Merhum Mehmet Özyurt

18 Eylül 1988 Pazar günü Urfa'da geçirdikleri elim bir trafik kazası sonucu Bayram Acar, Hasbi Şahin ve Halil İbrahim Çelik ile birlikte vefat eden Mehmet Özyurt hocamıza Allah’tan rahmet diliyoruz.

Mehmet Özyurt Hocaefendi'nin Hayatından Kesitler

1945

Mehmet Özyurt, 20 Mayıs 1945'te Antakya'nın Kanaksı köyünde fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Nezih ve faziletli bir çevrede yetişti. 1969 yılında vefat eden babası Bekir Özyurt, altı yaşındayken hafızlık için onu hocaya teslim etti. Bir yıl sonra hıfzını tamamladı. O dönemde ailesi, kömür satarak tek odalı evde barınıyorlardı. Küçük yaşlardayken, ilme ve irfana âşık biriydi. Hatta çıraklık için verildiği akrabalarının tuğla ocağından sık sık köy camiinde okuyan talebelerin arasına kaçardı. Kitaplara çok düşkündü. Annesi, onu çoğu kez okuduğu kitabın yanı başında uyurken bulurdu.

1956

On bir yaşından itibaren İskenderun Beberte köyünde bulunan Hasan Okuyucu hocanın yanında Arapça öğrenmeye ve dinî ilimleri tahsile başladı. Kısa sürede büyük mesafe kat etti. Aynı zamanda da İskenderun Çay Mahallesi Camii'nde müezzinlik yapıyordu. Askere gidene kadar hiçbir okul okumadı. Daha sonra çevresinin teşvikiyle dışarıdan ilk-orta ve liseyi bir iki yıl gibi kısa sürede bitirdi.

1961

Müezzinlik yaptığı Çay Mahallesi Camii'ne 16 yaşındayken 1961 yılında imam oldu.

1965

1965 yılında askerlik vazifesini yapmak üzere Konya'ya gitti. Haftalık çarşı izinlerinde tanıştığı bir imamın camisinde sohbetler yaptı. İnsanlara hak ve hakikati anlattı. Burada halk tarafından çok sevildi. Yıllar sonra bile Konya'ya gittiğinde eski dostları onu büyük bir sevgiyle karşıladı.

1967

Askerlik dönüşü İskenderun'da Şükriye Hanım'la 1967 yılında evlendi. Bu evliliğinden üçü erkek, ikisi kız toplam 5 evladı oldu. İskenderun'da imamlık yaptığı bu yıllarda anne babası ile beraber kalıyordu. Evlerinin misafirsiz kaldığı gün sayısı çok azdı. Bu yaşlarda Fethullah Gülen Hocaefendi'nin vaaz kasetlerinden bir iki tanesi eline geçti. İlk dinlediği bu kasetlerden sonra ona olan merak ve hayranlığı artmaya başladı. En büyük isteği bir an önce bu Hocaefendi'yi arayıp bulmak ve vaazlarını yakından dinlemekti.

1973

Hayatının dönüm noktası Yüksek İslam Enstitüsü'ne gitmesidir. Sınavlar için İzmir'e geldi. Amacı daha önce sesine aşina olduğu hocasını görmektir. İskenderun'da vazifesine devam ederken 1973 yılında Yüksek İslam Enstitüsü sınavlarına girdi ve birincilikle kazandı. Sınav için geldiği günün akşamında Fethullah Gülen Hocaefendi'yi aradı buldu ve ilk defa sabaha kadar sohbet ettiler. O tanışmadan sonra birliktelikleri hiç kesintiye uğramadı. Adana, İskenderun, Hatay ahalisinde nam salan Mehmet Hoca artık 1973-74 döneminde İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nde henüz birinci sınıfı okumaktaydı. Bu arada Gültepe Çobançeşme Camii'nde imamlık vazifesi aldı.

1976

Üniversiteye devam ederken 1976 yılında Bornova'daki Büyük Cami'ye imam olarak tayin edildi. O sırada aynı camiye vaiz olarak atanan Fethullah Gülen Hocaefendi ile yolları kesişti. Mehmet Özyurt için büyük buluşma ve duasının kabulü şimdi ziyadesiyle gerçekleşiyordu.

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin hiçbir dersini kaçırmadı; gittiği değişik yerlerdeki vaazlarını hep takip etti. Kamilâne bir hâl ve edeple bir kere olsun bilgiçlik tavrı sergilememiş ve varlığını hissettirme çabasına asla girmemiştir. Yüksek karakterinin gereği olarak kitabı elinden hiç düşürmemiş ve senelerce Hocaefendi ile beraber satır satır ders takip etmiştir.

