"Ve Alleme Âdeme'l-esmâe Külleha" Ayeti Neler Anlatmaktadır?

Sûre-i Bakara'daki bu âyetin[1] mefhûm-u münîfi "Allah (celle celâluhu) Hazreti Âdem'e bütün esmâyı talim etti." Malum, isimlerin Hazreti Âdem'e öğretilmesi, Kur'ân-ı Hakim'de, Hazreti Âdem'in hilâfetinin bahis mevzuu edildiği yerde ele alınır. Melekler, insanın, cibilliyet ve mahiyetindeki bir kısım unsurlardan ötürü, yeryüzünde fesat çıkaracağı, kan dökeceği istibsarı ile Cenâb-ı Hakk'a mukabelede bulunurlar. Yani: "Yâ Rab! İnsanın mahiyetine bakınca bu, kan döker, insan öldürür, nifak çıkarır gibi görünüyor..." derler. Tıpkı, insanın yüzündeki hatlardan onun ruh ve mahiyetini okuyan insanlar gibi melekler de, Hazreti Âdem'in mânevî simasında bunu görürler. Çünkü, yerin çamurundan, hamurundan alınan bir varlığın simasında bunlar yazılıydı... Onda, ilâhî nefhaya ait başka şeyler de yazılıydı ama, melâike-i kiramın gözüne birinci şık ilişmişti. Evet, bir yönü toprak, diğer yönü nefha-i ilâhiye olan insan... Toprak yönü ile onda, şehvetler, kaprisler, hırslar, kinler, nefretler vardı; nefha-i ilâhiye yönüyle de A'lâ-yı İlliyyîn'e çıkıp ahsen-i takvîm suretini alacak ve Mele-i A'lâ'nın sakinleri arasına girecek bir kabiliyeti bulunuyordu.

İşte, melekler, Âdem'in cismaniyetine ait bu vaziyeti hissedip Cenâb-ı Hakk'a istifsarda bulundular: "Yeryüzünde nifak çıkaran, kan döken birisini mi yaratacaksın?"[2] Allah (celle celâluhu) da melekleri imtihan için önce Âdem'e esmâyı talim buyurdu; yani, taş, ağaç, kandil, toprak, avize vs... gibi şeyleri. Fakat mücerred esmâ bir şey ifade etmeyeceğinden, esmânın verâsında mücmel olarak müsemmâyı da O'na öğretti. Esasen kâinatta her şey, isim ve ismin delâlet ettiği müsemmâ (isme esas teşkil eden zat) itibarıyla iki yönü olan bir vâhiddir. Bu itibarla, Hazreti Âdem'e isimleri öğretti demek, dolayısıyla isimlerin delâlet ettikleri şeyleri de talim etti demektir. Hazreti Âdem'e icmâlen öğretilen isimlerin tafsilini Allah, Hazreti Muhammed'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) talim buyurmuştur. Evet, Hazreti Âdem'e okutulan fihristin bir kitap olarak tafsilatı Peygamberimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) anlatılmıştır.

Cenâb-ı Hak, talim-i esmâ unvanı ile, Hazreti Âdem'in halife olduğunu göstermiştir. Arzın edîm'inden, yani, yerin yüzünden alınan maddelerle yaratılan ve Âdem ismiyle yâd edilen Hazreti Âdem, Muhyiddin İbn Arabî'nin Fusûsu'l-Hikem'inde anlattığı gibi, Allah'ın (celle celâluhu) yeryüzünde halifesi ve makam-ı cem'in sahibidir. Eşyaya Âdem merceği ile bakılırsa, "vahdet-i vücud" görülür. İnsan yeryüzünde Allah'ın matmah-ı nazarı ve Onun câmi-i esmâıdır. Makam-ı fark'ın değil, makam-ı cem'in sahibidir. Allah, bu önemli mansıbın Hazreti Âdem'e ihsanını, talim-i esmâ unvanıyla ifade etmiştir.

