Güneydoğu Problemi ve Kürtçe Eğitim
Güneydoğu problemini sadece PKK ve "hizbulvahşet" temelinde algılayıp, çözümü de bu iki terör örgütünün yalnızca "askeri" açıdan çökertilmesinde aramak, bünyeyi sarmış bulunan kanseri sadece harici semptomlarından ibaret görmek demektir. Bu iki terör örgütü, yıllarca ihmal edile edile ve yanlış tedavi yöntemleriyle kanser haline gelmiş bir rahatsızlığın sadece dışa yansıyan iki yarasından ibarettir. Bir bünyede kanser oluşmuşsa, bunda hem harici, yani kanser yapıcı faktörlerin, hem de dahili, yani bizzat bünyeden kaynakların faktörlerin rolü vardır. Bunun gibi, eğer bir yerde bir problem şu veya bu şekilde, şu veya bu ölçüde bir zemin bulabiliyorsa, bunun sebepleri hem problemin bizatihi kendinde, hem de ortaya çıktığı zeminde aranmalıdır. Aksi halde, yine yanlış teşhis ve tedaviden kaynaklanacak yeni komplikasyonlarla problem, semptomları yok edilmiş görünse de, çok geçmeden daha büyük boyutlarda karşımıza mutlaka çıkacaktır.
Güneydoğu'nun son bir asırlık tarihine sathi bir bakış bile, bu gerçeği doğrulamaya yeter zannediyorum. Güneydoğu problemini sebepler ve çözüm yolları temelinde tartışmak bir günlük gazete makalesinin çapını çok aşacağı için, şimdilik sadece bu probleme bir çare olarak önerilen Kürtçe eğitim üzerinde bir nebze durmakta fayda var. Temel insan haklarının öne çıktığı, etnik farklılıkların bir realite olarak tanındığı günümüzde 15-20 milyonluk bir halka kendi dilinde eğitim yapmayı yasaklamak, ilk bakışta bir hata, bir hak ihlali gibi görünebilir.
Fakat, bazı hak ve özgürlükler savunulur ve gündeme getirilirken, çok defa netice, paradoksal biçimde bizzat o hak ve özgürlüklerin aleyhinde tecelli edebilmektedir. Bunun iki sebebi vardır:
1. Söz konusu hak ve özgürlükler, çevrili bulunduğu şartlar ve genel ortamdan ayrı olarak ele alınır ve dolayısıyla, "Bir şey elde ettiniz; ama çok şeyi kaybettiniz" anonim sözünde ifade olunan netice ortaya çıkar. Şimdiye kadar misallerimizi insan sağlığından verdik; yine insan sağlığından verecek olursak, herhangi bir organda meydana çıkan arıza giderilmeye veya o organın daha fazla gelişmesini sağlamaya çalışırken, bünyenin genel yapısı ve sağlığı nazara alınmazsa, sonuçta bünyenin ölümüne bile yol açılabilir.
2. Söz konusu hak ve özgürlükleri savunanlar bu konuda samimi olmayıp, bununla başka maksatlar gütmekte, başka neticeler elde etme niyetinde olabilirler. Bu savunanlar, bilhassa haklarını savundukları kişi, grup, toplum veya ülkeyi yıllarca kendi çıkarları adına istismar eden başkaları ise, bu konuda mutlaka birtakım "art niyetler" aranmalıdır.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin, "temiz toplum"a nasıl ulaşılabileceğiyle ilgili olarak sıraladığı birtakım prensipler vardır ki, bu prensiplerden bilhassa bazıları bütün problemlerimizin çözümü ve bu arada "Kürtçe eğitim" meselesi için de son derece önemlidir:
1. Her türlü problemin çözümünde niyet son derece halis ve bu halis niyetin uygulamaya konmasında takip edilecek metot, üslup ve yapılacak muameleler de doğru olmalıdır. Uzun zaman da alsa, en köklü çözüm, içinde yanlışlık bulunmayan veya çok az bulunan çözümdür.
2. Her problemin çözümünde, yeniden büyük devlet ve önemli bir güç olma yolunda yürüyen, kaderin bu noktada eline altın tepside fırsatlar sunduğu ülkemizin itibarı, genel milli itibarımız kat'iyyen yara almamalıdır.