Bornova Camii'nde vazifeye başlayınca caminin yakınında bir ev tuttu. Tam bir buçuk yıl her cuma günü, İzmir dışından vaaz dinlemeye gelen insanlara kendi evinde yemek verdi. Hayatı boyunca hep sıkıntı çeken Mehmet Hoca o sıralarda bir de kitapçılık işine girdi. Belki de hayatında ilk defa ailesi bir parça olsun maddeten rahatlamıştı. Evine ilk kanepeyi o zaman kazandığı parayla almıştı. Aslında o yine de kazandığını hizmete dönüştürüyordu. Züht ve takvasından hiç taviz vermedi. Tevazu her halinden seziliyordu. Eşinin de, çocuklarının da, kendisinin de aç kaldığı günlerin ve gecelerin sayısı hiç de az değildi. Ama kimseye hissettirmedi bu durumu. Bu süreç 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar devam etti.

1983

12 Eylül 1980 ihtilalinden bir hafta önce Fethullah Gülen Hocaefendi vaazlarını bu camide son verdi. Mehmet Özyurt imamlık vazifesini 1983 yılına kadar devam ettirdi. Ancak sıkıyönetim dönemi yaşanmakta olduğundan her hareketi takip ediliyordu. 11 Şubat 1983'te bir arkadaşının evinde bulundukları sırada asılsız bir iddia ile tutuklanmaları üzerine 28 gün arkadaşlarıyla birlikte cezaevinde kaldı.

Eşi Şükriye Hanım, "Çıktığında ayaklarını kimseye göstermiyordu" derken ne kadar hırpalandığını ve eziyet edildiğini özetliyordu. Hapishane arkadaşı Sami Çizginer, o günleri şöyle anlatıyor:

"Medrese-i Yusufiye'de beraberdik. Orada bizden daha çok sıkıntı çekti. Ayrı ayrı hücrelerde kaldık. Bir seferinde koridorda karşılaşınca, ona 'Burada bulunmamızı nasıl değerlendiriyorsunuz?' diye sordum. Bana, 'Burada çekilen ıstıraplar, ebedi âlemde gül bahçesine dönecek. Burada ne kadar sıkıntı çekersek, çekelim. Biz ebedi âlemde gül bahçelerine talibiz. Hiç merak etme.' dedi."

Kendisiyle beraber hapse giren arkadaşlarından Ahmet Ersöz ise şöyle anlatıyor: Mehmet Hoca'yla 1983 yılında 28 gün hücrede kaldık. Sonra birkaç arkadaşı ve Mehmet Hoca'yı suçsuz gördüklerinden bıraktılar. Beni daha sonra bıraktılar. Mehmet Hoca hep söylüyordu, seni orada, içeride bırakmayı bir türlü içime sindiremiyorum. Çıkmasaydım da içeride kalsaydım... Tevkif edildi, tahkir gördü, türlü ithamlara maruz kaldı. Bir şaki gibi takip edildiği günler oldu. Ama o "İman hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam bütün kainata meydan okuyabilir" hakikatini kavramış olarak yaşadı ve geriye dönüş, tökezleme, tereddüt manalarına gelebilecek her türlü eylemden uzak durdu.

Serbest bırakıldıktan bir müddet sonra 11 Nisan 1983 günü memuriyetine son verildi. O, "Bunda da bir hayır var" diyerek, iman hizmetlerini devam ettirmek amacıyla Diyarbakır'a taşındı. Kenar mahallelerin birinde hırpani bir ev tuttu. Eşyaları azdı. Eşi Şükriye Hanım'ın bileziklerini satarak geldikleri Diyarbakır'da, kıt kanaat geçiniyorlardı. Sokak sokak dolaştı. Neredeyse selam vermediği adam kalmadı. Talebeler için ev aradığında bulamıyordu. Karar verdi, bir gece ansızın kendi evini birkaç mahalle ilerisinde bir gecekonduya taşıdı. Eşyaların yarısını da o eski evde bırakarak oraya öğrencileri yerleştirdi. İlk ev böyle vücuda geldi. Aynı yöntemle ikincisi, üçüncüsü geldi.

Teklif edilen yardımları da kabul etmedi. Eşi bu durumu şöyle açıklıyor:

"Diyarbakır'a gittikten sonra evimize bir yıl meyve girmedi. Bir tanıdık evimize meyve getirince Mehmet Hoca ona, 'Neden getirdin. Bir yıldır eve meyve almıyorduk. Alışmışlardı. Şimdi tekrar isteyecekler.' dedi."

