İyi Bir Çevre Hazırlama
Modern dünyada çocuklar için, mekteplerin yakınında veya başka müsait yerlerde çocuk bahçeleri, kreşler vb. sosyal tesislere çok önem verilir. Onun maddî hayatı ve fizikî dünyasının sıhhatli, sağlam, huzur içinde bir ortamda geçmesi; aileyi meşgul etmemesi donanımlı ve açık yetişmesi için çok önemlidir.
Bunlar düşünülüp taşınılmış ve her türlü faydası ve zararı önceden hesap edilerek yapılmıştır. Ne var ki, çocuğun böyle maddî bir ortam gibi, mânevî hayatını yaşayabileceği, geliştirebileceği, insanlığını duyabileceği; hatta Rabbisiyle gönül münasebetleri kurabileceği bir mânevî ortama da ihtiyaç vardır. 'Çocuk çevresi' derken bu husus da düşünülmelidir. Şimdi burada işte bu hususlarla alâkalı yapılması gerekenleri, arz etmeye çalışacağız.
1) Arkadaş Seçme
Çocuğa, emsali arasında din ve diyanete saygılı arkadaşlar edinmesini sağlama da çok önemlidir. Sağlamakla kalmamalı, ebeveyn bu işin takipçisi olmalıdır. Onun, vatanına, milletine, dinî, millî değerlerine saygılı yetişmesi için, baskıcı bir mülâhaza ile değil, yönlendirici bir tavırla çocuk hep 'gözlemlenme'li ve o en kıymetli varlığımız olarak herkese emanet edilmemelidir. Kaldı ki insan tanımadığı kimseye çorabını bile emanet etmez. Faraza, tanımadığınız biri gelip size diyor ki, 'Arkadaş cüzdanını çaldırabilirsin, memleketimizde çok şakî var; ver o cüzdanını veya çantanı muhafaza edeyim!...' İtimat eder misiniz? Hayır!. Tanımadığınız bir adama ne cüzdanınızı ne de çantanızı emanet edersiniz. Öyleyse nasıl oluyor da, çarşıda, pazarda tanımadığınız, bilmediğiniz kimselere çocuğunuzu emanet ediyor veya takipçiliğini onlara bırakıyorsunuz?. Bence böyle bir 'çelişki'ye düşülmemelidir.
Evet iyi bir arkadaş seçme meselesi de yine anne ve babaya düşmektedir. Sa'dî'nin Gülistan'da dediği gibi, kötü arkadaş kara yılandan, kobradan daha kötüdür.. evet ona yakayı kaptırdığınız da, ya zehirler ya da olumsuz şeylerle meşgul eder. İyi arkadaş melekten daha iyidir. Onunla olduğunuz zaman hep melek ufuklarında dolaşırsınız.
'Kişi sevdiğiyle beraberdir.'[1] Peygamber sözü. Öyleyse anne-baba için çocuklarına arkadaş bulmak çok mühimdir. Çocuğun, duygu ve düşüncesinin şekillenmesinde arkadaş çevresi kat'iyen ihmal edilmemelidir. Eğer çocuk, bozuk bir muhit edinmişse, onu bir an evvel oradan koparmalı ve itimat ettiğiniz başka bir yere göndermelisiniz. Hatta içinde doğup geliştiği mahallede etrafını kötü arkadaşlar sarmışsa; belli yollarla mutlaka onu, o arkadaşlara karşı izole etmeli, başa çıkamıyorsanız okuldan alıp başka bir beldeye göndermelisiniz. Ancak orada da ilk tanışacağı arkadaşlarının dindar, iffetli, namuslu olmalarını sağlamalısınız.
Nerede olursa olsun çocuk, içine girdiği muhitte hemen dinî havayı görmeli, başkalarıyla daha çok yüksek düşünceler etrafında kaynaşmalı ve hemdem olmalıdır. Belki anne sinesine taş basacak, baba da kesesinin, cüzdanının ağzını açma mecburiyetinde kalacak ama, Allah'ın hem kendisine, hem de evlâdına azap edeceği günlerin endişesiyle oturup kalkacak, bugünü ve yarını adına, yılan-çıyan ebeveyni olmamaya çalışacaktır. Bazen çocuk, ders çalışmak ya da ödev yapmak için birinin evine gidecektir; bu durumda da yine gözünüz hep onun arkasında olacaktır.
