Kültürümüzde Tarikatın Yeri Vardır

İzlenim

Tsunami Haberinde Gözleri Doldu
Türkiye ile Amerika arasında 7 saatlik bir fark var. Türkiye, Amerika'dan 7 saat önde. Fethullah Gülen, Türkiye'de akşam 19.00'da yayımlanan STV'nin ana haber bültenini Amerika'da öğlen 12.00'de izliyor. Haberleri izlerken zaman zaman yorumlar yapıyor. Tsunami felaketinin haberini izlerken yüzünün rengi değişti, gözleri doldu. Bir süre sessiz kaldı ve ardından "Çok sarsıldım" dedi… Gülen, daha sonra bir ansiklopedi istedi ve bölgeyle ilgili bazı bilgileri okudu. Sri Lanka'nın, Endonezya'nın nüfusuna, toplumsal yapısına baktı… Gülen, "Bu felaketin boyutları çok büyük olabilir" dedi.

İslamî hareketlerle bu hareketin temel farklılığı nedir?

Dünyada ve Türkiye'deki İslamî hareketlerin hepsinin aynı çizgide mütalaa edilmesi doğru olmaz. Bunlardan bazıları felsefî hareketlerdir; bazıları tamamen aksiyonu öne çıkarırlar; bazıları da ilk kaynaklara dayanarak İslamı yeniden çağın idrakine göre sunma hareketleridir.

İsimlendirebilir miyiz?

Hindistan, Pakistan tarafındaki hareketlerde, mesela, Şibli gibi, Nedvi gibi kimseler insanları yönlendirme mevzuunda ilk kaynakların saffetini daha güçlü görürler ve ona göre hareket etmenin daha isabetli olacağını düşünürler. Şazelîlik tarafı da olan Hasan el-Benna'nın Mısır'da başlattığı İhvan hareketi vardır; kendi risalelerinden takip edildiği zaman iman üzerinde hassasiyetle durduğu görülür; bu yönüyle Türkiye'deki harekete benzer tarafları görülebilir, fakat halefleri diyebileceğimiz kimseler meseleyi biraz siyasetin içine çekmişlerdir.

Din siyasete hadim (hizmetçi) hale getirilince insanların dini hisleriyle oynanmış gibi olmuştur; dolayısıyla hem dine karşı saygısızlık yapılmış, hem de o hareket akim (sonuçsuz) kalmıştır. Mesela, Sudan'da eskiden Mehdi hareketi vardı; şimdi de Türabi'nin hareketi var. Türabi hareketi, İngilizler tarafından bitirilmiş olan Mehdi hareketinin belki, evolusyon geçirerek, adeta değişikliğe uğrayarak temsil edilen hali gibi de görülebilir. Mevdudi'nin Cemaat-ı İslamiye'si de, İhvan-ı Müslimin de zamanla farklı kalıplara girmiştir ve arkadan gelenlerin hareketlerinde biraz radikalizm sezilebilir. Sebepleri tahlil edilmelidir.

Bu konuda bir tahliliniz var mı?

Bildiğiniz gibi onların istiklallerine kavuşmaları bizden çok sonra olmuştur, hatta bu konuda Türkiye'nin onlara örnek olduğu söylenebilir. Esaret altında insanlar olarak, Batı'nın tahakküm, tasallut ve zulümleri karşısında onların hakkında gelme mülahazalarına kapılmışlardır. Bunun da ancak devletle olabileceği düşüncesi ve dolayısıyla da devleti ele geçirme gibi mülahazalar, onlarda uyanan ilk refleksler ve ilk tepkiler olmuştur.

Burada sadet harici bir şey arz edeyim: Tepki hareketleri ne kadar güçlü olursa olsun, denge korunamadığı için maksada ulaşma mevzuunda faydalı olmaz, aksine zararlı olurlar, ifratlara (aşırılıklara) düşülür; o da karşı tarafta tepki doğurur. Neticede şiddet, karşı şiddete sebebiyet verir. Esas olan müspet (olumlu) harekettir; yani bir şey özü itibarıyla ne ise işte onu anlatmak, tepkilere ve reaksiyonlara kapılarak aşırılıklara girmemektir.

