Sığınma Kapısı
Tevbe, sürçüp düşmesi mukadder olan insan için yeniden doğrulma yoludur. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ifadeleri içerisinde tevbenin, "Hataları itiraf edip pişmanlıkla kıvranmak, fevt edilen sorumlulukları yerine getirerek, yeniden toparlanıp Cenâb-ı Hakk'a yönelmek" ve "Ferdin, bir kısım iç deformasyonlardan sonra yeniden safvet-i asliyesine dönüp özüyle bütünleşmesi veya sık sık kendini yenilemesi" şeklinde tarifleri yapılmıştır. Mahiyetimizde olan her türlü negatif duygular ve haller için Rabbimiz bir de hal çaresi takdir etmiş ve hastalıklarımızdan kurtulma yolu göstermiştir. İnsanın günaha açık olmasına, sürekli nefis ve şeytanın dayatmalarıyla kulluk hayatında zikzaklar çizmesine karşılık, kalpte oluşan günah lekelerinden kurtulma ve yeniden hayata dönüş için istiğfar ve tevbe Allah'ın biz aciz kullarına bir hediyesidir.
Esas olan safveti muhafaza
İnsan için esas olan; safveti devam ettirme, günaha düşmeme ve Zat-ı Uluhiyet için bir ayna olan kalbini muhafaza ederek hep ona aynalık vazifesini korumaya çalışmaktır.. saffeti ayn-ı iffet sayıp onu koruyup ayna olan kalblerin lekehane olmasına meydan vermemektir. Bu muhafaza gayret ve hassasiyeti ile zamanla günahlara karşı kalpte bir tepki oluşur. İnsan her ne zaman Allah'ın hoşnut olmadığı bir şeyle karşılaşırsa ondaki marifet ufku harekete geçer ve bu türlü hatalara girmeden hemen uzaklaşıverir. Allah'ın her zaman insanı görüp hareketlerini kontrol ediyor olması bizi teyakkuza çağırıyor ve ardından da Allah'ın bizi insan olarak yaratması, 'kulum' hitabına mazhar kılması ve bütün bunların yanında bir de sevdiği kullarıyla beraber olmayı bu kısacık dünya hayatında bize bahşetmesi, biraz daha bizi, O'nun bütün bu nimetleri karşısında tefekkür ve tezekküre zorluyor. Günaha ayağını atarken durup düşünme, dikkat etme, her harekette "Allah buna nasıl bakıyor" düşüncesiyle adım atma ve kerih olanları karşısında haya duygusuyla hemen adımını geri çekme kulluk adına ne kadar da önemli. Dünyadayken işin uhrevileşmesi...
Düşme mukadder
Safvetini her zaman muhafaza edemeyen ve ara sıra tökezleyen insanların sayısı az değildir. İnsan mahiyetinde melekiyetin yanında şeytaniyeti de barındırır. Hisleri itibariyle bazen öyle coşar ki bütün latifeleriyle kulluğunu duyar ve meleklerle atbaşı hisseder kendisini; fakat bazen o kadar alçalır ki, daha sonra düşündüğünde kendisi bile bu kadar alçalacak haltlara nasıl kalkıştığına akıl erdiremez. İşte bizim bu yazı çerçevesinde bahsetmek istediğimiz konular bugün biraz daha çok karşımıza çıkan, bazen istemeyerek bazen de kasden düştüğümüz hatalar, günahlar ve bunlardan kurtulma ve yeniden hayata dönme adına tevbe ve istiğfarın rahmet boyutu.