Evet çocuk arkadaşlarının evine gitmeli; ama o evlerin taşı, toprağı, duvarı Allah demeli, millet demeli; ezan-ı Muhammedî okunduğunda seccadeler serilmeli, aile efradı saf bağlamalı ve cemaatle namaz eda edilmelidir. Evet işte böyle evlerdeki gençlerle arkadaşlık kurulması ve çocuğunuzun böyle bir eve gidip gelip ders çalışması engellenmemeli, hatta teşvik edilmelidir. Aksine onun gidip-geldiği ev, nefsânîliğin şahlandırıldığı günahlara açık yamaçlar gibi ise siz çocuğunuzu kaybetmiş sayılırsınız.
2) Samimî Dinî Havayı Teneffüs Ettirme ve Riyadan Uzak Tutma
Çocuklarınızı dinî merasimlere, camiye, cemaate götürmenin yanı başında, güzel ilâhîlerin okunduğu, mevlid-i Nebevî'nin tilavet edildiği yerlere de götürmelisiniz. Böylece onu, dinî hayata ait usulünden füruuna kadar hemen her konuya açmış olursunuz. O, biraz da fıtratın gereği olarak bu türlü şeylerle meşbû bulunmalı, tatmin olmalı ki, başka arayışlara girmesin. Evet onun dinleyeceği musıki dahi ona, dinini, mukaddeslerini telkin etmeli, onun ulvî hislerini inbisat ettirmeli ve onda Allah (cc) duygusunun gelişmesine ortam hazırlamalıdır.
Ancak şunu da ifade etmeliyim ki, bu tür merasimlerde mevlithan ve kârîlerin, okudukları şeyler gırtlaklarından aşağıya inmiyorsa, samimiyetsizlik çocuktaki dinî duygu ciddiyetini sarsıyorsa, kanaatimizce cami ciddiyetinin dışında, bu türlü mürâîlerin meclislerinden de çocuğun uzak tutulmasında yarar var. İlâhî ve mevlid, gönlün yıkanması, arınması, vicdanın dupduru hâle gelmesi için arındıran bir kurnadır. Ama gözünden bir damla yaş gelmeyen birinin: 'Seni andıkça gözyaşlarım ceyhûn olur.' demesi, Allah'a (cc) karşı söylenen bir yalandır. Böyle bir yalanı o çocuğun duyması onun duygularına karşı işlenmiş ciddî bir saygısızlıktır.
Çocukluğumda, 'Allah'ım, seni andıkça ürperiyorum.' mânâsında Arapça bir cümle yazarken işte o zaman ürperdim ve kalemi elimden bıraktım. Hatıra olarak hâlâ onu defterimde saklarım. Ürpermediğim hâlde ben nasıl 'Allah'ım ürperdim!' derim, diye hicap ettim, utandım. Evet söylediği sözler, gırtlağından aşağıya inmeyen ve gözünden yaş gelmeyen; ama ellerini açıp 'Gözyaşlarımızla huzuruna geldik.' diyen bir mürâînin o çocuk tarafından görülmesi dahi, çocukta değişik istifhamlara yol açabilir.
Dikkat ederseniz, mevlid ve ilâhîyi bir taraftan dinî merasim olarak ele alıp, çocuğun, rûhî hayatıyla neşv ü nemâ bulması hususunda mühim bir unsur kabul ederken, diğer taraftan da onu yalana, riyâya, gösterişe alıştırabilecek münasebetsizliklerden uzak tutulmasını da aklın, mantığın, firâset-i dîniyenin muktezası sayıyoruz. Zira çocuk, küfürden uzak tutulduğu kadar riyâya karşı da antipati duymalı, dini samimiyette aramalı ve ona inanmadığı hâlde bağırıp çağıranı değil de, gönlünün heyecanlarını terennüm edeni, gönlünün nağmelerini besteleyip size sunan insanları dinletmelisiniz.
