Abant'ta Demokrasi Avı!

Abant Platformu'nun 19'uncu toplantısında, hayli teorik siyaset bilimi meselelerinin yanında 'demokrasi'nin önündeki engeller ve çıkış yolları daha çok gündemdeydi.

Bizi taşıyan otobüs yeşil bir vadide ilerlemeye başladığında, zamanında Fehmi Koru'nun katıldığı ve iştahla anlattığı Batı şehirlerindeki geniş ormanlıkla çevrelenmiş şatolarda yapılan 'yeni Avrupa, yeni düzen' konulu kapalı toplantıları hatırlıyorum. Her sene Türkiye'nin değişik şehirlerinden bir entelektüel kitle, farklı yollar, farklı araçlarla yine yola düşüp Abant'a geliyor, o muhteşem manzarayı bir süreliğine unutup ülkenin en temel sorunlarını tartışıyor. Fikrî gelenekler çarpışırken, kanaat önderleri eteklerindeki taşı döküyor. Artık bir süredir canlı canlı yayınlanıyor ve gölün kenarındaki sesler bütün dünyada anında yankılanıyor.

İlk Abant toplantıları çok olaylı geçerdi, duymak istemediği fikirler insanları çileden çıkarır, ortalık ayağa kalkardı. Birkaç yıl sürdü böyle, sonra sular duruldu. Fikri ve sözü olanların yolu bir şekilde Abant'a düştü. Abant, tam bir beyin fırtınası. Ortalıkta dolaşan canlı yayın kameralarına rağmen fikirlerin rahatlıkla ortalığa dökülmesi Türkiye'nin geldiği nokta açısından kayda değer. Yanımda oturan bir katılımcı askerî müdahalelerin meşruiyeti konusunu işleyen akademisyene "Bu askerî müdahaleleri gündem dışına itebilmenin bir yolu yok mu?" sorusunu yönelttiğinde birkaç dakika sonra cep telefonuna bir cevap düştü... Toplantıyı Mehtap TV'den izleyen bir tanıdığı bir şekilde tartışmaya katılmıştı.

19. Abant Platformu, "Demokratikleşme, 12 Eylül, AB ve Siyasi Partiler" başlığından da anlaşılacağı üzere, etraflıcaydı ve sahte mi gerçek mi olduğu tartışılan bir belge sebebiyle fazlasıyla 'güncel'di. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, açılışta kendisine söz geldiğinde "Biliyorum benden bir şey bekleyenler var." deyip sözünü esirgemedi. "Ama artık giderek azalıyorlar." ifadesiyle de normalleşmeye dikkat çekti. Toplantıda, Prof. Dr. Levent Köker'in sunumu gibi, hayli teorik siyaset bilimi meselelerinin yanında 'demokrasi'nin önündeki engeller ve çıkış yolları daha çok gündemdeydi. Eğer bir düzelme olacaksa, bu siyaset yoluyla olacağından, siyaseti aşındırma gayretlerine mâni olunması, hatta siyasetin itibarının korunması gerektiği konusu sonuç bildirgesi taslağında yer aldı. Sonra çıkarılsa bile parti içi demokrasi ve siyasi partiler meselesinin üzerinde yoğun bir şekilde durulması bu konuda belli bir hassasiyet oluştuğunu gösteriyor.

Konu demokratikleşme olunca ve demokratikleşmenin Türkiye'de nasıl bir komplikasyona maruz kaldığı hatırlandığında mesele çok farklı mecralara aksa da çok partili hayata geçişle birlikte bir türlü yerine oturmayan sistem her yönü ile masaya yatırıldı. Bu kadar üstadın bulunduğu mecliste topa girmek zor. Yoğun siyasi krizler, siyaset bilimini de geliştiriyor, rafineleştiriyor. Yeni, farklı bir şeyi söylemek, hem de saçmalamamak kolay değil. Abant Platformu, artık siyasi ve sosyal bilimlerde, aktüel gündeme ilişkin yorumlarda giderek detaylara iniyor. "Darbeciler yargılansın" diyen Vali'nin cesareti bu fikrî gelişme zemini üzerinde yükselen bir özgürlük çağrısı gibiydi. Bu senenin flaş sloganı da zaten Bolu Valisi'nden geldi: Yes We Can. Lobi'de geç vakitte yaptığımız sohbette, yeni 'Bolu Beyi'nin demokrasi serüveninin çok eskilere dayandığını öğreniyoruz. Asker ve sivil bürokrasinin demokrasiye ve özgürlüklere bu kadar ısınması, "Galiba, We Can" dedirten göstergelerden biriydi.

