Aşk

Aşk, Rahmeti Sonsuz'un, insanoğluna gelip ulaşan en gizli lütuflarından biridir. Aşk, bir nüve, bir çekirdek olarak hemen her fertte bulunur. Şartların elverdiği ölçüde de o çekirdek ve tohum, ağaçlar gibi dal-budak salar; çiçekler gibi uyanır ve meyveler gibi, başlangıç ve sonu bir araya getirerek, tekâmül halkasını tamamlar.

Aşk, bir duygu olarak göz, gönül ve kulak menfezlerinden insanın iç âlemlerine akar; vuslata dek de, bir baraj gibi şişer, bir çığ gibi büyür ve bir alev gibi insanın her yanını sarar. Aşk vuslatla noktalanınca, her şey durgunlaşmaya yüz tutar; ateş söner, baraj boşalır, çığ da dağılır gider...

Doğuştan bir mânâ ve nüve olarak hemen her ruhun önemli bir yanını teşkil eden aşk, gerçek ton ve rengini hakikî aşka inkılâp etmekte bulur; bulunca da ebedîlik kazanır ve gider vuslat eşiğinde mücerret bir lezzete inkılâp eder.

İnsanoğlunda Hak tecellilerine açık olan zirve, gönüldür. Gönüllerin bu tecellilere, dolayısıyla da Allah (cc) sevgisine mazhar olmalarının en açık emaresi ise, o sînelerde Yüce Yaratıcı'ya duyulan aşk ve iştiyaktır.

İnsan-ı kâmil ufkuna ulaşma yollarının en keskin, en kestirme ve en sıhhatli olanı aşk yoludur. Aşka, iştiyaka açık olmayan yollarla, o ufka ulaşmak oldukça zordur. Denebilir ki, hakikata ulaşmada, "acz u fakr, şevk ü şükür" yolundan başka aşka denk ikinci bir yol yoktur.

Aşk, yitirdiğimiz Cennet'i bulabilme yolunda Cenab-ı Hakk'ın bizlere ihsan ettiği bir buraktır. Ve bu buraka binenlerden, şimdiye kadar takılıp yolda kalan hiç olmamıştır. Vâkıa bu semâvî burakın sırtında dahi, şatahat ve neş'e sarhoşluğuyla "yol kenarı" yürüyenlere rastlamak mümkündür. Ama bu, tamamen, onların Hak'la aralarındaki münasebetin ayarıyla alâkalıdır.

Aşk, insanı bütün bütün yakıp kül ettiği için, bundan böyle onu ne dünya ne de ukbâ ateşleri yakmaz ve yakamaz. Zira, iki emniyet ve iki korku, iki iştiyak ve iki ızdırabın bir insanda aynı anda bir arada bulunamayacağı esasına binaen, bütün bir hayat boyu sînesini aşkın alevlerine açan ve iç dünyasında cehennemî ateşlerle pençeleşen kimselerin, ikinci bir defa aynı ızdırap ve aynı elemleri yaşamaları düşünülemez...

İnsana kendi varlığını unutturup, onu sevdiğinin varlığıyla bütünleştiren aşk, kalbin, garazsız-ivazsız sadece mâşuku dileyip, onun arzu ve isteklerinde eriyip gitmesinin unvanıdır ve zannımca, insan olmadan murat da işte budur.

Aşk mesleğine göre âşıkın gözlerine başka hayallerin girmesi haramdır ve bu haramın işlenmesi aşkın ölümüdür. Aşkın hayatı, çevresinde duyulan şeylerin, sevgilinin ad ve unvanları, onun cemâlinin vasıfları ve kemâlinin destanları olması ölçüsünde devam eder; yoksa, söner ve ölür...

Âşık, hiçbir meselede mâşukuna muhalefeti düşünmez ve düşünemez. Hele, başka şeylerin ona gölge etmesini, önüne geçip onu unutturmasını kat'iyen istemez. Hatta ondan bahsetmeyen her sözü abes ve faydasız sayar; onunla alâkalı olmayan her işi de, ona karşı nankörlük ve vefâsızlık bilir.

Aşk, kalbin alâkası, iradenin meyli, duyguların ağyârdan arınması ve insan lâtifelerinin, mâşukun rüya ve hülyalarından gayrı hiçbir şey hissetmemesi hâletidir ki; âşıkın her davranışında sevgiliye ait bir mânâ parıldar: Kalbi, ona olan iştiyakla atar, dili hep onu mırıldanır, gözleri onun hayaliyle açılır-kapanır...

Âşık, esen yelde, yağan yağmurda, çağlayan ırmakta, uğuldayan ormanda, ağaran sabah ve kararan gecede hep dostunun kokusunu duyup canlanır; onun, çevreye akseden güzelliklerini görüp coşar; her esintide ona ait solukları hissedip neş'elenir ve yer yer de onun sitemlerini sezip inler...

Mâşuka ait emârelerin şafağına uyanan âşıklar, dudaklarında kıpkızıl kan, sînelerinde alev alev bir tûfan, kendilerini bir ateş çemberi içinde bulurlar. Bir daha da bu zevkli cehennemden dışarı çıkmak istemezler.

Aşkı, fasıkların şehevânî sevgilerinden ibaret saymak bir yanlışlık ve hakikî aşkı bilememenin ifadesidir. Vâkıa, bazen mecâzî aşkların dahi hakikî aşka ınkılâp ettiği olmuştur; ama bu, kat'iyen mecâzî aşkın zâtî bir değer ve kıymet ifade etttiği mânâsına gelmez; aksine onun eksik, kusurlu ve ebediyet ifade etmediğine delâlet eder.

Gerçek âşıkların, tutuldukları aşk hummasıyla, iç dünyaları daima bir yanardağ gibi dumanlı ve inim inimdir. Duyup sezebilenlerce, onların her iniltileri sînelerinden kopup gelen öyle "lavlar"dır ki; düştüğü her yeri yakar-yıkar ve yangınlar çıkarır.

Aşkın sözlerle anlatılması oldukça zor, hatta imkânsızdır. Bu itibarladır ki, aşk adına anlatılan şeylerin büyük bir kısmı, onun dışa aksetmiş eserleri olmadan öteye gitmez. Zira o, bir hâldir ve onu beyan edecek dil de, sadece âşıkın kendisidir.

Âşık, Hak sevgisini mezhep edinip ömrünü hayret, hayranlık ve sevdiğine karşı takdir hisleriyle donatmış öyle bir sermesttir ki, ihtimal ancak Kıyamet Sûru'yla kendine gelebilir.

Âşık, fevvâre gibidir, dâima içinden kaynar.

Fânilik elemini dindirecek, hazanla oturup kalkan ruhların ızdırap ateşini söndürecek tek bir şey vardır, o da hakikî aşktır. Evet, yıllardan beri bütün dertlerimize, onulmaz zannettiğimiz hastalıklarımıza, korku ve endişelerimize, kargaşa ve buhranlarımıza yegâne çare ve biricik devâ ancak aşktır.

Nesiller, ilim-irfan ve günümüzün kültürüyle ihyâ edilmeye çalışılırken, onların gönüllerine, az dahi olsa, aşk kıvılcımlarını saçmadığımız takdirde, hep eksik ve kusurlu kalacak ve kat'iyen cismanîliklerini aşamayacaklardır.

Sızıntı, Ocak-Şubat 1988, Cilt 9, Sayı 108-109

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.