Hayatın Mülk ve Melekût Cihetleri Temizdir
Eşyanın bir mülk bir de melekût ciheti vardır. Cismaniyete ait gözle gördüğümüz şahadet âlemi (fiziki alem), eşyanın âlem-i mülk cihetidir. Melekût ciheti ise, ruhanî, ledünni hikmet ve maslahatların cevelangâhı, ruhun otağı ve tahtgâhı olan bir âlemdir. Melekût âlemine ıttıla peyda eden kimseler, ister tecrübeyle, isterse müşahede ve mükâşefesi açılmak suretiyle bir manada öbür âleme muttali olur ve orayı görebilirler. Ayrıca şu müşahede ettiğimiz âlemde, her şeyin bir mülk, bir de melekût ciheti vardır. Binaenaleyh, her şeyin mülk yönünde bazı bulanıklıklar ve manası insana hoş gelmeyen şeyler olabilir. Oysa ki bunların melekût yönleri her zaman parlaktır. İsterseniz konuyu biraz daha açalım:
Mesela, burnun içindeki bezlerin salgılarının dışarı çıkması veya karındaki gazın boşalması mülk yönüyle mide bulandırıcı bir keyfiyet taşımaktadır. Yine kar ve fırtına gibi şiddetli musibetlerde insanın hoşuna gitmeyecek hususlar söz konusudur. Hâlbuki bunların melekût cihetleri çok farklıdır. Burnun o yapışkan maddeyi ifraz etmesi çok önemlidir. Binaenaleyh bu durum insana bakan yönüyle nahoş gibi görünse de bu tür görünmenin verâsında, melekût yönünde ve arka planında pek çok fayda ve maslahatlar vardır. Kar, zahiren soğuk ve sevimsiz görülür. Hâlbuki kar, aheste aheste toprağa siner ve bazen yağmurdan daha faydalı olur. Zira yağmur, tozu toprağı siler götürür ama kar, toprakta bir sultan gibi oturur ve bahara kadar ne getirmişse hepsini toprağın sinesine işleyiverir. Öyleyse mülk cihetinde karın soğukluğunun yanı başında toprağı beslemesine ve bahar için medetresan olmasına bakılmalıdır. Bu tür misalleri çoğaltmak mümkündür.
İşte bu misallerde olduğu gibi, hiçbir şey hem mülk hem de melekût cihetiyle çirkin değildir. Mülk cihetiyle nahoş gelen şeylerin melekût cihetleri her zaman parlaktır. Ancak rahmet, nur, yağmur, hayat gibi bir kısım şeyler vardır ki, bunların hem mülk, hem de melekût cihetleri şeffaftır, güzeldir ve şayan-ı tebcildir.
Hayatın ne mülk, ne de melekût yönü tenkit edilemez. Evet, hayat adına tenkit edilecek hiçbir husus yoktur. Bunu anlamak için evvela cemadat (şuursuz varlıklar) ve nebatat (bitkilerin) durumuna inmek gerekir. Gelin, bir dağın, bir ağacın veya taşın durumuna bakalım. Onların münasebetleri sadece bulundukları yer itibariyledir; hatta bulundukları yerlerle dahi tam bir münasebetleri yoktur. Anlaşma, konuşma manasına anlama durumları asla mevzu bahis değildir. İnsan, hayat vasıtasıyladır ki içinde bulunduğu vasat ve sahanın dışında pek çok âlemle dahi çok ciddi ve derin münasebetler kurma imkânına sahiptir. Bu itibarla biz, mülk ve melekût yönüyle hayatı hep parlak ve şeffaf buluyoruz.
Meselenin diğer bir yönü de şudur: Bazı şeyler vardır ki, bunların mülk yönü zahiri esbaba verilebilir ve akıl o hususta aldanabilir. Ancak hayat böyle değildir. Hayatın mülk yönü de, melekût yönü de katiyen esbaba verilmez. Mesela bir insan, "Ben lokmayı ağzıma koydum." diyerek lokmayı ağzına koymayı nefsine isnat etmekle şirke girmiş olmaz. Belki tam ehl-i tahkik ve huzurun bu mevzuda söylemesi gereken bir sözü söylememekle uygun bir ifadede bulunmamış olur. Yoksa lokmayı ağza koyduran Allah'tır. Ancak zahiren lokmayı ağza koyanın insan olduğu da açıktır.