Bu bizim dinî anlayışımızın gereğidir ki, sahabinin hayatında da aynı hususları görürüz. Zaten bu tavır, Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) tarz-ı telâkkisidir; sahabenin de başka türlü olması düşünülemez. Bu prensibi kabul ettiğimiz zaman dinin de esas kabul ettiği bir hususu kabul etmiş olur; aksine, kendi yanlış anlayışımız içinde kaldığımız zaman da evlât ve ahfadımızın dalâletine zemin hazırlamış sayılarız. Hatta bu mevzuda -aşırı bulmayınız- çocuklarınızı riyâkarların meclislerine götürmekten ve mürâî bir ilâhîciyi dinletmektense, dinin ciddî bir iş olduğunu, azamet ve vakarının bulunduğunu anlatabilme açısından, bu ciddî ve vakûr dinî havayı ifade edebilen herhangi bir düşünürle tanıştırılmasını tavsiye ederim.
Dikkat edilirse, meseleyi keyfiyet bozukluğu içinde ele alanların tenkidi yapılmaktadır; ilâhî dinleyip dinlememe değil.. evet neslimizi korumayı düşünüyorsak, mürâîlerin meclislerinden de uzak tutmak mecburiyetindeyiz.
3) Münasebet Kuracağı Kişi ve Yerleri Seçme
Ailenin sıhhatli olmasıyla alâkalı gereken şeyler üzerinde daha önceki bölümlerde durmuştuk. Aslında, anne-baba tarafından iyi görülüp gözetilen ve iyi beslenen bir çocuk dış çevrenin olumsuz tesirlerinden büyük ölçüde korunmuş olur. Ancak, yine de yakın takip çok önemlidir. Hatta çocuk, defter-kalem vs. almak için bile öyle yerlere yönlendirilmelidir ki, orada kötü söz ve menfî tesirlere maruz kalmasın. Evet o, sakıncalı kitapların teşhir edilip satıldığı yerlere girmemelidir. Bu kadarcık olsun, bakışı, his dünyası, görüşü bulanmamalı ve o, uğradığı her yerde Allah'a (cc) ait dine ait, ülküsüne ait dupduru işaret ve işaretçilerle karşılaşmalıdır. Tekrar hatırlatmalıyım ki onun defter, kalem, kitap alacağı yerler dahi pederi, velisi tarafından seçilmeli ve o kadarcık olsun yanıltılabilmesine fırsat verilmemelidir.
Çocuk, bir elbise diktirecekse, gittiği terzide, kendi dünyasını görmeli ve kendi dünyasından sesler duymalıdır. Hatta orada oturduğu süre zarfında, dinden diyanetten, vatanın teâli ve terakkisinden bahsedilmelidir ve terzinin dahi elinde kumaş ve iğnesi işini görürken, bir taraftan da yanına gelenlerin ruhlarında kendi düşünce atlasımızın boyasını çalmalıdır. Duyguları, dili hakikati ifade etmeli, hissiyatı hakikatin tercümanı olmalı, elindeki elbiseyi evirip çevirirken, düşünce dünyamızı da defaatle hallaç etmelidir. Bunlar, yakın takibi müşahhaslaştıran örneklerdir; yapılacak şeylerse bunlardan daha ötededir.
Bu ölçüdeki hassasiyet onu insanlardan koparma şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksine, çocuğumuzun müspet mânâda gelişmesi adına hassasiyet olarak telâkki edilmelidir. Konuyu biraz daha teferruatlandırabiliriz; çocuğu tıraş için öyle bir berber intihap edilmelidir ki, elindeki makinenin kolunu hareket ettirirken, 'Allah'ın adına' mânâsına, 'bismillah' demeli, çeşmeyi açarken, suyu dökerken ve oturup kalkarken her şeyi 'bismillah'la bağlamalıdır. Böyle bir berberiniz yoksa, hayat adına tamam sayılmadığınız için zamanla bu eksiklik, çocukta farklı şekilde kendini hissettirecektir.