Sizin ölçünüz nedir?

O müessese daha organize olmadığı dönemlerde, Beyazıd-ı Bistami, Cüneydi Bağdadi, Fudayl b. Iyaz ve İbrahim Ethem gibi saf ve duru insanların elindeydi. Sistemi kabul etmekle beraber tarikat kurmayan Gazali'nin elindeydi. İmam-ı Rabbanî gibi, sistemi elinde tutan insanların bu usulü vardı. Mesela orada şeyhler vardır, talip olma vardır. Talibin eğer durumu beğenilirse mürid olma vardır; mürid, isteyen demektir.

Eğer kabul edilirse mürşide intisap meselesi vardır. "Örnekleri kendinden hareket"te ne intisap vardır, ne de müritlik. Başta ben, zamanında çok gezmiş birisi olarak, Türkiye'de eğitim faaliyetlerine omuz veren, okul açan gönüllülerin binde birini ya tanırım ya tanımam. Zannediyorum, kanunlarla yasak edilen bir şeye bu hareketi nispet ederek, insanları soğutmak, ondan uzaklaştırmak istiyorlar. Bu konu, uzmanları tarafından, tarikat nedir, tasavvuf nedir, bu hareket onlara benziyor mu, benzemiyor mu diye uzun uzun tahlil edilebilir. Bu konuda ezbere konuşuluyor diyorum, çünkü, bir taraftan tarikat diyorlar, diğer taraftan da kaynak itibariyle Bediüzzaman'a bağlıyorlar. Eğer ona bağlıyorlarsa zaten tarikat dememeleri lazım; çünkü belki yüz yerde "bu tarikat değil, hakikattir" diyor.

Nasıl ezbere konuşuyorlar?

Tarikatın kendine göre bir usulü vardır. Bülent Bey'in de (Ecevit) ifade ettiği gibi, bizim kültürümüzde tarikatın kendine göre bir yeri ve önemi de vardır. Yasaklanmış olsa da, bugün kimse tarikatçılık yapmasa bile, tarikatı inkâr etmeye kalkmak, kendimize ait bir değeri inkâr olur. Bu konuda suiistimaller yaşanmış olabilir; ama –en hayati müesseseler dahil- suiistimal edilmemiş bir kurum göstermek mümkün müdür Türkiye'de?

Bu irtibatta haklılar mı?

Bediüzzaman kendi talebelerine yazdığı mektuplarda yer yer başkalarının o meseleyi değerlendireceğine bakmayarak nurcular demiş yani ci-yi, cu-yu kullanmış. Ben öteden beri değişik platformlarda nurcu, fethullahçı gibi eklerden rahatsızlık duyduğumu, bölücü bulduğumu ifade etmişimdir. Bediüzzaman da o ifadeleri kullanırken benim hazzetmediğim manada kullanmıyor aslında.

Çünkü, "Evet biz bir cemaatız, fakat her asırda 350 milyon etbaı bulunan –şimdi olsa 1.5 milyar derdi- bir cemaatın fertleriyiz, Kur'an-ı Kerim bizim rehberimizdir; efendimiz terbiyecimizdir" diyor. Onun cemaattan kastettiği Kâbe'ye yönelerek namaz kılan tüm Müslümanlardır. Bazı hususi talebelerine yazdığı mektuplarda, Nurları okumalarından dolayı onlara nurcu demişse de bence Bediüzzaman'da esas olan "ci, cu" meselesi değildir.

Peki nedir esas olan nedir?

İman adına yazdığı eserlerde ve Türkiye'de belli ölçüde şartların aleyhte işlediği bir dönemde, en azından bazı memurların keyfi bir kısım tasarruflarda bulunduğu bir devirde, kimseye ilişmeden, meseleyi rahatlıkla götürme adına ortaya koyduğu düsturların önemidir. Talebelerine mektuplar yazarak onları irşat etmiş, yapmak istediği şeyin iman kurtarmak olduğunu, tarikat olmadığını anlatmış; İmam-ı Rabbanî'ye göndermeler yaparak, "Bir tek iman meselesinin vüzuh ve inkişafı (açıklık kazanıp gelişmesi) binlerce ezvak (manevi zevkler) ve keramata (kerametler), yani, tasavvufta aranan meselelere müreccahtır (tercih edilir) demiş."