1986

Dönem 12 Eylül askeri sıkıyönetim dönemidir. Hürriyet gazetesi, 14 Temmuz 1986 tarihli nüshasında, "Kara Tehlike-İrtica" başlığı altında kendilerini "kara tehlike"nin elinden kurtarabilen(!) iki itirafçı(!) ile yapılan bir görüşmeyi resimli olarak yayınladı. Söz konusu itirafçıların "Birleşik İslam Cumhuriyeti" kurmak isteyenlerin var olduğu yönündeki söz ve itirafları ile gazetenin yayınını ihbar kabul eden Diyarbakır DGM Savcılığı haberde, adı geçenlerden Mehmet Özyurt, Yahya Kaçmaz ve Ahmet Kuş'u laikliğe aykırı davranışlarda bulunduğu gerekçesiyle 8 Ağustos 1986 günü tutukladı. Neticede Mehmet Özyurt, İzmir'den sonra Diyarbakır'da da hapse girdi. Hapiste olsa da yine hizmetlerine devam etti. Mahkûmlardan gardiyanlara kadar herkese hak ve hakikati anlattı. Bulunduğu bölgede hizmetin hüsnü kabul görmesi için neredeyse mesaisinin tamamını harcadı.

1987

Yapılan duruşmalar sonunda, Aralık 1987'de beklenen karar açıklandı. Adı geçen sanıkların suçsuz olduğu anlaşılınca serbest bırakıldılar. Sanıkların her üçünün de avukatlığını yapan Recep Hakeri, bu konuda düzmece ve gerçek dışı beyanlarla masum insanların yasal haklarının kısıtlandığını belirterek, "Gerçekle en ufak alâkası olmayan bu tür yayınlar maksatlıdır. DGM'de süren yargılamalar sırasında müvekkillerimin suçsuzluğu ortaya çıkmıştır" diyerek görüşlerini ifade etmişti.[1]

1988

Bir sonbahar günü ayrıldı aramızdan...

Yılları hizmet aşkıyla geçen bu insanın vefatına bir ay kala farklı şeyler yaşanır. Hanımı da bu durumu sezer. Bu dönemde gördüğü bir rüyayı eşine bile anlatmaz. Sadece "Hocama anlatırım." diye konuşur. Eşi bir anlam çıkaramaz. Vefatı yaklaştıkça ondaki düşünce daha da artar. Son hafta herkesle ayrı ayrı ilgilenir, eş dost, akraba ziyaretleri yapar. Tekrar Diyarbakır'a dönen Mehmet Hoca, dinlenmeden bu kez Van'a gider. Döndüğünde yorgun ve halsizdir.

Fazla vakit geçirmeden Urfa'ya gitmek için hazırlanmaya başlar. Evden çıkarken eşine şunları söyler: "Öleceğime hiç üzülmüyorum. Sana üzülüyorum. Arkanda bakanınız yok. Beş çocukla, ne yaparsın?" Eşi Şükriye Hanım, bu konuşmalara bir anlam veremez o sırada. Şöyle anlatıyor: "Çocuklarını öptü, ayakkabısını giydi. İçeriye bakıyordu. 'Ne oldu' dedim, 'Bir şey yok' dedi. Bir basamak indi. Döndü, baktı. 'Ne oldu, bir şey mi unuttun' dedim. 'Hayır' dedi. Gözleri ıslaktı. İnerken ben kapıyı kapattım, içimde büyük bir sıkıntı vardı. Geri açtım kapıyı, gitmemiş. Orada duruyordu. 'Bir şey mi var' dedim. 'Yok' dedi. Yüzüme dikkatlice baktı. 'Allah'a ısmarladık' dedi, koşar adımlarla indi. Kapıyı kapattım, hemen balkona koştum. Balkonumuz müsaitti. Aşağıya baktım gitmiş, göremedim. Onu son görüşümdü."

Mehmet Özyurt Hoca ve arkadaşları Gaziantep ve Urfa'da bazı eğitim müesseselerinin açılışı dolayısıyla bu illerimize giderler. 17 Eylül Cumartesi akşamı Urfa'da Bayram Acar, Hasbi Şahin ve Memduh Hoca'yla birliktedirler. Sohbette, günümüzde, günahların insanı her taraftan sardığından, ihlas ve takva üzere bir yaşayışın olmadığından dert yanılır. Bayram Acar, "Bana kalırsa şehit olmaktan başka bir şey temizlemez bizi." der. "Savaş yok, bir şey yok. Nasıl şehit olacağız ki!" denilince, Mehmet Hoca'nın verdiği cevap şu olur: Ancak yanar kül olursak cennete gireriz.