Bu münasebetle ehemmiyetli bir noktaya dikkatinizi istirham edeceğim. Bir velîmeye gitmek dinî bir vazife ve bir sorumluluktur. Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) buyururlar ki: 'Sizi bir düğüne, bir nişan merasimine davet ettikleri zaman icabet ediniz.'[2] Aleyhissalâtuvesselâm'ın bu emrine muhalefet edilemeyeceği açıktır. Böyle bir emir karşısında her mümin; 'Boynum kıldan incedir.' der ve inkıyad eder. Amma dinin bir diğer prensibi olarak, içinde lehviyat, ma'siyyat, mâlâyâni şeylerin, hatta cürmün ve günahların irtikâp edildiği bir düğüne gitmeme de dinî bir tavırdır. Çocuğun gördüğü şeylerle bozulacağı, kafasına girip düşüncelerini bulandıracağı durumlar söz konusu ise, elbette ki onun böyle bir düğüne gitmesine kimse cevaz veremez.
4) Çocuğun İzleyeceği Televizyon Programlarını Seçme
Evinde televizyon bulunduran mümin, çocuklarına seyrettireceği programları hassasiyetle intihap etmelidir. Televizyonun cürmü ve günahı olduğunu söylemiyoruz. Bu sözlerimiz televizyon aleyhtarlığı şeklinde de algılanmamalıdır. Ne var ki, televizyon kanalları ve programları arasında seçim yapmak da terbiye açısından bir zarurettir. Kaldı ki günümüzde Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri de konuya bu şekilde yaklaşmış ve bilhassa çocuklarla alâkalı değişik önlemler almışlardır. Evet onlar da bir kısım programlarının, hatta yayın politikalarının ve bazı filmlerin gençlerin ahlâkını ifsat ettiğini düşünerek müeyyideler getirmişlerdir. Gerçekten de bazı yayınlar, gençliğin ahlâkî ve itikâdî düşüncesini sarsmakta ve onların ruh dünyasını karartmakta, fısk ü fücûru da terviç etmektedir. Binaenaleyh, bir televizyon kanalı, ahlâkınıza karşı savaş ilân ettiği hâlde evinizde hâlâ izlenebiliyorsa başta çocuklar olmak üzere o hânedekilerin ahlâklarının tefessüh etmesi, içten içe çürümesi kaçınılmaz olmuş demektir.
Bu sözlerimiz, kat'iyen ilmin, gelişmişliğin, tekniğin, fennin karşısında olduğumuz mânâsına hamledilmemelidir. Biz, tekniğin, insanlığın saadetine ve huzuruna matuf kullanılması ve geliştirilmesinden yanayız. Allah'ın (cc) bu nimetlerinden fikir, kültür, sanayi, sıhhat, tıp.. gibi hususlar adına mutlaka istifade etmeliyiz. Böyle bir yaklaşım gericilik değildir; gericilik, bazı televizyon kanallarının onca şenâet, denâet, ve gayr-i ahlâkiliğine karşı her şeyi sineye çekip nesillerin tefessüh etmesine sessiz kalmaktır.
5) Kur'ânî Terbiye ile Yetiştirme
Hemen her ortama çarçabuk intibak eden çocuğun kalbi, kafası, kulağı, gözü ve sair duygularının günaha alışmasına meydan vermeme ve onun tertemiz bir muhitte neş'et edip gelişmesini sağlama yuvada görüp duyduğu; duyup doyduğu, dolduğu dinî atmosferi dışta da verebilme ve dış çevrenin aile muhitine mutabık olmasını temin etme de yine ebeveynin, muallimin, mürebbinin vazifesidir.
Aslında bütün güç ve kuvvetin baskı unsuru olarak kullanıldığı, Hakk'ın ayaklar altında çiğnendiği bir devirde, duygu ve düşünce istikametinin ve insan olma onurunun muhafaza edilmesi çok önemlidir. Binaenaleyh neslin terbiye-i Kur'âniye ile terbiye edilmesi ve ahlâk-ı Kur'âniye ile ahlâklandırılması; ahlâklandırılıp daima Hakk'a taraftar hâle getirilmesi, en aşılmaz güçler, kuvvetler karşısında dahi sarsılmayacak bir kıvama ulaştırılması milletçe varlık ve bekamızın en önemli esasları olduğu kanaatindeyim. Zira, hem duygu ve vicdan âleminde, hem de realiteler dünyasında ideal toplum örneği sadece Kur'ân sayesinde gerçekleşmiştir.
