“Ahiret olmasaydı dünyanın ehemmiyeti olmazdı”
Soru: “Ahiret olmasaydı dünyanın ehemmiyeti olmazdı.” sözü ne mânâya gelmektedir?
Hazreti Üstad’ın ifadesiyle, dünyanın üç yüzü vardır:[1] Birinci yüzü, Cenab-ı Hakk’ın isimlerine bakar ve onların aynasıdır. Allah’ın sonsuz cemal tecellilerine ayna olarak O’nun muhabbetine vesile olduğu için dünyanın bu yüzü sevgiye layıktır. Rabbimizi tanıma, O’nun kapısının önünde bulunduğunu düşünme ve sonra O’nu kâinattaki hâdiselerin tarrakalarıyla tanıma lütfuna erme öyle zevkli bir şeydir ki insana, “Ne güzelsin ki merak içinde intizar ettiğim Rabbimi bana tanıtıyorsun.” dedirtir. İşte dünya bu yönüyle sevilir ve sevilmelidir de.
İkinci yüzü, ahirete bakar ve hadisin ifadesiyle, ahiretin tarlasıdır.[2] Burada ektiğimiz şeyleri orada biçeceğiz. Yani ahiret hayatının saadeti bu dünyada kazanılacaktır. Şayet ahiret olmasaydı dünyanın hiçbir kıymeti olmayacak ve burada yapılan sa’y ve gayretler de bâd-i heva gidecekti. Dünyanın bu yüzü de sevilmeye layıktır ve sevilir.
Üçüncü yüzü de, insanın fâni heveslerine bakar; geçici ve aldatıcıdır. Bu yönüyle dünyayı sevmek, insanı Allah’tan ve yaratılış maksadından uzaklaştırır, felâkete sürükler. Buna mukabil o fâni dünya da elimizde durmaz, kaçar gider. Evet, dünyadaki güzellikler, nefislerinden ötürü seviliyorsa zâildirler, geçicidirler ve lezzetleri ölçüsünde elemleri de vardır.
Öteler düşünülmeyip de hayat hep dünya yörüngeli yaşandığı takdirde, insan kaybettiği her ânı hatırladıkça damla damla içine elem damlayacaktır. Mesela âşıkâne kendinizi ona saldığınız bir bahar düşünün; öyle bir bahar ki ortalık çemenzâr, hayvanat koşuyor, koyun ve kuzular meliyor, şakır şakır sular akıyor; bir atmosfer ki, şairleri dile getiriyor ve onlara destanlar yazdırıyor... İliklerine kadar zevkle dolu bu havayı yaşayanın, birden gözlerinin önünde ürperten bir hazan esiveriyor. İşte o zaman bütün zevkler elemlere inkılâp edecek ve o, “Şu hazan mevsimi de nereden hortladı. Benim şu lezzetlerimin içine acı ve elem damlatmaya başladı!” deyip inleyecektir. Evet, yok olup giden zâil şeyler sevilmez. Peygamberler babası Hazreti İbrahim de (aleyhisselâm) “Batıp gidenleri sevmem.” (En’am sûresi, 6/76) sözüyle bu hakikati ifade etmiştir. Yani gurûb edenler, derde derman olamaz. Onlara gönül verilemez ve onlar âşık olmaya değmez.
Öyleyse fâni olup da zatından dolayı gönül verdiğimiz her şey, bizim için birer acı, ızdırap ve elem unsurudur. Hâlbuki, burada bulunanlar bitip tükenecek ama yeni bir ahiret sabahı doğacak, her zaman kışı yeni bir bahar takip ettiği gibi bir gün ahiret baharı gelecek ve orada çiçekler asla solmayacaktır. Binaenaleyh böyle bir inanç zaviyesinden bakınca, dünya kıymet kazanır. İnsan, “Ey dünya! Sen ne güzelsin ki, burada solup batmanla içimde solup batmayana aşk ve iştiyak hâsıl ediyorsun! Fâni ve zâil sevgililerin beni terk etmesine mukabil içim tam kan ağlayacağı zaman, ‘Ey ezelî ve sermedî olan sevgili! Âlem beni terk etti. Ben kapına geldim. Anladım ki Sen’den başka vefalı ve hakiki dost yok. İçimi Sana dökmek, dertlerimi Sana şerh etmek istiyorum. Ağaran saçlarıma, bükülen belime, sağa-sola inhiraf etmeden içine girmeye doğru koştuğum kabrin elemlerine, bitip tükenmeme, kabrin karanlığına derman ey Rahman, Sana geldim!’” der, içi birden bire sürurla dolar ve bütün hüzünler gidiverir.
Herhâlde bugün bütün insanlık böyle bir duygu ve düşünceye muhtaçtır. Onun için Allah’a (celle celâluhu) hamd ederiz. Zira az dahi olsa bütün mü’min gönüllerde her zaman bu duygu nümâyândır. Ölümü düşündükçe ara sıra belki ölümün dış yüzündeki çirkin taraf görülebilir. Buna rağmen en mücriminiz olan ben, az parmağın ucuyla dokunup perdeyi kaldırınca çok defa şöyle diyorum: “Ne zaman ya Rabbi, şu yükü sırtımdan alıp da beni de vuslata erdireceksin? Eğer bu, isyan olmasa ve buradan gitmeye Kendisinin rızası bulunsa, bütün cürümlerime rağmen ‘Beni şu hacâlet ve mahcubiyetten halas eyle, huzuruna al, gerçek lezzetlere ereyim, aşk ve şevkini ruhumda duyayım.’”
Evet, bir mü’min kalbi için elemin, hüznün, kederin yeri yoktur. Öyleyse dünyayı dünya yapan ukbâdır, ahirettir. Bu da meselenin bir başka yönüdür.
Meselenin diğer yönüne gelince, eğer ahirete iman olmaz ve öbür âlemde Mevlâ’nın huzurunda hesaplaşma, muhasebe duygusu bulunmazsa bu dünyada çocuklar ızdırap çekecek, mallar pâyimâl ve servetler tar u mar olacak, kimse malından ve canından emin olamayacak ve böylece dünyanın tadı tuzu da kalmayacaktır. Aksine ahirete iman duygusu, bir kalbde zuhur ettiği zaman çocuklar bile sevince gark olacak ve “Öldü ama Cennet’e gitti.” diyerek içleri huzurla dolacaktır. Ayrıca bir genç de nefsinin galeyanı, kanının tuğyanı hengâmında ancak haşre iman ve Mevlâ-i Müteâl’e hesap verme sayesinde nefsini frenleme imkânını bulacaktır.
Hâsılı, dünyayı dünya yapan ahiret inancıdır. Ahireti kazanmak ise burada Cenab-ı Hakk’ın (celle celâluhu) rızasını kazanmaya matuf ameller yapmaya bağlıdır.
[1] Bkz.: Bediüzzaman, Sözler s.681 (Otuz İkinci Söz, İkinci Mevkıf, Üçüncü Maksat); Mesnevî-i Nuriye s.70 (Katrenin Zeyli).
[2] Bkz.: el-Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn 4/19; es-Sehâvî, el-Makâsıdü’l-hasene s.497; Aliyyülkârî, el-Esrâru’l-merfûa s.205.
- tarihinde hazırlandı.