Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Gurbette 12. Ramazanı
Pennsylvania ziyaretim, maalesef peş peşe şehit haberlerinin geldiği bir döneme rastladı. Hele 9 şehit verilen Çukurca saldırısı, Fethullah Gülen Hocaefendi'yi yıktı. Zırhlı aracın altında patlayan mayın, onun odasının zemininde patlasaydı manen bundan daha kötü bir durumda olur muydu, emin değilim. Suriye'de masum insanların sokaklarda öldürüldüğü, Afrika'da her gün yüzlerce çocuğun can verdiği bu zaman dilimi, şehit haberleriyle de birleşince, âdeta bir 'ramazan-ı hüzn' oldu onun için.
Dünyanın her tarafındaki sevenleri Hocaefendi'den bir haber bekliyor. Uzun süredir kendisi ve sağlığından haber veren, son gelişmeler hakkındaki düşüncelerini aksettiren ayrıntılı bir yayın olmadığı düşüncesiyle, ondan bir şeyleri okurlarımıza aktarabilir miyim heyecanı taşısam da, şahit olduğum, hüzünlü gurbeti yudumlayan bu hassas insanın hüzünlü ramazanı oldu...
Hocaefendi, ağızdan çıkan her kelimenin -aslında her nefesin- onu Rabbine yaklaştıracak bir amacı olması gerektiğini 'sohbet-i canan'la ifade ediyor. Üzerinde 'Rıza-ı İlahi mührü' bulunmayan her kelimenin ve her hamlenin bir kayıp ve israf olduğunu anlatıyor. Onun dünyasında dünya, ancak uhrevi bir yanı varsa değer taşıyor. Hele ramazanlarda aktüaliteye, büsbütün kapanıyor.
Böyle bir insanın böylesine bir zamanında, imkân buldukça kendisine sorup alabildiğim birkaç cevap, oruç ve sağlığının izin verdiği dar zamanlarda dinleyebildiğim kısa sohbetleri, ondan size doyurucu bir şeyler aktarabilmek için yeterli değildi. Biz de Hocaefendi'nin sohbetleri ve notlarını yayımlayan Herkul.org sitesinin yönetmeni Osman Şimşek ile konuşmaya karar verdik. Söyleşimizde, Hocaefendi'nin ramazanını, derin ruh dünyasını, son 12 yılını geçirdiği küçük odasından mütevazı müzesine, sağlığından ramazanı nasıl geçirdiğine, Suriye ve Afrika'daki insanlık dramlarından şehit haberleriyle sarsılışına kadar yaşadıklarını ve hissettiklerini bulacaksınız.
Mustafa Sungur: Hocaefendi'nin pek çok rahatsızlığı olduğunu biliyoruz. Hastalıklarına rağmen oruç tutabildi mi?
Osman Şimşek: Bir insanın mârifet ve muhabbeti derinleştikçe ibadet iştiyakı da artar. Onun içindir ki gerçek bir Hak yolcusu, seyr u sülûk-i ruhânîde terakki ettikçe, ibadet ü tâata karşı tarifsiz bir düşkünlük göstermeye başlar. Hatta zamanla öyle bir hâl alır ki artık o, oturur-kalkar hep Cenâb-ı Allah'ı anar, sürekli dualarla coşar. Hak dergâhının bir bülbülü olarak kalbinin diliyle bitevî O'nu terennüm eder ve âdeta ibadetle nefes alıp verir, ibadetle yaşar. Böyle bir kul, her meselede 'azîmet'lere sarılır, nefse zor gelse de Allah'ın emirlerini en mükemmel şekilde yapmaya ve ibadetlerini kılı kırk yararcasına eksiksiz eda etmeye çalışır. Bir özre ya da zarurete binaen meşru kılınan ve 'ruhsat' olarak adlandırılan kolaylıklardan dahi uzak durur. Bir hâdisede, azîmet ile ruhsat arasında seçme durumunda kalınca, o daima azîmet yoluna yönelir. Başka insanlara fetva vermesi ve yol göstermesi söz konusu olunca, "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin!" beyan-ı nebevîsine uygun olarak hep kolaylık tavsiye eder, dinin genişliğinden istifade etmeyi salıklar. Fakat