Zorluklara işaret edenler, yani "We Can't" taraftarları vardı bir de. Böyle düşünenlere en iyi Taner Demirel tercüman oldu. Her darbe meşruiyetini kendisi hazırlar, biraz da sonucu 'bir an önce gitsin' diyen sivillerin uzlaşmacı tavrı tayin ederdi. Türk Silahlı Kuvvetleri, iktidara el koyduğunda veya perde gerisinden siyasete etki etmeye çalıştığında bir meşruiyet alanı oluşturmaktadır ve bu konuda yöntem geliştirmede hayli ustalaşmıştır. Darbe dönemleri kısadır, ekonomik, siyasi fiyaskolar yaşanmamış, halkta askerî bir rejimin zararları konusunda bir fikir gelişmemiştir. Başka ülkelerde olduğu gibi insanları statlara doldurup kurşuna dizmek gibi olaylar da olmadığından 'darbelerin kötülüğü' hâlâ bellenebilmiş değildir.

En çok tartışılan şey, Fuat Keyman'ın 'merkez sağ ve sol' üzerine yaptığı konuşmaydı. Doğrusu geleneksel merkez sağ yerine yeni bir tanıma ihtiyaç olduğu aşikârdı. Son yıllarda 'merkez'de tanımlanan partilerin antidemokratik tutumları, bürokratik elitle uzlaşma eğilimi ve halktan alınan oylara ihanet edildiği duygusunu daha da güçlendirdi. Altan Tan, 'evlilik vaadiyle kandırılan kız' örneğini verdi; seçilen partilerin bir süre sonra merkezîleşmesi ve devletleşmesi babında. Ali Bulaç, 3 dakikalık konuşma süresince (galiba 10 dakika sürdü) idari merkez ve toplumsal merkezin tarihsel gelişimini ve açılımını yaptı ki başlı başına önemliydi. "Merkez sağ siyasetin fikrî olarak ölümü gerçekleşmiştir." demek de mümkün artık. Demokrat Parti'de son kongreyi kaybeden Süleyman Soylu, açılışta iyi bir konuşma yaptı. Sadık bir demokrat olduğu kadar, 40 yıllık entelektüel gibiydi Soylu. Akşam üzerleri gerçekleşen masa etrafı siyasi sohbetlerde hep vardı, mütevazı ve espritüeldi.

Abant Platformu'nda belli başlı muhalefet partileri ortalıkta görülmedi. İktidar partisinden iki bakan vardı. Toplantı süresince demokratikleşme konusunda iktidarı yüreklendiren konuşmalar olmakla birlikte, parti içi demokrasi açısından da eleştiriler geldi. Kastı aşan eleştiriler de vardı; ama kıyamet kopmadı. Demokratikleşme mevzuunda iyi bir karnesi bulunmayan muhalefetin Abant'ta bulunmaması olağandı; ama doğru değildi. Abant'ın ardından CHP, 'darbe yapanları yargılama' çağrısı yaptı ki bu, 'Abant ruhu'na uygun bir tavırdı. Yine de ana muhalefet orada olmalıydı; Türkiye'nin demokratikleşmesi bir yerde CHP'nin demokratikleşmesine bağlı çünkü. Öte yandan zaman zaman önemli demokratik açılımlar yapan MHP'nin daha ileri adım atması, eleştirilere göğüs germe pahasına kendi tavrını gösterebilmesi gerekirdi.

Bu sene, 'Kemal Karpat yılı' ilan edilse yeri. Peşi peşine kitapları çıkarken, TBMM özel ödülü kendisine layık görüldü. 19'uncu Abant Platformu'nun açılış konuşması bir tür manifesto gibiydi. Kendi hayatıyla paralel giden Türk demokrasi tarihinin her zaman 'güdümlü' olduğunu söylerken, elitler siyasetinin demokrasinin üzerinden elini çekmemekte direndiğine dikkat çekti. Son 20 yıldan beri esasen bir orta sınıf rejimi olan demokrasinin ilk defa halkla bulaşabildiğini, ama bunun yeterli olmadığını dile getirdi. Ordu, yargı ve medyanın demokrasi fikrine alışması ve onunla birlikte yaşaması gerekiyor Karpat'a göre. Elit bir eğitim alan, en iyi şekilde yetişen askerin elit tavır ve siyaset oluşturma alışkanlığından uzak durması için askerle diyalog kurulmasından yana. Ancak, böyle olması hâlinde bir güven tesisi ve bilgi akışı olabileceğini düşünüyor. "Diyaloğun içeriği ve şekli nasıl olmalı?" Bu, merak konusu elbette.

Yasin Aktay olur da Abant akşamlarında fasıl olmaz mı? Oldu, hem de Aktay'ın bitmeyen enerjisi sayesinde gece yarılarına kadar sürdü. Niyazi Öktem'in iyi bir fasılcı olduğu ama daha çok tok sesle söylenen türkülerde sahne aldığı dikkatlerden kaçmadı. "10. Yıl Marşı da söylersin artık" gibi esprilere de maruz kaldı. Altan Tan, hem iyi bir müzakereci hem de iyi bir fasıl üyesiydi.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.