Demek oluyor ki, Allah, Hazreti Âdem'e bütün ilimlerin hulâsasını ilham etti. Bu sayede Hazreti Âdem bir taraftan dinî hakikatlerin hulâsasını, diğer taraftan kimya, fizik, astronomi, tıp gibi ilim ve fenlerin hulâsasını vahyen öğrendi. Yani, bu mevzudaki temel kaide ve esas prensipleri; yoksa, ilim ve fenlerin nihayet hududuna kadar tafsilâtını değil. Evet, bunlar mücmel şeyler, belki de bir kısım remizlerle ifade edilen şeylerdi. Bu kadarı bile çok muazzam idi ki melâike-i kirama arz edildiği zaman bilemediler.

Bu bilememe meselesinde, şöyle bir husus anlaşılabilir: Âlem-i cismaniyet (cisimler âlemi), âlem-i ervahtan (ruhlar âlemi) daima farklıdır. Bizler bir yanımızla cismanî âleme ait varlıklarız. Bunun gibi, müşâhede ettiğimiz şu tabiat kitabının her bir parçası da, yine cismanî âleme ait şeylerdir. Cismaniyete ait canlı-cansız tablolar, bir ölçüde cismanî olmayanlar tarafından tam bilinemez. Meselâ cismanî âlemde görme, duyma buudları vardır ki, bu buudların dışına çıkılamaz. Meselâ, insanlar görülebilecek şeylerin ancak milyonda beşini görür, verâsını göremezler. Ne var ki, bu görme, duyma da, yine cismanî âlemde olur. Hâlbuki melâike-i kiramın görüş ve duyuş buudu tamamen başkadır. Çünkü onlar ruhanîdirler. Onun içindir ki, bir kısım ecsâm-ı latîfe, hatta ruhanîler ve cinnîler, âlem-i şehadeti seyretmek için, cismanî olan bir varlığın gölgesi altında, onun ceset adesesini kullanır, onun gözüyle âlem-i cismanîyi seyrederler. Senin nazarında, şu kevn ü fesattaki keyfiyet, cismanî olanlardan tamamen başkadır. Melâike-i kiram, baharı, yazı, çiçekleri, haşeratı, hevammı senin gördüğünden farklı görürler. Evet, onlar değişik buudlardan baktıkları için, senin bakış, görüş, duyuş ve hazzedişinden çok değişik şeyler müşâhede ederler. Cenâb-ı Hakk'ın Hazreti Âdem'e (aleyhisselâm) talim ettiği esmâ, âyât-ı tekvîniye, şeriat-ı fıtriye ve kâinatta cari kanunlara ait mücmel hakikatlerdi. Cism-i latîf olan melâike-i kiram, kesif cismin hassası olan bu şeyleri bir ölçüde bilemedikleri için "Senin öğrettiğinden başkasını biz bilemeyiz. Seni tesbih ve takdis ederiz."[3] dediler.

Bu iki meseleyi telif ettiğimiz zaman, şu neticeye varıyoruz: Cenâb-ı Hak, kâinattaki mücmel hakâiki Hazreti Âdem'e talim etti. Ve bu talim, gelişe gelişe olgunlaştı, kemale erdi ve Kâmil-i Mutlak, Makam-ı Mahmud'un Sahibi Hazreti Muhammed'de (sallallâhu aleyhi ve sellem) noktalandı. O, öğretilecek her şeye mazhar olması cihetiyle Muhammed, Ahmed, Mahmud ve Hâmid oldu. Yani her şeyi ile hamd ü senâya giden yolların ayrımında yol gösteren ve etrafı aydınlatan bir zât olarak zuhur etti. O'nun mazhar olduğu şeylere, şimdiye kadar kimse mazhar olmamıştı. O, bütün isimlerin mazharı Kur'ân-ı Kerim gibi, umum isimleri temsil için gönderildi; Kur'ân'a göre "Fatiha" ne ise, O da enbiyâya öyle fatiha oldu.