Başka bir misal daha arz edeyim. İnsan yiyip de içinde hazmettiği metabolizma artıklarını dışarıya çıkarır. Bu çirkin bir fiildir. İnsan, "def-i tabi yaptım" diyerek bu fiili Cenab-ı Hakk'a isnat etmeyerek kendisine verir. Çünkü bunun mülk tarafı çirkindir. Bu itibarla da Zât-ı Akdes'in tenzihine vesile olsun diye bunlar esbaba isnat edilir. Zaten esbap, Zât-ı Uluhiyet'e isnadı çirkin olan bu tür şeyler, onlara isnat edilsin diye vaz'edilmiştir.
Hayata gelince, hayatta ne insanı mahcup edecek, ne de yaratılması yönüyle Allah'tan başkasına isnat edilecek bir durum söz konusudur. Çünkü hayatın muttarıd (yeknesak akan) yönü dahi çok garip ve aciptir. Dahası hayat bugün hala bir sır oluşunu devam ettirmektedir. Öyleyse hayatı sebeplere isnat etmek mümkün değildir. Hayat şu anda vardır; mülk yönüyle vardır ve sırtında bir cismi taşımaktadır. Melekût yönüyle de hayat, sebepler, illetler, hikmetler ve maslahatlar âleminde dahi ancak Allah tarafından yaratılmıştır. Çünkü bir hücreyi teşkil eden materyal meydandadır. Ne denli ve ne çeşit aminoasitler o hücreyi meydana getiriyorsa bunlar bilinmektedir. Ancak buna rağmen hala bir hücre bile yaratılamamaktadır. ("Yaratılamamaktadır" ifadesini söylemek caizdir. Fakat "bir hücre yaratılmaktadır" sözünü söylemek caiz değildir.) Yaratılamamaktadır çünkü bu işi Allah yaratır. İşte böylece ne mülk ne de melekût yönüyle hayatı esbaba isnat etmek mümkün değildir. Aslında hiçbir şeyin melekût yönünü esbaba isnat etmek makul değildir.
Özetle
- Bizler, olayların çoğunlukla sadece mülk cihetini görmekteyiz. Bu sebeple bazı olaylar zahiren bize çok çirkin gelebilir. Ancak melekût tarafına muttali olunduğunda son derece nezih oldukları müşahede olunur.
- Hayat, Allah'ın yarattığı ve esrarına hala varılamayan büyük bir nimettir. Hayatın hem mülk hem de melekût yönü son derece nezihtir. Hiçbir çirkinlik bulunmaz.
- Olayların zahiri yüzündeki çirkinlikleri yaratan da Allah'tır. Ancak bu çirkinlikleri O'na isnad etmememiz için Allah, sebepleri perde olarak yaratmıştır.
Yokluk Bir Azaptır
Evet, yokluk bir azaptır. Bu hususu uzun boylu araştırmaya gerek yok; zindanda doğru dürüst bir hayat yaşanmamasına rağmen yokluğun ne manaya geldiğini zindandakilere sorsanız, ebedî yok olmaktansa, burada ebedî kalmayı tercih ederiz derler. Ayrıca, yokluğun ne demek olduğunu, idamlık birinin cezasının müebbet hapse çevrilmesi için bin yere başvurmasında ve o anki ruh haletinde görmek de mümkündür. Zira bir idamlık, parmaklıkların arkasında hayatının sonuna kadar yaşamayı, bin defa yok olup gitmeye tercih eder.
