Anlatmak, Anlamak, Anlaşmak

Şu üç kelimeyi peş peşe ilk defa Prof. Süleyman Seyfi Öğün'den duydum: Anlatmak, anlamak ve anlaşmak. Diyalogsuzluklara, gerilimlere ve kutuplaşmalara karşı bütün bir toplum olarak ihtiyaç duyduğumuz anahtar kelimeler bunlar.

Önce anlatmak önemli. Yani kendinizi ifade etmede, ele aldığınız meselede, bir problemin çözümü için söze başladığınızda kullandığınız üslûp nedir?

Muhatabınızı bir defa adam yerine koyuyor musunuz? Ona değer veriyor musunuz? Onun bulunduğu konuma saygı duyuyor musunuz? Yoksa tek doğru bildiğiniz kendi fikirlerinizi, asla eleştiri kabul etmediğiniz düşüncelerinizi ısrarla ve inatla karşı tarafa "anlatma"ya mı çalışıyorsunuz? Muhatabınızı "öteki" kabul ediyor, kendinizden aşağı buluyor, kendinizi elmastan, inci boncuktan, ötekilerin ağaç kabuğundan, tırnaktan yaratıldığını mı düşünüyorsunuz? Eğer böyle ise kendinizi nasıl anlatacaksınız? Bu üslûpla anlatırsanız nasıl anlaşacaksınız? Anlaşamazsanız bir arada nasıl yaşayacaksınız?

Anlatmada, evet, üslûp önemli. Bugün cumhurbaşkanlığı seçiminde komploları, andıçları, irticayı, faşizmi tartışıyorsak en başta üslûpsuzluktan kaybediyoruz. Bunun temel sebebi de paylaşmayı istemediğimiz için birlikte çalışmayı düşünmüyoruz ve anlaşmak işimize gelmiyor. Hâlbuki demokrasiyi özümsemiş isek, demokratlığı -ki içinde insaf da vardır ve insaf da dinin yarısıdır- bir erdem kabul ediyorsak, şu 2000'li yıllar için tılsımlı kelime "paylaşmak"tır. İnsanlar birbirine rağmen, ülkeler birbirine rağmen, hatta ellerinde gücü bulundursalar dahi tek başlarına, başkalarını yok sayarak, bitirerek yaşayamazlar. İnsanlar da, ülkeler de tek başlarına acziyetlerini bilmelidirler. Ben muhterem Gülen'den dinlemiştim: "Bir insan orta direk olsa bile küçük direklere ihtiyacı vardır." Hele günümüzde. "Ben bilirim, ben yaparım, asıl benim, başka herkes figüran" diyenlerin huzurlu bir geleceği yoktur.

Aileden tutun işyerinize, oradan sivil toplum yönetimine ve ülke yönetimine varasıya kadar "paylaşma"yı başarabilenler kazanacaktır.

Demokrasiyi lâfla savunabilirsiniz. Ama paylaşmayı kabullenmiyorsanız, asıl güç benim diye ortaya çıkmanız kaçınılmazdır. Anayasa'nın kuvvetler ayrılığı ilkesine rağmen, askerlerin siyasete müdahalesini savunanlara bakıyorum da, tam da itiraf ettikleri, çırılçıplak ortada kaldıkları mesele budur. "Tek koruyucu ve kollayıcı biziz", "sivil irade, üniformaya hükmedemez" dedikten sonraki hikâye kurt-kuzu hikâyesidir. Su, kurttan kuzuya doğru aksa da kuzuyu yemeyi kafasına koyan kurt "Suyu bulandırıyorsun" dediğinde bu gerekçe olur mu? İnsanı asıl şaşırtan, kurdun destekçilerinin kuzuyu azarlamalarıdır: "Sen de kurdun yanında su içmeseydin..." Kuzunun buğulu gözlerle; "Ben su içerken o yanıma geldi" itirazı insaf, vicdan ve adalet duygularını harekete geçiremiyor ki... İnsafsızlığın ve adaletsizliğin avukatlarından biri diyor ki: "Bu ülkede irtica 1946'da hem de CHP döneminde başladı. İlk ilahiyat fakültesini açtılar, ardından imam hatip okulları geldi. Amerika'nın yeşil kuşak projesi falan fıstık..." Şimdi böyle birine, üstelik yıllarca imam hatipleri savunan sağda sembol bir gazetenin genel yayın yönetmeni olmuş, en çok imam hatip okulu açmakla övünen bir başbakanın etrafında pervane gibi dönmüş birine din ve vicdan hürriyeti, demokrasi, insan hakları konusunda bir şey anlatabilir misiniz? Sizi dinler mi? Evrensel insanî değerlerde böyleleri ile bir mutabakata varabilir misiniz? İnci-boncuk, ağaç kabuğu-tırnak meselesi... Anlatamıyorsunuz, anlamıyor ve anlaşamıyorsunuz. Kabahat sizde mi?
Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.