Bizi birbirimizden koparamazlar
Fethullah Gülen Hocaefendi son aylarda Güneydoğu’da yeniden patlak veren terörist hareketler nedeniyle gündeme gelen askeri operasyonların yanı sıra esas çare ve çözüm olarak halkımızın ne yapması gerektiği üzerinde duruyor. 12 Kasım 2007 tarihli sohbetinde Güneydoğu insanımızla yeniden kaynaşma adına Kurban Bayramında kesilecek kurbanların yardım olarak bu bölgeye yönlendirilmesi konusunda önemli açıklamalarda bulunuyor. Aşağıda Hocaefendi’nin yaptığı bu sohbetin çözümünü okuyacaksınız.
Soru: Geçen sene özellikle Kurban Bayramı ve sel felaketi münasebetiyle Güneydoğu'da yöre halkının yardımına koşan Kimse Yok Mu Derneği gibi hayır kuruluşları ve hayırsever insanlar çok büyük teveccüh gördüler. Tutuşturulmaya çalışılan fitne ateşini söndürme ve ülkemizin doğusuyla batısını aynı kardeşlik çizgisinde birleştirme adına bundan sonra neler yapılabilir?
Yardımlar ve dostluk köprüleri
Evvela kendi içimizden başlamak suretiyle yapılmakta olan hizmetlerin aynısı devam ettirilebilir. Kur'an-ı Kerim'de "Va'büdullahe vela tüşriku bihi şey'en ve bil valideyni ihsânev ve bi zilgurbâ vel yetâme vel mesakin "[1] diyor.
İyiliği, önce aile ve akraba yakınlığı içinde olan insanlardan başlamak lazımdır. Anne baba daha yakın olduğundan onlarla başlamak, ondan sonra da dede-nine, amca-dayı, hala-teyze yakınlığa göre devam ediyor.
Endonezya ve Malezya'ya yapılan yardımlar gibi dış ülkelerdeki kardeşlerimize her zaman yardım edebiliriz. Fakat ülkemizde hem gönüllerin alınması, hem bazı ihtiyaçların giderilmesi ve hem de gelecek adına ülkede değişik bölgelerde yaşayan insanların birbirine ısındırılması adına yapılan yardımlarla o insanların ayaklarına kadar gitme imkanı ortaya çıkıyor. Gel-git köprüleri, birbiriyle buluşma, görüşme köprüleri kuruluyor. Bu açıdan çok faydaları olduğu söylenebilir. Kendi ülkemizden başlayarak bu yardımları devam ettirmek lazımdır. Bu, başka ülkelere yardım etmemize engel değildir. Bugün sıkça söylenir hale gelen küreselleşme ifadesiyle dünyamız bir köy haline geliyorsa ileride yüz yüze geleceğimiz o insanlarla şimdiden münasebetler tesis etmek akıllıca bir iş olsa gerektir.
Kurban mı yardım mı?
Bu açıdan kurban ve kurbanın derisi bir hediyemiz olsun yani. Kurban kesemeyen o insanlara aynı zamanda kurbanı göstermek, teşvik etmek güzel bir şeydir. Parantez içinde burada şunu ifade edeyim. Şafii mezhebine göre doğuda, güneydoğu'da kurban kesmek sünnettir, fazla ehemmiyet vermeyenler olabilir. Oysaki sünnet de olsa önemli bir şeydir bu. Sünnet olarak yaptığımız başka şeyler gibi mesela, sadaka veriyoruz, kurbanı da ihya etmek gerekir. Örnek bir davranış olarak onlara kurbanın ehemmiyetini göstermek lazım diye düşünüyorum. Eğer onlar rahatlıkla bu işin yapıldığını görürlerse kendileri de kurbanı ihya etmeye başlarlar. Siz yaparsınız, arkadan onlar da yaparlar. Götürüp orada kurban kesmenin manası budur. Yoksa gidip sadaka veya para verebilirsiniz onlara. Ama kurban, "kurban olarak" icra edilmesi lazımdır. Kurban denmişse eğer onun vacip olarak vaktinde kesilmesi lazımdır.
Öyle başkalarının dediği gibi "Ben para yardımı yapıyorum, maddi yardımlar da kurbanın yerine geçer" demekle bu iş olmaz. Böyle bir ifade ahkâm-ı İlahî'de değişikliğe gitme demektir. Semavîliğin yerine arzîliği, aklîliği ikame etme demektir. Açık söylüyorum, günümüzdeki sapıklıklardan bir tanesi de budur.