Denebilir ki, bin seneyi aşkın bir zaman dilimini ışıklandıran ve emin ellerle temsil edildiği sürece hep göz kamaştıran o mükemmel İslâm toplumu Kur'ân'ın aydınlık ikliminde neş'et etti. Bu toplumun ortaya çıkışı, tarihin akışını değiştirişi insanlık âleminin en hayretengiz hadisesi olmuştur. Bu mükemmel toplum ve onu meydana getiren fertler, hiçbir düşünce, hiçbir felsefî cereyanla zihinlerini bulandırmamış, Kur'ân'ın dupduru kaynağından beslene beslene böyle bir kıvama gelmişlerdi.
Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ahlâkı, huyu Kur'ân'dı; O'na iktida edenler de Kur'ân'ı duyuyor, onu yaşıyor ve onunla yeşeriyorlardı. Kur'ân'la irtibatlı göründükleri hâlde böyle bir mükemmeliyet sergileyemeyenler, onun ruhuna nüfuz edememiş sathî ruhlar ve sathî düşüncelerdir.
Kur'ân'ı anlamak ve onunla dirilmek, onun özünde derinleşmeye bağlıdır. Sadece onun ibare ve lâfızlarıyla oyalananlar -Allah bilir- sevap kazansalar da sevaba açık bir topluluk hâline gelemezler. Kur'ân'la münasebetimiz açısından asıl mesele, kalb, şuur, irade, idrak ve hislerimizle ona yönelerek benliğimizin bütün buutlarıyla onu duymaktır. İşte böyle bir yöneliş ve duyuş sayesinde Allah'ın bize seslendiğini hisseder, suya ve ziyaya ulaşmış rüşeymler gibi birdenbire yeşeririz. Âyetlerin her kelimesinde, her cümlesinde farklı derinliklere erer, ruhumuzun atlasını temâşâ ettiğimiz aynı anda göklerin haritasını müşahede etme ufkuna ulaşırız.
Bana göre yeni bir nesil, ancak buna denk bir atmosferde oluşturulabilir.. ve derken bir 'salih daire' süreci başlar; Kur'ân bütün esrarını sinelerimize boşaltır.. ve böyle bir zenginlikle ilimden imana, imandan marifete yükseldikçe, ona muhatap olma seviyemizin farklılaşmasıyla daha bir iç derinliğe ulaşırız; ulaşır ve Allahü Teâlâ'nın sözlerindeki enginliği daha bir farklı kavrarız. Evet, aksiyon öncelikli ve pratik eksenli Kur'ân talebeliği, onun bize açılması için biricik yoldur. Aksine, Kur'ân'a karşı irtibat ve saygımız şekilde kalıp öze inemediği sürece de ona yakınlık içinde uzaklıklar yaşarız. İnsanlar, Kur'ân'ın ruhundan, onu hayata hayat kılma zenginliğinden mahrum kaldıkları sürece, gerçekten mahrum ve talihsiz sayılırlar. Kur'ân'la münasebette işin esası, bilginin ötesinde bütün insânî sistematiğin harekete geçirilmesidir. Elde edilen bilgilerin birer muharrik güç hâline getirilerek, Kur'ân'dan anlaşılan şeylerin şartlar, durum ve atmosfere göre realize edilmesi bir esastır. Bu yapılabildiği taktirde, insan yaratılış gayesi çizgisinde yerini alacak ve zebil olup gitmekten kurtulacaktır.
[1] Buhari, Edeb 96; Müslim, Birr 165; Ebu Davud, Edeb 122; Tirmizi, Zühd 50
[2] Müslim, Nikah, 98,101; İbni Mace, Nikah, 25; Müsned, 2/22
- tarihinde hazırlandı.