Meclis'te meydana gelmesi: Seçim sürecinde hükümet hakkında sosyal medyada yayınlanan ses kayıtlarının Kılıçdaroğlu tarafından Meclis grubunda okunup dinletilmesine yönelik bir mesaj...
Saldırıdan sonraki sözler: Ülkenin çıkarılan antidemokratik yasalarla ve tavırlarla götürülmek istenen yönü ilgili. Başbakan ve hükümet aleyhine konuşmak ülke menfaatlerine ters düşüyor mesajını bu olay vasıtasıyla herkese duyuruyorlar, böyle kabul görmesi için gerekirse sertliğin dozajını artırırız diyorlar.
Bediüzzaman'ın mirasından oy ve para kazanmak...
Risale-i Nur'larla ilgili üç konu ön plana çıktı.
- Gençlerin de bu eserleri anlayabilmesi için aslına uygun biçimde sadeleştirilmesi ki, bir kesim buna 'tahrifat' diyerek sert çıktı.
- Risale-i Nur'ların basımının sadece varisleri tarafından kontrol talebi... Basmak isteyenlerin telif ödemesi...
- AKP hükümetinin seçim mitinglerinde Bediüzzüman'ı kullanarak "Nurcular" olarak adlandırılan grupların oylarını almaya çalışması...
Gelinen aşama şu:
- Risaleleri bugüne kadar basan bazı 26 yayınevine Kültür Bakanlığı bandrol vermeyi durdurdu.
Bu eserlerin telif hakkının kendilerine ait olduğunu iddia eden isimler Kültür Bakanlığı'na başvurarak devletin Risale-i Nur'ların basımı konusuna el atmasını istediler. Devleti araya koyarak bu soruna çözüm arıyorlar.
İstedikleri bir komisyon kurularak bu eserleri basacak yayınevlerinin bu komisyonun yetkilendirmesi ve telif haklarının kendilerine ödenmesi...
- Risale-i Nur'un yasal varislerinden olan bazı isimlerin AKP ile birlikte bütün nur talebelerini AKP arkasında saf tutmaya zorlaması...
İşin bir tarafında elbette para meselesi var. Ama talep, "Bu eserlerin sadeleştirilmesinin önüne geçilmesi için yapıldı" olarak takdim ediliyor.
Şimdi şunlara birisi cevap versin: Madem konu para değil de tahrifatın önlenmesi, neden bunca yıldır Risaleleri aslına uygun biçimde basan yayınevlerine şimdi bandrol verilmiyor?
- Eserlerin sadeleştirilmesi bir problem teşkil ediyor da eserlerin devletleştirilerek para kazanma aracı haline dönüştürülmesi ve yetkinin tek bir yayınevine verilmesi neden problem olarak görülmüyor?
- Bu durum hakka ve ihlasa uygun mudur?
- tarihinde hazırlandı.