Sanki başka meselelerde hiç israfımız, hiç çarçurumuz, uluorta dünya kadar parayı sağda solda saçıp savurmamız, kış kampımız, yaz kampımız yokmuş, gidip bilmem nerede kayak âlemlerine iştirak etmemiz, lüks otellerde kalıp bir sürü para sarf etmemiz yokmuş da bütün bir israf olarak kala kala bir kurban kalmış. İşte buna kurbanın başına –halk ifadesiyle- bir kelek oynama denir. Ve bu da tamamen ona büyük bir saygısızlıktır. Dinî meseleleri nereye koyuyoruz, nefsin isteklerini ve arzularımızı nereye koyuyoruz, bir bakmak lazım.
Lafla değil icraatla göstermek lazım
Evet, kurbanı güzelce ihya etmek ve onu insanlara göstermek ve öğretmek gerekir. İkinci olarak o bölgemizin insanlarının dertlerine derman olmak ve aslî ihtiyaçlarını gidermek lazım. Bir de aynı zamanda onlara karşı bakışımızın ne olduğunu ortaya koymak adına onları kucaklamak gerekir.
Güneydoğu insanına hamasî destanlarla yaklaşmak, televizyon, radyo ve gazetelerde "hepimiz kardeşiz" demek kolaydır. Her şey gibi Müslümanlığın da lafı ve nazarîsi çok kolaydır. Amelle hiç alâkaları olmayan nazarî Müslümanlar vardır. Böyle ikili konuşmalarda ben rastlamışımdır. O gibiler biraz da efelenerek "Ne biliyorsun, belki ben senden daha fazla Müslüman'ım" falan derler. Ne diyebiliriz ki böylelerine. Ama esas olan nazarî Müslümanlığı amelî Müslümanlığa çevirmektir. Allah'ın istediği, rızasına esas muvafık olan da budur.
Anadolu'nun yiğit insanları, Doğu ve Güneydoğu'da mahrumiyetler içinde yaşayan kardeşlerini yaptıkları bu yardımlarla ne kadar sevdiklerine inandıracaklar. Oralara gitmek suretiyle, onların da gelmelerini sağlayacak, arada yıkılmayan sağlam köprüler kuracaklar. Bu vesileyle onların hallerini görecekler. Benim de bundan yirmi yıl önce bazılarını görme imkânım oldu. Oralara gittim, misafir oldum. Pek çok insanın bütün hayatı bir odanın içinde geçiyor, dolabı eşyası ne varsa hepsi aynı yerde. Bir ahırları ve bir odaları var; kayınpeder de aynı odada kalıyor, gelin de. Herkes köşklerde, villalarda, saraylarda yaşamıyor. Oralara gidip bu garip insanların bu garip yaşantılarını görmek belki bizi düşünceye sevk eder. Eder de lüks israf yolunda biraz olsun bizi engeller.
Civanmert insanlar
Allah'ın izniyle insanımızda bir paylaşma duygusu da oluştu. Bizler bugüne kadar yaptığımız şeyleri bundan sonra da devam ettiririz. Kurban da keseriz, harçlık da veririz, maddî yardımda da bulunuruz. Ben diyorum ki şu ana kadar bu yardımlarla ve kurbanla kaç insana ulaşıldıysa; o insanları bir de evimizde misafir etmek suretiyle bu dostluğu derinleştirelim. Bugün Anadolu'ya bir Amerikalı gidiyor, bir Hıristiyan bir Yahudi gidiyor ve insanımızın o civanmertliği karşısında mest oluyor. Her yerde sizi anlatıyor, Anadolu insanının lehinde konuşuyor. Bunlara yaptığınız civanmertliği kendi vatandaşlarınızdan, kardeşlerinizden esirgemeniz doğru değildir. Yabancılar üzerinde yaptıklarınız bu kadar etki meydana getiriyorsa, sizin o insaflı insanlarınız üzerinde etkisi çok daha büyük olacaktır.
O bölgenin insanı çok civanmerttir. Anadolu'yu dolaşma imkânımızın olduğu bir dönemde oralarda bir yere gidiyorduk. Yol levhasını yanlış koymuşlar, biz de yanlış bir yola girdik. Meğer orası yol değilmiş. Namaz vakitlerindeki hassasiyetlerim malum. Uçakta bile olsa bir süre kılamazsam cinnet yaşarım. Neyse ki dereye yuvarlanmadan kurtulduk. Mevsim de kış olduğundan nasıl namaz kılacağız bu karın buzun içinde derken karşımıza genişçe bahçenin içinde eve benzer bir şey göründü. Evin önünde de koyunlarıyla birlikte bir adam vardı. Vakit akşama kaymaya başlamıştı, neredeyse güneş batacak. Arabayı kullanan arkadaşı o adama gönderdim. O zamanlar PKK adı da yeni yeni zuhur ediyor, biraz da endişe ettik, ne olur ne olmaz bir kötülük yapmaya kalkar. "Sen git o adama namaz kılacak yer var mı diye bir sor" dedim.