3. Milli problemlerimizin hiçbiri iç politikada istismar malzemesi yapılmamalıdır.
4. Devlet yapısı üzerinde sonu belirsiz oyunlar oynanmamalı, devletin, kurum olarak meşruiyetine zarar verilmemelidir.
5. Lokal çözüm arayışına gidilmemeli, çözümde rahatsızlığın köküne ve temellerine inilmelidir.
Evet, Güneydoğu problemi gibi, bu problemi çözmede bir unsur olarak takdim edilen Kürtçe eğitim, öncelikle bu bölgeyi yıllardır, hatta bir asırdır istismar eden birtakım harici güçler tarafından önümüze konmaktadır. İkinci olarak, dünyanın en demokratik ülkeleri bile, bir yandan etnik tanımalar ve temel özgürlüklerden bahsederken, bir yandan da, hiçbir şekilde kendi milli bütünlüklerinin zedelenmesine imkan tanımamakta, buna imkan tanımak şöyle dursun, bilhassa dil ve kültür faaliyetleriyle hakimiyetlerini yalnızca kendi içlerinde ve milli sınırları dahilinde değil, uzanabildikleri her yerde yerleştirmeye ve pekiştirmeye çalışmaktadırlar.
Osmanlı Devleti'nin beş asır hükmedip, terk ettiği ülkelerin hiç birinde Türkçe bugün ana dil olarak konuşulmamasına mukabil, 700 milyonluk Hind alt kıt'asının, Avustralya'nın, ABD'nin, Güney Afrika'nın ve daha pek çok ülkenin İngilizceyi, hem de 1-1,5 asır içinde adeta ana dil olarak kullanır hale gelmesi ve o gün bugündür kullanması; ayrıca dünya üzerindeki ABD hakimiyetinde Amerikan kültürünün yanı sıra, bu kültürün en önemli taşıyıcılarından birinin İngilizce olması üzerinde durulmalı değil midir?
Bunun gibi, "demokrat" dünya bir yanda etnik farklılıkları tanır görünürken, bir yandan ortak değerler üzerinde kamplar, birlikler, konseyler oluşturmaktadır. Dolayısıyla, etnik grupların beka ve hayatiyeti yalnızlıklarında değil, daha büyük bir bütün içinde yer almalarındadır. Güneydoğu problemi bizatihi bir Güneydoğu problemi değil, bir Türkiye problemidir. Dolayısıyla, bütün milli problemlerimiz çerçevesinde ele alınıp, değerlendirilmesi gerekir. Asırlarca Türk kardeşleriyle beraber bir arada yaşamış bulunan Kürt kardeşlerimiz, yalnızca Güneydoğu'da değil, Türkiye'nin her tarafındadır. Tek başına bu gerçek bile, birtakım harici dayatmalarla uygulamaya konacak bağımsız bir Kürtçe eğitimin nasıl bir kargaşaya yol açacağını ve neticede kat'iyen Kürt kardeşlerimizin lehine değil, Türkiye'nin ve dolayısıyla onların da aleyhine, ancak onu dayatanların lehine olacağını görmeye yeter.
Ayrıca, bugün Güneydoğu problemini bir "Kürt" problemi haline getirenler, buradan arzu ettikleri "etnik" çerçevede bir çözüm çıkarırlarsa, hiç şüphesiz, yarın Türkiye'nin başına daha başka "etnik" problemler açacaklar, milli ve demografik bünyemizin zenginliğini ve güneşin yedi rengi gibi renklilik içinde birliğini oluşturan Laz, Çerkez, Abaza, Dadaş… isimlerini etnik farklılık ve problem haline getirecekler, daha sonra da, yıllardır "kaşımak"la birlikte, henüz netice alamadıkları mezhep farklılıklarını gündeme taşıyacaklar, ülkeyi bir defa da bununla içten parçalama yoluna gideceklerdir. Problemlerimize çözüm ararken, her şeyden önce problemden problemler üretmenin ve çözüm yollarını problem haline getirmenin en büyük problem olduğunu kavramak mecburiyetindeyiz.
- tarihinde hazırlandı.