Fatiha'daki 7 âyetin ilk mazharı Hazreti Âdem'di ve 7 âyetin bir odak noktası (nokta-i mihrakiye) idi. Evet, Hazreti Âdem 7 sıfatın da nokta-i mihrakiyesiydi. 7 âyet ledünnî yönüyle 7 sıfata bakmaktadır, 7 hakikati göstermektedir.

Namazda insan bu işi tam temsil ettiğinden 7 uzvuyla secde etmekte ve 7 âyete bakmaktadır. Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise, Kur'ân-ı Kerim'le tafsil edilen Fatiha'nın tamamına mazhardır. Yani Fatiha, Resûl-i Ekrem'de (sallallâhu aleyhi ve sellem) tafsil edilmiştir. Onun için O'na (sallallâhu aleyhi ve sellem) "Ahmed", Ümmetine "Hammâdûn" ve O'nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) etrafına toplanıp gölgelenilen bayrağına da "Livâü'l-Hamd" denilmiştir.

Evet, talim-i esmâ, tafsilen Hazreti Muhammed'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ilham buyrulmuştur. Ne mutlu O'na (sallallâhu aleyhi ve sellem), ne mutlu bize! Esasen ulûm ve fünûn-u müsbete de, yine talim-i esmâ unvanı altında anlatılmaktadır. Büyük Mürşid'in de dediği gibi şu âyetin, insanın câmi istidat ve kabiliyeti cihetiyle mazhar olduğu bütün ilmî kemalât ve fennî terakki ve sanat harikalarını "talim-i esmâ" unvanı ile ifade ve tabir etmesinde, şöyle latîf ve ulvî bir remiz var ki: Her bir kemalin, her bir ilmin, her bir terakkinin, her bir fennin âli bir hakikati var ve o hakikat, ilâhî bir isme dayanıyor. Yoksa, her şey, yarım yamalak bir suret ve nâkıs bir gölgeden ibaret kalır.

Meselâ hendese bir fendir. Onun hakikati Cenâb-ı Hakk'ın Adl ve Mukaddir ismine yetişip, hendese aynasında, o ismin hikmet dolu cilvelerini bütün ihtişamıyla müşâhede etmektir. Tıp bir fen ve bir sanattır. Onun hakikat ve son sınırını yakalamak ise, o Mutlak Hekîm'in "Şâfi" (dertlilere şifa veren) ismine dayanıp, o Yüce Yaratıcı'nın yeryüzü çapındaki geniş eczanesinde, O'nun rahmetinin cilvelerini görmek ve hakikî şifâ verenin O olduğunu bilmekle kabildir.

Bunun gibi, sair fen ve sanatlar da her biri, Allah'ın nurlu isimlerinden birine dayandırıldığı, daha doğrusu dayalı oluş keyfiyeti sezildiği ölçüde, önü açılacak, tıkanıklığa maruz kalmayacak ve gerçek değerleriyle bilineceklerdir. Yoksa, faraziye ve nazariyelerin karanlığında, varılsa varılsa evhâma varılır.[4]

Her şeyin doğrusunu en iyi bilen O'dur.

Ayât-ı tekvîniye: Yaratılış delilleri, kâinat kitabının âyetleri.
İstibsar: Önsezi.
İstifsar: Sorup anlamaya çalışma.
Kevn ü fesat: Devamlı yeni yeni oluşum ve değişim içerisinde çalkalanıp duran varlıklar, kâinat.
Mefhûm-u münîf: Yüce anlam.
Mücmel: Kısa, öz, hulâsa.
Müsemmâ: İsimlenen, bir isimle nitelendirilen varlık.
Verâ: Öte.

[1] Bakara sûresi, 2/31.
[2] Bakara sûresi, 2/30.
[3] Bakara sûresi, 2/32.
[4] Nursî, Bediüzzaman Said, Sözler, s. 344 (Yirminci Söz, İkinci Makam, Bir Nükte-i Mühimme ve Bir Sırr-ı Ehemm).

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.