Milletlerin Yıkılış Sebepleri
Geçmiş medeniyetlere bir göz atıldığında, hemen hepsinin çöküşü, İrem barajına musallat olan fare gibi, ahlâkî bir kemiriciye bağlanabilir. Ahlâksızlıkla sessiz sessiz toplum değerlerinin altı oyulurken bazen hiçbir şey hissedilmeyebilir. Hissedilince de iş işten geçmiş olur; tıpkı çok duyarlı olduğumuz noktalara metastaz yapacağı ana kadar kanseri fark edemediğimiz gibi.. öyle ki çok defa onu fark ettiğimiz an, ötelere yolculuk da başlamış olur.
Ferdî bünyede kanser ne ise, milletlerin hayatında da ahlâksızlık aynı şeydir. Başta devleti idare edenler, sonra da aile reisleri, maarifçiler ve topyekün millet böyle bir ahlâkî çözülüşe karşı gafilse, topyekün millet gümbür gümbür yıkılır gider de, bunları ihtimal millî kıyametin tarrakaları bile uyarmaz. Kimbilir belki de bazıları, hayat buymuş diye, enkaz içinde barınan varlıklar gibi onu da tabiî kabul ederler.
Evet, tarih boyu, yıkılışların temelindeki sebeplere inildiğinde genel olarak şunlar görülür: Gençlerin bohemleşmesi ve bu serâzâd ruhlarda behîmî hislerin yaşanma arzusu ve şehevânî duygulara inhimak.. toplumun dünyayı esas maksat yapıp, ahireti unutması, Allah'tan uzaklaşıp Kur'ân'a sırt çevirmesi.. yüreklerden mehâfet ve mehâbet hissinin silinip her şeyin cismâniyete incirar ettirilmesi...
Osmanlı'ya kadar pek çok devletin yıkılışında bu unsurların hemen hepsi söz konusudur. Mânevî boşlukların hâsıl ettiği buhranların üzerine onları iyice azdıracak dünyeviliklerle gidilmiştir; gidilmiş ve bir fasit daire içine girilmiştir. Oysaki, dert; milletin mâneviyatını kaybetmesi, Kur'ân ve İslâm esaslarından uzaklaşması ve Allah'ı unutmasından kaynaklanıyordu. Derd-i derûnuna derman arayanlara dert kaynağından derman sunuluyordu. Oysaki, insanın bir yanını madde-dünya teşkil ediyorsa, diğer tarafını ve hatta özünü mânâ-ukbâ teşkil etmekteydi. İnhiraf noktası açıktı; her şey maddeye inhimak ve mânâyı ihmalden kaynaklanıyordu. Böyle bir eksiği yine maddeyle kapamak imkânsızdı. Aslında ikisi birlikte ve kendi buudlarına göre ele alındığı, yani Allah'ın hukuku Allah'ın azametine göre yerine getirildiği, Kur'ân'ın hakkı o ölçekte kabul edildiği; dünyaya dünyanın çapına göre, ukbâya da ukbâ kadar değer ve ehemmiyet verildiği takdirde her şey dengelenecekti.
Kur'ân-ı Kerim: "Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma." (Kasas, 28/77) buyurmaktadır. Evet, Allah'ın lütfettiği sıhhat, zindelik, servet ve dimağ değerlendirilerek ahirete hazırlanmalı, ancak dünyadan da nasip unutulmamalıdır! Kur'ân'ın ölçüsü budur. Dünya-ukbâ muvazenesi bu prensibe göre düzenlenebilseydi belki bu denli payimal ve böylesine perişan olmayacaktık. İşte bu sebeple kendine bakan yönüyle dünyevî unsurların, ferdi, Allah'ı anmaktan alıkoyduğu günümüzde, ailede terbiye konusunu işlerken, öncelikle, ahlâkî prensiplerde mutabakata varılabilecek hususların tespitinde zaruret var.
Her milletin, bir yükselişi bir de tedennîsi olmuştur. O millet yüceltici prensiplerle yükselmiş, düşüren sâiklerle de devrilmiştir. Çünkü kâinattaki kanunlar şartlı bir cebrîlik içinde cereyan eder. Allah (cc), kâinatın bir parçası olan tabiatı da zahiren bu cebrî kanunlara tâbi yaratmıştır. Bu sebeple de tabiatta ve âyât-ı tekviniyedeki kanunlara riayet etmek gerekmektedir. Şayet onların müsamahasına güvenerek bir kısım vazifelerinizde kusur ederseniz, onlar tarafından elimine edilir ve yok olursunuz. Onlarda affedicilik yoktur. Allah sizi affeder; ama "âyât-ı tekviniye", diğer bir tabirle "şeriat-ı fıtriye"deki kanunlar hiçbir zaman affedici değildirler. Bu kanunlar açısından yöntem doğru tayin edildiği takdirde, Allah sizi "a'lâ-yı illiyyîn"e çıkarır; ancak sebeplere riayette kusur edilirse (özel bir muamele söz konusu olmadığı takdirde) bu sefer de esfel-i sâfiline düşürür.
Baştaki probleme yeniden dönecek olursak, şu sorulara cevap bulmak icap edecek: Ahlâkın bozulmasında ciddî âmillerin ve bazı objektif sebeplerin bulunduğuna kânî misiniz? Hakikaten bir ahlâk buhranı bulunduğuna inanıyor musunuz? Hâlihazırdaki şu keşmekeş ve hercümerç yaşantı bir ahlâksızlık mıdır; yoksa normal bir durumun tezahürü müdür?
- tarihinde hazırlandı.