Her şeyden önce bugün kul hakkının çok öne çıktığını zannediyorum. Kul hakkı ise tevbe ve istiğfar adına çok önemli bir boyuttur. Tevbelerin kabul olması için üzerimizdeki kul haklarını helal ettirme ve Allah'ın huzuruna giderken üzerimizde hak kalmaması için gayret gösterme ciddi önem arzeder. Bugün öğrenci evleri, talebe yurtları ve vakıf müesseleri gibi beraber yaşanılan ortamların artması ve bir şekilde bir arada yaşamanın ve paylaşmanın çok olması kul hakkını biraz daha ön plana çıkarıyor ve bir şekilde insanların birbirlerine hakları geçiyor. Geriye dönüp paylaşılan şeylerde acaba ne kadar hassasiyet gösterdik veya vakıf adı altında olan müesselerde ikamet ederken ne kadar hassas yaşayıp tam bir emanetçi gibi davranabildik gibi mevzular benim çokca aklıma gelen meselelerden. Yine bugün insanlara Allah'ı ve Rasulü'nü anlatırken veya onlara bu konuda yol göstermeye çalışırken ne kadar ihlaslı olabildik, sevdirelim derken kaçırdığımız, uzaklaştırdığımız bize ve bizim hareketlerimize takılıp da daha çok uzaklaşan insanlar oldu mu acaba? Bütün bunları düşününce ciddi veballer altına girdiğimizi görüyoruz.
Günahın çokluğu
Bütün bu hak-hukuk meselesinin yanında şunu da biliyoruz ki günümüz ifritten bir çağ. Günahlarla o kadar iç içeyiz ki tabir yerindeyse eteklerimiz hep günah çamurlarına bulaşmış. Ne kadar bulaşmasın diye elbiselerimizi katlamaya, toplamaya çalışşasak da illa ki ondan bir şeyler bulaşıyor. Bu zamanda düşülen günahların, hataların bir listesi yapılmaya çalışılsa ne kadar da uzun listeler oluşur ve sanki Kuran'da anlatılan helak edilmiş kavimlerin helak olma sebebleri bugün fazlasıyla irtikab ediliyor. Böyle olunca da haliyle Allah'ın bize lutfettiği iyiyi kötüden ayırabilecek yüce duygular olan latifelerimiz de bütün bu olumsuzluklardan nasibini alıyor. Kimi latifeler zamanla ölmeye yüz tutuyor ve belki de bir daha dirilmiyor, kimileri de kirlenebileceği kadar kirleniyor ve artık hak olan, doğru olan sisli, dumanlı görünüyor bize.
Tevbe ve istiğfar kurnaları
Allah'ın merhameti ve şefkati biz aciz insanlar için hep bir sığınma kapısı olmuş, bittiğimizi, tükendiğimizi hissetdiğimizde de hep bir son ümit olmuştur. Yukarıdaki satırlarda kısaca belirtilen bu kadar negatif şeyler ve günahlarla dolu dünyamızda Rabbimizin rahmeti ve bağışlaması imdadımıza yetişiyor ve görüyoruz ki, kirlenmiş duygularımız, yıpranmış hislerimiz ve sürekli yapılan hataların oluşturduğu kalbi katılık ancak tevbe ve istiğfar arınma kurnalarıyla giderilebilir. Sürekli tevbe etmeli ve istiğfarda bulunmalı çünkü günahlar tevbe ve istiğfarla silinmezse kalbin ölümüyle sonuçlanır. Daha sonra da, günahlar karşısındaki hassasiyetimizi tartabilir ve yapılan güzellikleri, okuduğumuz evradı arttırarak hayır duygusunu kuvvetleştirebiliriz. Bizim için önemli olan yaptığımız hataları unutmama gayreti içinde olmaktır. Bir insanda en büyük talihsizlik yaptığı hataları unutma ve yaptığı iyilikleri unutmamaktır.
Tevbede temadi
Bazen günahlarımızın sürekliliği ve tekrar tekrar ahdi bozmalar karşısında Allah u Teala bizim tevbemizi kabul etmez gibi yanlış düşüncelere sapıp, Allah'ın rahmetinden ümit kesebiliriz. Fakat Allah'ın engin rahmeti karşısında kulun böyle bir ümitsizliğe düşmesi ciddi bir yanlıştır. Düşme, hatta doğrulduktan sonra tekrar yere kapaklanma insanoğlu için mukadderdir. Ümitsizliğe düşmeyip doğrulma azminde olma ise bunun yegane çaresi. Belki de Allah insanı yüzlerce kere de düşse doğrulma azmi içerisindeyken canını alır ve rahmetiyle tevbesini kabul buyurur. Ümitler yitirilmeden Hz. Adem gibi davranma ve hep sadakatle tevbe kapısında temadi içerisinde bulunma insanı yeniden safvete götürebilir. Hz. Adem'in kırk sene yüzü yerde hep mağfiret dilemesi gibi, bize de düşen gerekirse ömür boyu afv ve mağfiret peşinde koşmaktır.