Arkadaşımız o adama doğru giderek "Biz yoldan geliyoruz, vakit çıkmak üzere acaba namaz kılacak bir yer olur mu?" dedi. Bizi tanıdığı ettiği yok adamın. Hemen büyük bir samimiyetle "Aman efendim ne demek!" dedi. Geldi yanımıza bizi aldı evine, yatak odasına götürdü. Biz hâlâ kuşku taşıyorduk. Hemen leğeni, ibriği getirdi. Su döktü, abdest aldık. Ve biz o adamın tek gözlü evinde yatak odasında namaz kıldık. Ayrılırken çocuklarını gördüm. Elimizde bir şey olsaydı da çocuklarına birer çikolata verseydim diye çok mahcup oldum. Bu hadiseyi hiç unutmam. Bu tür hadiseleri hem Halep'te[2] hem Kilis'te hem de Türkiye'nin doğusunda ve güneydoğusunda yaşadım ben.
Kopmaz bağlar ve müştereklerimiz
Bizim müştereklerimiz arasında öyle kopmaz bir bağ, öyle ciddi bir irtibat var ki belki öyle küçücük bir şeyle bunu canlandırmak mümkün olacak. İşte bu Kurban Bayramları, Ramazanlar bunun için çok önemli birer vesiledir. Bundan sonra yapacağımız şeylerden biri de, kendi civanmertliğimizi, yürek enginliğimizi, kucaklayıcılığımızı onları evlerimizde misafir ederek göstermek olmalıdır. Şekavet düşüncesi ve vatanı parçalama gayretleri karşısında elbette ki dağdaki eşkıyaya karşı silah kullanmak icap eder. Ancak gönülleri fethetmek meselesi de çok önemlidir. Bu vesilelerle biz o insanları ebediyyen kazanırız. Hiç kimse çocuğunun dağa çıkmasına meydan vermez; onları güvenerek size havale ederler. Nitekim şimdilerde yüzlerce, binlerce, talebe Doğu'dan, Güneydoğu'dan Batı'ya geliyor. Üniversite hazırlık kurslarında, üniversitelerde, okullarda okumak suretiyle toplumun bir kesimi diğer kesimini daha içten tanıma fırsatı yakalıyor. Her sene yeni bir şey ilave ederek, farklı şeyler ortaya koyarak, bıktırmadan o insanların gönüllerini fethetmek lazım. Bunu yaparken de yılların ihmalinden oluşan sertliklerin yontulacağını, törpüleneceğini düşünmek erken olur.
Gönülleri fethetmek lazım
Asr-ı saadette yaşanan bir tablo bu konuda ne güzel örnektir. Ebu Süfyan, Müslüman olma hususunda tereddütlerini ortaya koyunca Hazreti Halid, "Kelleni alırsam tereddütlerin biter" diye çıkışır. Bunu gören Bilal-i Habeşi "Yapma ey Halid! Bazen bir insana bir gün yeter, bazen bir ay, bazen bir yıl" der. Bazen kazanımlar, gerçekten kazanma dediğimiz şeydir. Bazen fethedeceğimiz bir gönül değil, gönüller olur. Orada bir kanaat önderinin gönlünü kazanırsanız o da etrafına açılır ve içtenlikle dökülürler. Dolayısıyla en azı nedir bu işin? En azı sizin hakkınızda suizandan kurtulurlar. İkincisi sizin hizmetinizi takdir ederler, çevrelerinde anlatırlar bu meseleyi. Sonra dualarında sizi unutmazlar. Neticesinde vifak ve ittifak olur. Vifak ve ittifak ise Tevfik-i İlahiyi doğurur. Böylece o ayrılığı-gayrılığı kendi hesabına kullananlara da fırsat verilmemiş olur. Bakın zincirleme bir sürü fayda meydana geliyor burada. Biz de inşallah bunu yaparız Allah'ın inayetiyle.
