İnsanın mahiyeti meleklerden ulvîdir

İnsanın zikredilen özellikleri ile meleklerden daha üstün olduğunu söylemiştik. Evet, melaike-i kiram, konumları veya içinde bulundukları buud itibarıyla, bizim bildiğimiz fizikî âlemin dışındadırlar. Fizikî dünyaya müdahaleleri olabilir, oraya bir akisleri olabilir, bir ayna gibi yansıyabilirler; fakat onlar bu âlemin dışındadırlar. Siz fizik kurallarınızla onları tesbit edemez, değerlendiremez, mânâlandıramaz, çözemez ve tahlil edemezsiniz. Melekler gibi, ruhanîler de böyledir. İşte böyle melekler ve ruhanîler gibi bilemediğimiz şekilde, Allah’ın nâmütenâhi cünûdu (askerleri) vardır kâinatta ve kâinatın zerratı adedincedir onlar. İnsana gelince, o, fizik âlem içinde yaşamaktadır. Dolayısıyla fizik âlemine müdahalede bulunabilir. Ayrıca o, çok yönlü olması itibarıyla, bu fizik âlemini de aşarak daha başka âlemler ile temas içinde de olabilir.

Mesela bir Esmâ (Cenâb-ı Hakk’ın isimleri) âlemi var; o âlemin, bu kâinatla, yani fizikî âlemle irtibatı var ve şuurlu varlıklar arasında bu fizikî âlemle temas içinde olan sadece insan. Cenâb-ı Hakkın sıfât-ı sübhaniyesi, esmâ-i ilâhiyesi var ve bunlardan bizim bilebildiklerimiz bilemediklerimize nazaran çok çok az. Bunlar arasında hiç kimseye bildirilmeyen ve hadisin ifadesiyle nezd-i ulûhiyette isti’sar edilen (Cenâb-ı Hakk’ın kendisine has kıldığı) isim ve sıfatlar da var. İşte bazı insanlar, “esmâ” ve “sıfât” âlemine irtibatla, Cenâb-ı Hakk’ın herkese malum olmayan isim ve sıfatlarına ulaşabilirler. Böylece insan bu fizik âlemini de aşmış, onun ötesine geçmiş olur.

Bu durum esmâ ve sıfât haricinde de söz konusudur. Mesela insan fuâd (kalb) ufkundan varlığa ve varlık ötesine baktığı zaman ceberût âlemini temaşa eder. Bütün sıfatların hakikatlarını görür, görür ve sır ufkuna vasıl olur. Bu defa Cenâb-ı Hakk’ı müşahede imkânına ulaşır ve Cenâb-ı Hak’la arasında bir tür muamele cereyan eder. Bu, Allah’ın bir çeşit taltifidir, ihsanıdır. Mesela, Cenâb-ı Hak sübühat-ı vechiyle onun çehresini aydınlatabilir. Öte yandan Allah, varlığa sübühât-ı vechi ile temasta bulununca salikin hissinde her şey yanıp kül olur, müzmahil olur, çözülür gider. Geride sadece “O” kalır. İşte bu seviyedeki birisi, Muhyiddin İbn Arabî gibi “Lâ mevcude illâ Hu” (Ondan başka mevcut yok) diyebilir ki, bu sübjektif bir mülâhazadır.

Kırık Testi