Bu konuda hiç unutmadığım bir hadiseyi bir kere daha ifade etmek istiyorum. Edirne'de, genç bir imamken -askerlikten evvel- iki idamlıkta -kanun öyle dediği için ben de aynı tabirle dile getirmek istiyorum- ruhanî reis olarak bulunmuştum. İsmi Rasim olan bir idamlığa, idam edileceği duyurulunca aklını kaçırmıştı. İdam edileceği sırada boynuna gömleği takılırken ben onun yanında bulunuyordum. Boynuna yaftayı asarken adeta kaçacak bir yer arıyordu. Onu o halde görenler davranışlarından aklî muvazenesinin yerinde olmadığını anlamışlardı. Boynunda yaftası ile idam edilmeyi beklerken sadece bir adamın ismini sayıklıyordu. "O gelecek, beni kurtaracak" diyordu. Ben de kendisine bir iki defa yüzüne: "Senin için tek bir yol var, sen artık gidiyorsun, gideceğin yer adına Amentü'yü söylersen kurtulacaksın." demiştim. Fakat o kadar şaşkın bir halde idi ki, beni hiç dinlemiyordu. Sürekli kaçacak bir delik arıyor gibi bir hali vardı. İpi boynuna takarken de mecnun olmasına rağmen halen kaçmak istiyordu.
İkinci bir idamlığın bu son vazifesi de bana verilmişti. Yanına oturdum. Hiç unutmam, gayet mert bir çocuktu. Âmentü'yü yarıya kadar okudu; sonra dili dönmedi. Daha sonra, "abdest alsan" deyince, elini ayağına götürmeye çalıştı ama ayaklarını yıkayamadı. Bu zatın, abdest alırken ayaklarını yıkayamadığını hiç unutmam. Ben kendisine Âmentü'yü tekrar ettirmeye çalışırken bir aralık bazı şeyler mırıldandı. Onu dikkatle dinleyince: "Acaba beni bir kere daha adlî tıbba gönderseniz, belki bana deli derler ve biraz daha yaşarım." dediğini anladım. Ona artık yeniden adlî tıbba gitmenin mümkün olmadığını, meclisin ve reis-i cumhurun kararı imzaladığını söylediysem de idam olmamak ve yaşamak için çırpınıp, kurtulma yolunu arıyordu.
İşte bu hadiseler, yokluğun nasıl bir felaket olduğunu bildirmesi açısından gayet manidardır. Dirilmemek üzere yok olmayı düşünmek insan için bin ölümden beterdir. İhtimal, ehl-i dalâlet ve küfür bile, öldükten sonra binde bir dahi olsa dirilmeye ihtimal veriyorlar ki, vicdanları bir nokta-i istinad buluyor ve bütün bütün hezeyana girmiyorlar. Yoksa sadece dirilmemek üzere kabre girmek düşüncesi bile insanı hayattayken bitirir ve bu meselenin ızdırabı onu daha ölmeden öldürür. Evet, bir insanın bu dünyada öldükten sonra dirilmeyeceğine ve yok olmaya inanması, cehennem azabından daha korkunçtur. Bu inançtaki bir kimseye, öldükten sonra yaşayacağını ama her gün kendisinin sımsıcak hamama sokup çıkarılacağını söyleseler eminim o buna razı olacaktır.
Netice itibariyle denebilir ki, insan fıtratı yok olmaktansa cehennemî bir hayata dahi rıza gösterecektir.
Sözün Özü
İnsanların ve topyekun dünyanın İslâm'a uyanması için, Hz. Sadık u Masduk'un takip ettiği çizgide bir yol ve metot takip etmek gerekir. Hz. Sahib-i Hakikat'ın ifadesiyle, Bir tek insanın hak ve hakikate uyanması, yeryüzünde yığın yığın koyunların ve develerin tasaddukundan daha hayırlıdır.' Çünkü bir insanın hidayetine vesile olmak, daha dünyada iken onun vicdanındaki cenneti ona duyurmak, ahiretteki Cennete de onu hazırlama demektir.
Haftanın Duası
Rabbimiz! (İçimizden yükselen) şu nida, mahzun ve münkesir kalblerin nidasıdır; o nidaya icabet edecek Yegâne Zat da Sensin.. ey dua ettiğinde darda kalmışın duasına icabet eden! Kusurlarla âlûde olsak da, gaflet denilen illetten bir türlü kurtulamasak da işte yine Sana el açtık.. va'd-i ilahîni gerçekleştir ve dualarımıza icabet buyur.. bizi dalalete saplananların ve gazabına uğramışların mahrumiyetine uğratma. Sen bizim Mevlâmızsın; teveccühünle bizleri serfiraz kılacağını ümit ediyor ve kereminle muamelede bulunacağını umuyoruz...
- tarihinde hazırlandı.