Peygamberimiz (sas) ve 4 halifenin devlet hazinesi hassasiyeti
Beytülmal-i Has hakkında Resul-i Ekrem bizzat kendi hayat-ı seniyyelerinde ve daha sonra da raşid halifeler, daha sonra da melikler, daha sonra melik-i adudlar, hep aynı istikamette hareket ettiler. Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hususi beytülmalden kendi mübarek iaşelerini temin ediyordu. Aynı zamanda sefirleri karşılıyordu. Devletlere göndereceği hediyeyi gönderiyordu. Bu hakkı doğrudan doğruya Kur’an ona vermişti ve bakiyesini de Beytülmal-i Mutlak’a iade buyuruyorlardı. Raiyetinin en küçüğü kadar, belki en küçüğünün de yarısı kadar geçimini temin edebilecek şekilde geçimini temin ediyordu. Tebanın en küçüğü günde kaç defa yemek yer? Bir defa. Resul-i Ekrem, bir defa yemek yiyordu. Vakıa onun günde bir defa yemek yediği de çok azdır ama o bir defa yiyordu; çünkü tebanın en küçüğü günde bir defa yemek yiyor. Tebanın en küçüğü ne kadar elbise giyiyor? Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) o kadar giyiyordu. Onun bir geriliği [Her zaman giyilmeyen, yabanlık elbise] vardı, bayramlarda sefirler geldiği zaman heyetleri karşılarken giydiği; bir de her gün hayat içinde hayatla boğuşurken giydiği, mücadele ederken giydiği elbisesi vardı, başka yoktu. Tebasının da durumu bu merkezdeydi. O bir devlet reisiydi, vaziyeti bundan ibaretti. Bu hususi beytülmal, devlet reisinin elinde, başta Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) elinde olduğu gibi, bir bakıma bugünkü manasıyla mestur aidat gibi, onun tasarrufuna tevdi edilmiş. Fakat vicdanda yasakçı, bekçi vardı. Ağzına götüreceği arpa kadar haram ve şüpheli şeyden dahi tir tir titriyordu. Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) çok defa muharebeye giderken, mesela Bedir’e giderken bineği yoktu, yaya gitmişti oraya kadar. Askeriyle beraber yaya gitmişti. Uhud’a çıkarken Resul-i Ekrem’in bindiği bir atı bilmiyoruz. Bazı zamanlarda Resul-i Ekrem’in bir devesi, bağışlayın, bazı zamanlarda bir Düldül’ü oldu, bir katırı oldu. (Katır onun katırı olması itibarıyla -ismiyle belki içinizde münker bir şey ama- o katırın ayağını bastığı yeri ben gözüme sürme diye çekerim. Allah’ın, fakiri o katırla haşretmesini arzu ederim. Resul-i Ekrem’in Düldül’ü. Bağışlayın, derken belki o katıra karşı nezaketsizlik yaptım. Çünkü o herhangi bir varlığa benzemez. Kainatın Fahri’nin üzerine bindiği varlıktır.) Bazen bunları görüyoruz ama çok defa bunlardan haberimiz yoktur. O Düldül’ü Mukavkıs kendisine hediye etmişti. Kendisine Adva namında bir de deve hediye edilmişti. Hayatının son demlerine doğru buna biniyordu. Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) raiyet ve tebasının en küçüğü kadar bir hayat yaşıyordu, en basit bir hayat yaşıyordu.
Daha sonra raşid halifeler bu hudut ve bu çizgiyi tecavüz etmediler. Seyyidina Hazreti Ebu Bekir adım be adım aynı şeyi yaptı. Ömer, adım be adım aynı şeyi yaptı. Bir gün Efendimiz’in zevcelerinden, kendi kızı Hazreti Hafsa dedi ki “Babacığım, şöyle güzel bir elbisen olsa, büyük bir devlet reisisin, İran’dan Turan’dan insanlar geliyor, onları karşıladığın zaman onu giysen.” Hazreti Ömer, “A be kızım, sen benden evvel gelip giden iki arkadaşımın yanına gitmemi istemiyor musun? Ben öyle yaparsam nasıl Ebu Bekir’e ve Resulullah’a vasıl olurum? Nasıl onların yanında yerimi alabilirim?” diyerek endişesini, korkusunu ve tasasını izhar etmişti. Seyyidina Hazreti Osman cibillî olarak zengin idi, babadan kalan serveti vardı ve ticaret yapıyordu. Kendinden evvel Efendimiz devrinde ve raşid iki halife devrinde büyük kervanlar çıkarıyor, Şam ve Yemen arasında kervanlar teşkil ve tesis ediyordu. Çok zengindi. Ama bununla beraber Allah yolunda her şeyini infak etmesini biliyor ve Mescid-i Nebevî’de veya Mescid-i Haram’da kumlar üzerinde yatmasını biliyor, başına kumdan bir yastık yapmasını da biliyordu. Devletin bizim devletimiz kadar otuzunu, kırkını yuttuğu bir dönemde yapıyordu bunu. Halk arasında zekata muhtaç insanın bulunmadığı bir dönemde yapıyordu. Rahatlıkla yapabiliyordu bunu; çünkü Resul-i Ekrem’in getirdiği saf hayatın muktezası, onlara vasıl olmanın yolu bu idi ve o bu yolda ısrar ediyordu.
İşte Beytülmal-i Has böyle emin insanların elinde bu şekilde sarf ediliyordu. Allah’tan çok korkan ve beş paralık bir muhasebenin dahi kendilerini öbür âlemde batıracağı endişesini taşıyan bu türlü insanların öyle bir beytülmalde suistimal etmeleri asla ve kat’a düşünülemez. Cenabı Hak insanımıza insaf ve izan ihsan eylesin. Başta ve ayakta bizi lüksten, israftan, sefahatten ve dolayısıyla ruh sefaletinden masun ve mahfuz eylesin, halas eylesin. İnsan, ruhuyla sefil olduktan sonra, bağışlayın, Allah’tan kopuk olduktan sonra kurşun girmeyen camlı arabaların içinde dursa dahi mukallit bir mahluk hüviyetinden ileriye gidemez. Onun için ruh ulviyeti, hissiyat ulviyeti, düşünce ulviyeti, hasbilik ve samimiyet Hazreti Ömer kumda yatsa dahi gökteki meleklerden daha aziz, Cibril’le omuz omuzadır. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) “Gökte benim iki vezirim var, yerde de iki vezirim var. Gökte Cebrail ve Mikail benim vezirlerim, yerde Ebu Bekir ve Ömer benim vezirlerim” derken Ebu Bekir’i, Ömer’i, Cebrail ve Mikail’in yanına kor. İsterse kumda yatsın. İsterse vasıtasız Şam’a kadar bir köle gibi seyahat etsin. Fark etmez. Ruh yüceliği var ya! Allah katında yücedir. Allah ruhen zelil olduğumuz halde aziz görünme gibi maskaralıktan bizi muhafaza buyursun.
Bu klip Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 14 Eylül 1979 tarihinde İzmir Bornova Merkez Camii'nde vermiş olduğu vaazdan istifade edilerek hazırlanmıştır. Vaazın tamamına Nil.tv sitesindeki http://www.nil.tv/vaaz-detay/vaaz/tumu/seri/326 adresinden ulaşabilirsiniz.
- tarihinde hazırlandı.