Milletlerin Ömrü

Milletlerin Ömrü

Soru: Osmanlı tarihinde “Lale Devri” ismiyle bilinen bir zevk ve eğlence döneminden bahsedilir. Bu dönemin, Osmanlı’nın yıkılışına bir işaret olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Osmanlı tarihinde 1718-1730 yılları arasında geçen süreye ‘Lale Devri’ denilmiştir ki bu devir, Osmanlı Devleti’nin artık baş aşağı gitmeye başladığı bir devirdir. Her milletin kaderinde böyle devirler vardır ve bundan kaçmak çok zordur. Ancak Allah dilerse -ve insanlar da gerekli sebepleri yerine getirirlerse- gelişme, kültür ve irfan devrini uzatabilirler de…

Milletler de insanlar gibidir. Doğar, emekler, yürür, büyür, yaşlanır ve sonra da ölür giderler. Büyüme devrinde fertler çok samimidirler, inandıkları dava uğruna ruhlarını seve seve feda edebilirler. Bu devirde insanları, rahat bir yatak aramadan, yerde yatarken görürsünüz. Ancak daha sonra bu durum değişir ve bir ülfet ve kokuşma dönemi başlar. Meselâ bir fert, talebe iken son derece mütevazıdır, hasırın üzerinde yatar ve günde bir defa yemekle yetinir. Talebeliği sona erip de bir göreve geldiği zaman bakarsın birden değişivermiş.

Milletlerin hayatında da aynı şeyler bahis mevzuudur. Yükselme devresi sona erdikten sonra millet; duygusu, düşüncesi, kılığı ve kıyafetiyle yavaş yavaş değişir. Topkapı, Dolmabahçe olur. Arkadan Çırağan gelir, yetmez Yıldız yapılır. Lüksün, zevkin ve sefahatin yerleri birbirini takip eder gider. Daha sonra eğlencelere dalarlar, bunu gaflet takip eder ve ardından Allah’ın gazabı gelir. Bu âkıbet her milletin tarihinde vardır ve insanlık, var olduğu günden bugüne bu akıbetten kurtulamamıştır. Ancak biz, bu sürecin en uzununu yine Müslümanlıkta görüyoruz. Mesela, Râşid Halifelerden sonra gelen Emevilerin içinde birçok sefih ve ahlâksız yönetici olmasına rağmen, devlet bünyesi çok sağlamdır. Gerek halk, gerekse ordu dimdik ayaktadır ve bu sebeple Emeviler uzun zaman ayakta kalabilmiştir. Bu durum nispeten Abbasiler için de geçerlidir. Ancak Râşid Halifelerden sonra bünye olarak en sağlam devlet Osmanlılar olmuştur. Bunu kimse inkâr edemez. Saffet, sadelik ve duruluk Osmanlı’da uzun zaman devam etmiştir. Fakat hayatlarında ihtişam, debdebe, lüks ve israf başlayınca onlar da yıkılıp gitmişlerdir.

İşte ‘Lale Devri’ böylesi bir hayatın yaşandığı bir devir olmuştur. O devirde Gazi Giray gibi gazaya giden insanlara dem tutma yoktur. Nedim’in “sadâbâd”ları, beşerî duyguları, behîmî arzuları kamçılayan şiirler ve yazılar vardır. Bu bir baş aşağı gitme devresidir. Osmanlılar böyle bir duruma düşmeyebilirler miydi? Bu mevzuda bir şey söyleyemeyiz. Ama ömürlerini uzatabilirlerdi. Dişlerini sıkıp fikir adamları yetiştirebilselerdi, padişahlar orduyla beraber gazaya çıkmaya devam etselerdi, askere yüce idealler aşılanabilseydi, devre göre eğitim müesseseleri açabilselerdi, yüksek tahsil yapan kimselere yüce duygular ve idealler aşılanabilseydi, ömürlerini belki biraz daha uzatabilirlerdi. Ne var ki hakikatte Osmanlı da devresini tamamlamıştı.

Milletler için beş devre mevzubahistir: Yükselme devresi, kültür devresi, sanat devresi, zevke dalma devresi ve daha sonra Allah’ın gazabına maruz kalma devresi. Her millet bu beş devreyi mutlaka yaşar, kimse bundan kurtulamaz. Yalnız bu devreler uzayıp kısalabilir. Osmanlı’da bu devreler altıyüz senede tamamlanmıştır. Bunun üç yüz senesi yükselme dönemidir ki, haddizatında bu çok müthiş bir hâdisedir. Fakat bir süre sonra diğer devreler birbirini takip etmeye başlar ve artık baş aşağı gidişin önü alınamaz.

Biz Müslümanlar olarak, aslında bu türlü fikrî ve ruhî bozulmayı şiddetle reddederiz. Her zaman zindeliğin ve canlılığın yanındayızdır. Yükselme döneminde nasıl saf ve sade yaşıyorsak ileride de –inşâallah– bu saflığımızı bozmamalıyız. Bu elimizde midir, değil midir? Bu mevzuda bir şey diyemeyeceğim. Fakat bugün çok büyük meseleleri omuzlayan insanlar, nasıl yüce bir mevkide bulunduklarını ve kendilerini nasıl ciddi vazifelerin beklediğini düşünerek hayatlarındaki saffeti bozmamalıdırlar. Bir insan, her şeye sahip olduğu anda, hiçbir şeye sahip olmadığı zamandaki hâlet-i ruhiyesini muhafaza edebiliyorsa, Allah’ın izniyle onun canlılığını devam ettirmesi mümkündür. Resûl-i Ekrem hayatı boyunca çizgisini hep korumuştur. Mekke’nin fethinden sonra Müslümanlar için dünyalık nimetler de çoğalmaya başlamıştı. Belki çoğu kimsenin evi halılarla döşenmişti, fakat Allah Resûlü’nün evinin tabanı hâlâ topraktı ve üzerinde sadece bir battaniye vardı. Herkes Mekke’ye muzaffer bir ordu edasıyla girerken O (sallallâhu aleyhi ve sellem), bineği üzerinde iki büklümdü ve bu tavrını hiçbir zaman değiştirmemiş, yaşayışını bozmamıştı. İşte böylesi bir hayat tarzı, yüce insanların kâmetine uygun yüce bir yaşayıştır.