'Başka sevdam olmadı'
Varsın başkaları kadr u kıymet bilmesin. Varsın başkaları Hocaefendi güzellemeleri desin. Ben bildiğimi, gördüğümü, hissettiğimi anlatayım, kararı herkes kendi versin. Kabul etmeyenler yine kabul etmesin. Delilsiz-mesnetsiz suçlamalarına, hakaretlerine, yalanlarına, iftiralarına yine devam etsin. Allah insaf versin, merhamet versin. Vermiyorsa da yapabileceğimiz bir şey yok. Efendimiz (sas) söylüyor bunu. Torunları Hz. Hasan’ı öptüğünü gören Akra b. Habis: “On tane çocuğum var; hiçbirini öpmedim.” deyince Efendimiz’in cevabı kulaklara küpe olacak nitelikte: “Allah senin kalbinden merhameti çıkarıp aldıysa ben ne yapabilirim ki?” Evet, “Kalpler, Rahman’ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir.” diyen, ardından “Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kadem kıl.” diye dua dua yalvaran da zaten o değil mi?
Gerçekten yapabileceğimiz bir şey yok mu? Bilmiyorum ki? Her şey ortada. Ötekileştirmenin, düşmanlaştırmanın, şeytanlaştırmanın en yüksek boyutta yaşandığı, karalamayı geçtik linçe dönüşen kampanyanın her gün hız kazandığı bir zamanda gerçekten ne yapılabilir ki? Ya dua diyebilirsiniz. Haklısınız dua edilebilir. Kalbî, aklî, ruhî, fikrî istikamet adına dua edilebilir. Ama…
Ama’sı şu; akıl buna ne diyor? Kalp akla eşlik ediyor mu? Ruh kalple birlikte yürüyor mu? Fikir bütün bunlara destek veriyor mu? Başka bir zaviyeden gönül bu kadar engin mi? Daha açık bir ifadeyle seni bir kaşık suda boğmaya çalışan, bir damla suyu bile çok gören, her türlü hakareti, yalanı, tezviri, iftirayı üzerine boca edenlere dua edebilecek misin? Peygamber gönlünün genişliği lazım bunun için.
Her şey ortada. Ötekileştirmenin, düşmanlaştırmanın, şeytanlaştırmanın en yüksek boyutta yaşandığı, karalamayı geçtik linçe dönüşen kampanyanın her gün hız kazandığı bir zamanda gerçekten ne yapılabilir ki?Ya dua diyebilirsiniz. Haklısınız dua edilebilir. Kalbî, aklî, ruhî, fikrî istikamet adına dua edilebilir.Mekke Fethi’ni esas alarak 21 yıl diyorum:
21 yıl İslam’ın nurunu söndürme adına elinden gelen her türlü kötülüğü yapan Ebu Süfyan’a dua eden Peygamber gönlü.
21 yıl babasının oğlu olarak akla hayale gelmedik düşmanlıklara imza atan İkrime b. Ebu Cehil’i “Merhaban ya râkibe’l muhacir; (Merhaba, ey süvari muhacir)” diye karşılayan Peygamber gönlü.
21 yıl Müslümanlara yapılan her türlü şenaati finanse edenlerin başında gelen Safvan b. Ümeyye’ye “sana da yer var” diyen Peygamber gönlü.
21 yıl bırakın insanı insanlığından şeytanı şeytanlığından utandıracak fiillere imzasını atan Süheyl b Amr’ı sinesine basan peygamber gönlü.
21 yıl sadece “Rabb’im Allah” dediği için kendisine ve tabilerine dünyayı dar eden herkese: “Bugün kınama yoktur. Gidin hepiniz serbestsiniz.” diyerek af eden Peygamber gönlü.
“Allah’ım! Bizleri ve onları ıslah eyle.” duasını şu son 3-4 aydır defalarca duymuştum Hocaefendi’den ama dün isim isim zikrederek “Cennetine koy Allah’ım.” diye dua ettiğini de duyunca: “İşte peygamber sadrının, sinesinin, gönlünün genişliği ve onun bir tezahürü” dedim ve için için ağlamaya durdum.
Hikâyesini anlatayım sizlere. Öğle yemeği sonrası doktorların kontrolü vardı. Biz kapı önünde üç-beş arkadaşla bugün oturur oturmaz, odasına girer girmez tahminlerinde bulunuyorduk. Oturdu, dediler. Üç beş kişiden oluşan bir halka oldu. Sonra eski ama eskimeyen, ay yüzleriyle dünyayı dolaşıp beşere saadetler ve beşaretler sunan ama aynı zamanda kaya gibi yerlerinde sabit kalıp duruşlarını hiç değiştirmeyen dostların da katılımıyla halka biraz genişledi. “Ağır bir imtihan. Kalbimin tetiklemesi biraz da yaşadığımız hadiselerden...” dedi önce. Sonra satırlara dökemeyeceğim ölçüde rakîk ve gözyaşlarını içine akıtan insan misali alabildiğine içli bir sesle: “Benim başka bir derdim yok ki? Anne-baba, kardeş, eş, çoluk-çocuk, yuva nedir bilmedim ki ben hayatımda.”