Tevbe ve istiğfarda aranan bazı şartlar vardır. Bunları Hocaefendi Kalbin Zümrüt Tepeleri'nde şöyle izah ediyor:
1. Gönülden nedâmet etmek,
2. Eski hataları ürperti ile hatırlamak,
3. Haksızlıkları gidermek, hakkı tutup kaldırmak,
4. Sorumlulukları yeniden gözden geçirip fevt edilen mükellefiyetleri yerine getirmek,
5. Hata ve inhiraflarla ruhta meydana gelen boşlukları ibadet ü tâat ve gece yamaçlarında seyahatle doldurmak,
6. Ve haslar, haslar üstü haslar itibarıyla, zikr u fikr u şükrün dışında geçen hayat için âh ü enîn edip ağlamak; duygu ve düşüncelerine kasdî olarak mâsivâ bulaşmış olabileceği endişesiyle sarsılıp inlemek..
Peygamber Efendimiz'in istiğfarı
İnsan topluma veya bir cemaatin başına gelen musibetlerde, muvaffakiyetsizliklerde kendi günahlarının sebep olabileceğini düşünebilir, ardından da sürekli tevbe ve istiğfarda bulunabilir ve Allah'dan kendi günahlarından dolayı bütün insanları helak etmemesini isteyebilir. Bunun yanında umuma gelen musibet ve belalar karşısında yine istiğfarın külliyet kesbetmesi, yakarışların toplu olması da büyük önem arzeder.
Bizler bazı hadis-i şeriflerden Efendimiz'in sürekli istiğfarda bulunduğunu biliyor ve hatta bazı ifadelerde O'nun günde yüze varan istiğfarını okuyoruz. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine örnek olması açısından istiğfar ediyor veya onların yaptığı ve yapacağı hatalara istiğfar ediyor olabilir. Yoksa O'nun kendi günahlarına istiğfar ettiğini düşünmemiz doğru olmaz. Bu konuda İmam-ı Rabbani hazretleri, Efendimiz'in bu istiğfarını değerlendirirken "Efendimiz sürekli terakki içerisinde olduğundan geride bıraktığı makamlara istiğfar ediyordu" diyor. Hocaefendi de bu meseleye yaklaşırken bunları naklettikten sonra bize düşen vazifeye işaret ediyor ve diyor ki: "Efendimiz gibi Allah'ın en sevgili kulu böyle yapıyorsa biz ne kadar istiğfar etsek azdır. Bundan dolayı ben her estağfırullah derken Elfu elfi estağfirullah ve etubu ileyh diyorum; yani her istiğfar edişimde binlerce istiğfar ediyorum."
Evet ne kadar tevbe etsek, ne kadar istiğfarda bulunsak da bir kul olarak vazifemizi tam yapmış sayılmayız. Tevbe ve istiğfarın kullukta ne kadar önemli bir derinlik olduğunu gösteren ve önemli yaralarımıza işaret eden Hocaefendi'nin tevbe ile ilgili yazısındaki şu alıntıyla bitirelim; "Evet, "Cehennemden korkarım." deyip günahlardan kaçınmayan, "Cennete müştakım." deyip amel-i sâlih işlemeyen, "Peygamberi severim." deyip sünnetlere karşı alâkasız kalan biri, iddialarında ciddi olamayacağı gibi, ömrünü kat'î günah ve sûrî tevbeler arasında sürdüren, dolayısıyla da, Hakk'a dönüşlerini isyanlar arası molalara benzeteceğimiz böyle vefânâşinasların samimiyet ve hulûslarını kabul etmek de oldukça zordur."
- tarihinde hazırlandı.