Önemli gördüğünüz o esaslarda irtibatınız var mı?

Bir insan, bir zattan iman hakikatleri, hareketlerini belirleme, insani değerleri öne çıkarma adına istifade etmişse eğer, onları söylememesi kadir nâşinaslık olur, saygısızlık olur. Şimdi her yönüyle iştirak etmesem de, gençliğimde Nurettin Topçu'nun, Necip Fazıl'ın bütün eserlerini zevkle okumuşumdur. Çok erken dönemde Mehmet Akif'i zevkle okumuşumdur. Eğitimim itibariyle, eski sistemde Arapça ders veren insanların rahlesinde yetişmişimdir ama Filibeli Ahmet Hilmi'yi, Şemsettin Günaltay'ı, Tanpınar'ı da okumuş ve bunlardan istifade etmişimdir. Şimdi ben bunları, kabul etmesem, hafife alsam ciddi saygısızlık olur. Ama benim fikirlerim üzerinde çok önemli tesiri olan bir zattır Bediüzzaman.

Allame Hamdi Yazır'ın fikirlerinden çok istifade etmişimdir, takdirle yâd ederim, Mustafa Sabri'yi takdirle yâd ederim. Bunları ben her zaman, üstatlarım, hocalarım diye takdirle yâd ediyorum.

Bu hareketin sosyolojik, kültürel ve dini olmak üzere üç boyutu gözüküyor. Bu açılardan hareketin idealleri nedir?

Dünya problemi insanla tanımış, Hz. Adem'de zelle (sürçme-hata) olarak gelen problem, çocuklarında açıktan açığa kendisini göstermiştir. Problemlerin insanda çözüleceği ana kadar da yeryüzünde katlana katlana büyümeye devam edecektir. Buna kültürel boyut da denilebilir.

Bir de, günümüzde artık hükümetlerden ve idarelerden ziyade, toplumun meselelere geniş tabanlı olarak sahip çıkması ve kendisi için yararlı olan şeyleri benimsemesi, kalıcı olmak adına daha fazla şey vaat ediyor. Mesele, lokal olarak ele alınırsa dâhiyane tedbirlerle bile götürülse kalıcı olmaz. Önemli olan toplumun bir kültür ve ahlak olarak onu benimsemiş olmasıdır. O istikamete doğru bir gidiş var. Semeresini verdiği zaman, bugün sebeplerini bilmediğimiz şekilde karşı çıkanların muhalefeti o zaman –tamamen bitmese de- azalacaktır. Milletimiz insaflıdır. İnsafsız gibi davrananların da - 'gibi' diyorum ve bazıları bu saygılı tavrımdan, herkesi kendi konumunda kabul edişimden de rahatsızlar- zamanla azalacağına, milletimiz için faydalı olan bu meselede daha rahat hareket edilebileceğine inanıyorum.

Dini boyutuna gelince, din, -özelikle İslam- fıtrîdir, fıtrat onunla desteklendiği zaman toplum, başka hiçbir şeyden elde edemeyeceği ölçüde bir güç kazanacaktır. Dinin esası olan iman, başlı başına bir güç kaynağıdır; imanın kuvvetine göre her şeye karşı koyulabilir, her türlü zorluğa katlanılabilir. Bunun yanında ille benim inancım, benim felsefem, benim anlayışım denilirse, anlatma mevzuunda üslup iyi ayarlanamazsa, o zaman din kavga vesilesi de olabilir; insanlar tarafından bazı garazlara alet edilebilir. Önemli olan hakiki mümin olmaktır ve hakiki müminin de iki türlü yaşaması mümkün değildir. Yunus Emre'nin ifadesiyle; küpün içinde ne varsa, dışarıya sızan odur. Eğer sızan şey gerçek din ise o da başkaları üzerinde müessir olur.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.