Hüzün kapkara bir bulut gibi kaplamıştı salonun etrafını. Göz gözü görmez deriz ya hani o sisli dumanlı havalar için, inanın bana öyle bir atmosfer içinde buldum kendimi. Doğru söylüyordu. Çok küçük yaşlarda ayrıldığı yuvasına bir daha geriye dönmemişti. Ana-baba bir kardeşleri ile birlikte kaldığı günler, el-âlemin anasını babasını bilmediği çocuklarla birlikte kaldığı günlerle mukayese dahi edilmezdi. Eşi yoktu, çoluk-çocuğu yoktu. Her insanın özlemi olan sıcacık bir yuvası hiç olmamıştı. Varsa yoksa derdim dediği davası vardı. Hocaefendi’nin devam eden sözleri bu hüzün bulutunun dağılmasına değil çoğalmasına sebebiyet verdi: “O tablolardan hangisi gözümün önüne gelse, zihnimde yeniden canlansa kalbimin ritmi anında değişiyor.” dedi. Sonra? Sonra bir müddet sustu ve “Şikâyet etmiyorum. Rıdâke Ya Rabbî, Rıdâke Ya Rabbî yani Senin rızan Allah’ım, Senin rızan Allah’ım diye yalvarıyorum.”
Söz kalpten açıldı ya; devam ettik kalbe ve yalnızlığa. “12 Eylül öncesinde de yattım ben kalp rahatsızlığından.” İsmini verdi ama ben vermeyeceğim, kendisini muayene eden bir kalp doktorundan bahsetti. Eliyle işaret ederek “Gidici bu.” demiş etrafta bulunanlara. Görmüş ve duymuş bunu Hocaefendi. “Sürünerek kapıyı açtığımı hatırlıyorum o günlerde.” dedi.
Bu sözler salondaki mağmum havayı iyice mağmum hale getirdi. Hüzünle yoğrulmuş kara bulutlar adeta gam ve keder damlalarına dönüşmüş yağmur misali yağıyordu salona. Tam bu esnada: “Ben usanmam gözümün nuru cefadan amma; Ne kadar olsa cefadan usanır candır bu.” beytini okudu. Keçecizade İzzet Molla’ya ait bu beyit. Manası açık. Cefadan usanmam ama bir de şu gerçeği görün; beşerim, insanım ben diye haykırıyor. İşte bu beyit gam ve kederle dolu yağmur damlalarının doluya dönüşmesine vesile oldu…
Aslında sohbet mevzuunu değiştirerek bu ortamı dağıtmak lazımdı orada ama halkadan birisi “Bosna katliamı öncesinde de yatağa düşmüştünüz.” dedi. Söz oraya gelecekse daha başka örnekler de var. Ülkemizin, İslam âleminin kader çizgisini değiştiren nice olumsuz hadisede ağır hastalıklar geçirdi Hocaefendi. Ben isim isim, tarih tarih sayabilirim. Bosna bunlardan sadece birisi. Teyit etti bu çıkışla sunulan bilgiyi. “Bosna katliamını duyunca tam bir saat kalkamadım oturduğum sandalyeden.” dedi. Evet, şahitleri de var bunun. Ama söylenen şey Bosna öncesiydi.
Her neyse; hava ağırlaşmıştı salonda. Dağıtılması gerekirdi. Kendisi yaptı bunu. “Dert verip hakime, hastalık verip hekime salmasın derler.” bizde deyip bu faslı kapattı.
Rahat nefes almıştım ama o ağır atmosferin dağılması zannedildiği kadar kolay değildi. “Azıcık tarih şuuruna, azıcık gelecek öngörüsüne sahip olanlar bu hizmetlerin istikbal adına va’d ettiklerini görüyor. Bizde ise toptan bir körlük var. Kitle psikolojisi ile hareket eden bir zümre.”
Devam edemiyorum; çünkü Hocaefendi de devam edemedi. Sustu, sustu, sustu. Sözün bittiği yerdi çünkü. “Allah bizleri de onları da ıslah eylesin.” duası ile bozdu sessizliği önce ve ardından yazının başında belirttiğim peygamber gönlünün enginliğini zılliyet planında nazara veren ve isim söyleyerek yaptığı duasına başladı.
Siz bu duaya amin der misiniz bilmem? Deseniz bile aminleriniz ne kadar gönülden, candan, içten olur onu da bilmem. Ama hissiyatın doruk noktada olmasına rağmen aklın hissiyat gemini frenlediği o atmosferde olsaydınız, her şeyi bir kenara bırakır “Başka sevdam olmadı ki.” diyen Hocaefendi’nin o duasına “her şeye rağmen amin” derdiniz.
Kim mi o isimler? Tasrihe gerek var mı? Tahmin ettiniz. Evet, doğru. İşte onlar.
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/ahmet-kurucan/baska-sevdam-olmadi_2225773.html
- tarihinde hazırlandı.