Muzırlık yapana, zapt u rapt altına alınmasa bile sabretmeliyiz. Potansiyel insanı hakiki insan etme yolunda çaba sarf etmeliyiz. Sizin getireceğiniz o insanların çoğu sizden bizden daha çok Allah'a bağlıdır. O'nunla irtibatları vardır. Çağımızın hastalıklarından kaynaklanan bölünmeler olmuş olabilir. Ancak bu insanlar aldatılıyor.
Buraları bölüp parçalayan ve o şekilde idare etmek isteyen çevrelere karşı bizim yapacağımız şey de onları birleştirme ve kaynaştırma, bütünleştirme olmalıdır. Büyük Zat'ın (Bediüzzaman Said Nursî-EN) dediği gibi Allah'a iman, peygambere iman, İslam'ı kabullenme, tarih birliği, mücadele ettiğimiz cephe birliği gibi ortak noktalarla o insanlarla yeniden birlik tesis etme gayretine girmeliyiz. Kurban bu konuda hayırlı bir vesile olabilir.
Sonra onları kendi evlerimize, yerimize çağırmalıyız. Laz'ı Çerkez'i, Kürt'üyle Anadolu'da herkesin tereddütsüz paylaşabileceği değerlerimiz var. Birleştirmeye matuf şeyleri ortaya çıkarıp müşterek aynı şeyleri yaşamak lazım. Kederde tasada kıvançta beraber olalım diye söylenen sözler lafta kalmaması, esas bunların fiiliyata dökülmesi lazım. Nazari olarak söylenince bunlar destan gibi kalıyor. O iş için gitmek gelmek, bir şeyler götürmek önemlidir. Güneydoğu ile kardeş kentler, kardeş köyler, kardeş belediyeler ve kasabalar tesis etmek doğru olabilir. Her ne şekilde olursa olsun sertleştirmelere karşı bizim ortamı hep yumuşak tutmamız, yumuşatmamız lazım. Elalem bu meselenin orada öylece kronik olarak kalmasını istiyor. Harici bir müdahale ile sürekli virüs pompalayarak orada devamlı bir yaranın kanamasını istiyorlar. Biz de o problemi kaynak teşkil eden şeyleri bertaraf ederek ortamı hep yumuşak tutmamız ve etrafı yumuşatmamız lazım. Türkiye'deki insanların birbiriyle olan kardeşlikleri adına bu çok önemlidir.
Sadece Doğu'ya gitmek mesele değil. Şimdi İstanbul, Mersin, Antep gibi yerler Güneydoğu'dan gelen insanlarla dolu. Belki önce buralardaki insanlara ulaşmak gerek. Şimdiye kadar eğitim adına insanımıza ne götürmüşsek aynısını bu bölgelerimizde de yapmak lazım. Üniversitede okumadır, hazırlık kursudur, barınmadır değişik imkânları yeniden seferber etmek gerekir. Bu yolla daha çok kimseye iş imkanı sağlamak ve bizi kardeşliğimize götürecek başka şeylere yelken açmak lazım. Batı bölgelerimizde bu insanlarımıza değişik imkanlar sunarak kazanmak lazımdır. Ehli himmet insanlarımız önümüzdeki dönemde daha fazla okul ve üniversite açarsa inşallah bu problemi daha rahat aşarız. Daha çok kimseye ulaşabiliriz. Bunların hepsi imkan dahilindedir, hepsi yapılabilir, planlanabilir. Bizi öyle derinden kaynaşmaya götürecek bütün faktörleri değerlendirmek lazım.
[1] "Allah'a kulluk edin, O'na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez." (Nisa Suresi-4/36)
[2] Hocaefendi 1986 yılı Eylül ayında Hacdan karayolu ile Türkiye'ye dönmek zorunda kalmıştı. Hakkında bazı iddialar ileri sürülmüş ve arandığı yolunda gazetelerde haberler çıkmıştı. Bu nedenle bazı sıkıntıların yaşandığı o günlerde Halep yoluyla Kilis'e gelmiş ve dikenli tarlalardan yürüyerek Türkiye'ye geçmiştir. Sınırı yaya olarak geçerken bazı köylerde uğradığı insanların evlerinde namaz kılmış, yemeklerini yemiştir. Burada o günleri yad etmeden de geçemiyor. Bu konuda "Suriye Sınırındaki Mayın Tarlasında Ölümle Dans Etti" ve "Altın Kafeste Vatan Hasreti" başlıklı yazılara bakılabilir.
"Bizi Birbirimizden Koparamazlar" başlıklı sohbetin deşifre edilmiş hali olan bu metinde gramer açısından tasarruflar yapılmıştır.
- tarihinde hazırlandı.