Sabah üç arabayla Gaziantep'e doğru yola çıkılır. Urfa'yı 14 km geçildikten sonra Mehmet Hoca önde giden arabasını durdurur. Yorgun olduğunu söyleyerek ortadaki araca geçer. Kısa bir süre sonra içinde Mehmet Özyurt Hoca'nın da olduğu araba bir tankerle çarpışır. Yanan araçta Mehmet Hoca ile birlikte Bayram Acar, Hasbi Şahin ve Halil İbrahim Çelik hayatını kaybeder.

Hasbi Hoca'yı Kahramanmaraş'a, Mehmet Özyurt ve Halil İbrahim Çelik'in naaşlarını Diyarbakır'a gönderirler. Bilahare memleketi Antakya'da babasının yanına defnedilir. Bayram Acar'ın cenazesi de İstanbul'a getirilir. Cenaze namazını Fatih Camii'nde Fethullah Gülen Hocaefendi kıldırır.

Mehmet Gündem O'nu anlattığı yazısında[2] şöyle diyordu:

"Mehmet Özyurt, insanın tükenişe karşı direnen, ölümü diriliş hayatına çeviren iradenin temsilcilerinden olarak yaşadı bu hayatta. 'Kutlular kervanı'nın, son 'altın halka'nın, 'ikindi mimarları'nın, 'şafak işçileri'nin en göz doldurur, en yürekli, en sadık, en saf, en pak, en cömert üyelerinden biri olarak yaşadı ve öylece aramızdan ayrıldı.

Bu destan kahramanı zatı 1988 yılında hizmetten hizmete koşarken bir trafik kazasında kaybettik. Belki pek çoklarımız böyle bir insanın bu dünyadan gelip geçtiğinden bugün haberdar bile değil. Ama o 'kahraman' gerçekti. Yaşadığımız şu dünyadan, 'destanımsı bir hayat' bırakarak geldi geçti. Emaneti yüklendi, bayrağı hayatı boyunca yere düşürmedi. Öyle bir yürek bıraktı ki geride, görmek isteyenler için, görmeye istidadı olanlar için o yürek hâlâ atıyor.

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin özel olarak kaleme aldığı bir yazısında merhum Mehmet Özyurt Hoca hakkında şöyle diyordu:

"Mehmet Hoca'da çok farklı kemâlât emareleri gördüm. O, Antakya'dan gelip İzmir'de İlahiyat okurken fakirin hiçbir dersini kaçırmamıştı; hep halkada bulunmuş, kamilâne bir hâl ve edeple dersi dinlemiş, bir kere olsun bilgiçlik tavrı sergilememiş ve varlığını hissettirme çabasına asla girmemişti. Oysaki ufku itibarıyla o derslere çok ihtiyacı yoktu ama merhum, yüksek karakterinin gereği olarak kitabı elinden hiç düşürmemiş ve senelerce bizimle beraber satır satır ders takip etmişti.

Merhum Mehmet Özyurt'un uçup gidişinin ardından çok ağladım. Efendimizin Hazreti Hamza'ya veya Hazreti Cafer'e ağladığı gibi ağladım. O kadar ki, ağlamaktan gözümde yaş kalmadı, desem sezâdır. Onun firkatinin ağırlığından belim kırıldı zannettim, çok acı çektim. Yanılmıyorsam, bir hafta sonraydı; rüyama misafir oldu. Rüyada, onun öbür âlemden geldiğinin farkındaydım. "Seni çok özlüyorum; arasıra ziyaret etsen olmaz mı?" dedim. "Tamam, yine gelirim" deyip ayrıldı. Aynı gün, belki de aynı anda yakaza halinde kendi evine de gitmiş, ailesini de ziyaret etmişti. Kısa bir süre sonra da, söz verdiği gibi yine rüyama misafir olmuş, hasretime su serpmişti. Belli ki, o büyük bir mertebenin insanıydı; Allah nezdinde bir hususiyeti vardı. O bizim bildiğimiz usullerle değil, fakat başka bir yolla "bekabillah maallah" ufkuna ulaşmıştı.

Gelecek nesillerin Mehmet Özyurt Hoca gibi hasbî ruhları tanıması ve onların izinden yürümesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü onlar, ömürlerinin her anına bir örnek hal, tavır ve davranış sığdırmış insanlardır. Onların sergüzeşt-i hayatları yarının hasbîlerine yol gösterecek işaret taşlarıyla doludur. Dolayısıyla, hem onları birer yâd-ı cemîl olarak anmak hem haklarında duaya vesile olmak ve hem de geleceğin fedakar ruhlarına hüsn-ü misaller göstermek için Mehmet Hoca gibi kahramanların hayat hikayelerinin yazılması lazımdır."

Mehmet Özyurt'la İlgili Yazılar

[1] Zaman, 1 Şubat 1988
[2] Zaman, Mehmet Gündem, 31 Aralık 2000
Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.