Ruh, maddeye hâkimdir
Soru: “Ruh, maddeye hâkim; madde, ruh ile kâimdir.”[1] deniliyor. Hâlbuki kalb nakilleri vasıtasıyla yapılan tedavilerde insanda maddî bir değişiklik kısmen oluyor ama, hayatiyeti devam ettiriyor. Burada madde esas, ruh ona bağlı gibi görünüyor. Bunu nasıl anlamamız lazımdır?
Soruda ifade edilenin aksine, kalb nakillerindeki durum, maddenin ruhla kâim olduğuna delâlet eder. Oysaki, bazıları, maddenin ruhla kâim olduğunu ifade eden delili tersine işleterek, “Ruh, maddeye bağlıdır.” diyor. Bırakın kalb değiştirmeyi, insanın kolu ve bacağı kesilse ve yerine yeni bir kol ve bacak eklense veya dikilse bu yeni kol ve bacak da yine o adamın karakterini aksettirecektir.
İnsan vücudunda bütün mekanizmayı çalıştıran belli bir sistem vardır; kemik imal edecek fakültelere kumanda eden, kan imal edecek fakülteyi yöneten, böbrekleri çalıştırıp onlara kumanda eden değişik fakülteler. Ve bütün bunların ötesinde de ruh vardır. Bir kere, hiç kimsenin yapısı bir diğeriyle aynı değildir; insan olma yönüyle bir benzerlik olmakla beraber az da olsa her zaman bir farklılık söz konusudur. Bundan anlaşılmaktadır ki, hemen herkesin hususi bir ruhu var ve o ruh, insanın maddî ve mânevî yapısını biçimlendirmektedir. Bir insanın bir-iki senede belli kısımları değiştiği gibi birkaç senede onun külliyen değişmesi, bütün bu değişmelere rağmen insanda bir unutkanlık ve değişikliğin olmaması, bütün bunların arkasında hükmü ve sözü geçen bir ruhun olduğunu gösterir.
Ruh mevzuunda unutulmaması gereken bir husus da şudur: Biz, âlem-i şehadete ait temaslarımızı ruhumuzla değil, yine şehadet âlemine bakan yönümüzle yapıyoruz. Mesela, Cibril-i Emin bir melekti ama, Bedir’de harb ederken elbisesi ve başındaki sarığıyla Zübeyr İbn Avvam’ın kıyafeti içinde bulunuyordu.[2] Çünkü orada savaşabilecek bir muharip kıyafetinde bulunması gerekiyordu. Zira makamlar bir kısım farklı tezahürler iktiza eder. İşte o da makamın muktezasına göre bir şekle giriyordu.
Evet, bazı hâller, bazı makamların gereklerindendir. İnsan, cismaniyete ait bazı şeyleri yaparken cismanî yönüyle eşya ve hâdiselerle münasebet kurar. Zira bu, cismaniyetin müdahele ve mualecesini gerektirir; sadece ruhun devreye girmesi kâfi değildir. Onun için bir kısım latîf cisimler, Cennet’te ve dünyada bir kısım cismanî şeylerin içine girmek suretiyle cismaniyete ait bazı şeyleri mütalâa edebilir, yoksa bazı şeyleri anlamaları mümkün değildir. Yani kesif olmayanın onun iç keyfiyetini anlamasına imkân yoktur. Bundan da anlaşılıyor ki, ruh, beden üzerinde hüküm sahibi, fakat ruh bizim bedenimize ait maddî materyali kullanmak suretiyle eşya ve hâdiselere nüfuz ediyor. Onun için fizyolojik yapı bütün fakülteleriyle arızasız olursa ruhla kontak olur. Bir yerinde arıza olursa o noktada ruhla kontak olamaz. Mesela, beynin fakültelerinden, insanın sağ yanına kumanda eden bir kısım fakülteler bozulmuşsa, o noktada ruhla kontak olma azalır ve devamlı münasebet kurulamaz.
İşte bu iki mesele hatırda tutulmalı ve ruhun madde üzerinde hâkim ve esas olduğu ona göre anlaşılmalıdır. Hâsılı ruh, belli bir seviyede insan vücudunun maddî ve mânevî gelişmelerine dur diyebilecek ve bu hususta hüküm verebilecek bir varlıktır.
[1] Bkz.: Bediüzzaman, Sözler s.554 (Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Maksad).
[2] et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 1/120.
- tarihinde hazırlandı.