Hayat ve Ruh
Hayat, ilâhî bir sırdır; mâhiyetini de ancak Hak sırlarına âşina olanlar bilir.
Mutlak hayat, bir bedenî yaşayıştır. Bedendeki hararet ve canlılık tamamen fıtrîdir ve alınan gıdaların kan ve enerjiye dönüşmesi seyri içinde hâsıl olur.
Cismânî hayatın gâyesi, hareket, canlılık ve bedenî bir kısım vazifeleri yerine getirmekten ibarettir ki, böyle bir hayat itibarıyla insanla hayvan arasında herhangi bir fark yoktur. Gerçek insânî hayat ise, içinde şuur, idrak ve ötelere açık olmanın da bulunduğu hayattır ki hakikî hayat da işte budur.
Hayat, ruh demek değildir. O, bir cismânî yaşayıştır. Ruh ise, çözülmez, parçalanmaz.. maddî cevherlerden farklı, lâtif bir varlık ve şuurlu bir "kanun-u emrî"dir.
Ruh, cisme hayat ile beraber taalluk eder ve onun ayrılmasıyla da ayrılıp gider. Hayat, mahvolup söner; ruh ise, ebetlere kadar Allah'ın (cc) yaşatmasıyla yaşar.
Hayat, fıtrat kaynaklı ve tabiat buutludur. Ruh ise, ilâhî bir nefha olup, fıtrat ve tabiatüstü bir hüviyete maliktir. Hayat, sonlu ve ölümlü; ruh ise, ebediyet edâlı ve ölümsüzdür.
Ruh, dimağ mekanizmasının üstünde bizzat idrak eden, duyan, isteyen-dileyen bir varlıktır. Onun bedenle münasebeti ise, muvakkat bir komşuluk ve kader birliğinden ibarettir.
Ruh, ölümden müteessir olmadan, kabir çukurunu rahatlıkla atlayıp geçtiği gibi, Berzah ve Mahşer engebelerinde takılmadan, gidip Cehennem ve Cennet ebediyetlerine ulaşan bir ölümsüz varlıktır.
Ruh, bazen insan suretinde, bazen lâtif bir buhar şeklinde, bazen de başka bir cevher hâlinde misâlî aynalara ya da rüyalara ve hülyalara akseder ve melekler gibi hayır, yümün bereketlere ya da şeytanlar gibi şerlerle nakîselerle içli-dışlı bulunur.
Hakikî hayat, ruhânî ve cismânî hayatın omuz omuza ve atbaşı olduğu hayattır. Böyle bir hayat, aynı zamanda, burada hakikî insan hayatını sümbül verecek bir tohum; ötede de salkım salkım boy atıp gelişecek cennetlikler hayatıdır.
Şuur ve sâfiyet, kalbî hayatın neticesidir.
Hayatını gayri ciddi yaşayanlarda kalbî hayat olamaz.. onların ağlamaları da ayrı bir yalandır.
Dünyaya ilk geldiğimiz andan itibaren hakikî hayat, hayvânî hayatımızla sarılı olarak ve inkişâf ettirilmek üzere bize emanet edilmiştir. Ruh-beden münasebeti bozulacağı âna kadar da o hep uhdemizde kalır.
İnsan, hayvânî hayatı itibarıyla hayvanlarla, ruhânî hayatı itibarıyla da meleklerle hemhâl ve içli-dışlıdır. Kendi özündeki istidat ve dinamikleri değerlendirebilenlerin zamanla melekleşmesi mukadder olduğu gibi, bu kabiliyetleri köreltenlerin, hatta kötüye kullanıp tahrip unsuru hâline getirenlerin de, er-geç hayvanların altına düşmeleri, hatta şeytanlaşmaları kaçınılmazdır.
Sızıntı, Haziran-Temmuz 1989, Cilt 11, Sayı 125-126
- tarihinde hazırlandı.