kendi nefsiyle baş başa kaldığında zora talip olur ve azamî takvaya tutunur. İşte biz, muhterem Hocaefendi'de her zaman olduğu gibi ramazanda da böyle bir ibadet iştiyakına ve kulluk anlayışına şahit oluruz. Kur'an ayı şafakta tüllenmeye durduğu günlerden itibaren doktorlar, "Efendim, oruç tutmanız tehlikeli olabilir. Allah korusun, şeker krizi ve kanın pıhtılaşmasına bağlı damar tıkanıklığı ihtimali var." der. Fakat böyle bir ikaz karşısında Hocaefendi bir kere daha tabiatını seslendirir: "Doktor Bey, oruç tutmazsam o zaman zaten ölürüm!" Aslında ona, ağır bir hastalığa yakalanan, iyileşme umudu olmayan hastaların ve oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlıların durumunu sorsanız, mutlaka onların oruç tutmaları gerekmediğini ve tutamadıkları her bir oruç için bir fakiri doyuracak kadar fidye vererek bu vazifelerini yerine getirmiş sayılacaklarını söyler. Ne var ki kendisi hakkındaki hükmü farklıdır. Dinin belirlediği azîmet çerçevesine sadık kalmak suretiyle mutlaka orucunu tutar ve "Rabbimin huzuruna sözümde durmuş olarak çıkayım, Efendimin (aleyhissalâtü vesselâm) yanına kulluk vaadimi korumuş olarak varayım!" der.
Mustafa Sungur: Sağlık durumu nasıl, geçen yıllarla kıyaslayabilir misiniz?
Osman Şimşek: Hocaefendi, hemen her sahurda gün boyu şeker ve tansiyonunu dengede tutabilmenin yollarını araştırır. Gün içinde meydana gelebilecek hipoglisemiye (hâlsizliğe, aşırı terlemeye ve hafif baygınlığa yol açacak şekilde kanda normalden daha az şeker bulunması hâline) mâni olmak için insülini belli bir dozda alması gerektiğinden dolayı her gün ince ince hesaplar yapar, iftarda ve sahurda ani şeker yükselmesini engellemek maksadıyla insülin iğnesi kullanır. İftarda kısa ve uzun tesirli karışım insülini, sahurda da sadece kısa tesirli olanını alarak kan şekerini normal sınırda tutmaya çalışır. Şeker düzensizliğinden ve susuzluktan dolayı kanın pıhtılaşma eğilimi artması sebebiyle damar problemleri yaşamamak için içtiği suyun miktarına bile çok dikkat eder. Ani şeker düşmesi ihtimaline binaen, tehlike anında hemen alabileceği konsantre şekerini de yanından ayırmaz ama ağız yoluyla bir şey alıp orucunu bozma yerine, ihtiyaç hâlinde şırınga yaparak keffâretten kurtulup sadece kaza tutma düşüncesiyle glucagon iğnesini de bütün ay boyunca masasında hazır bekletir. Düşünebiliyor musunuz, biz elimizde hurma iftar etmeyi beklerken, o glucagonla ezan vaktini intizar etmektedir.
Hocaefendi, kalbine stent takılmadan evvel daha çok zorlanıyor, bilhassa ikindiden sonra artık hâlsiz kalıyor, iftar vaktini zor ediyordu. Geçen sene -elhamdülillâh- akşam namazını bile kıldırdığı çok oldu, iftar öncesi yaptığımız derslerde uzun uzun açıklamalarda bulunacak kadar sağlığı yerindeydi. Bütün ramazan boyu tefsir ile meşgul olduğumuz için o hâlini "Kur'an'ın kerameti" sözüyle ifadelendirmişti. Bu sene biraz daha zor geçiyor; maalesef, birkaç gün ikindi dersini yapamadık. Kendisi hâlini latifeyle karışık şöyle anlatıyor: "Bir oruç tutan insanlar vardır, bir de orucun tuttuğu insanlar vardır. Herhâlde ben ikinci gruba giriyorum."
Bu arada, şunu da ilave etmeliyim ki, Hocaefendi kendisi için orucun zorluğuna işaret ettiği hemen her zaman, maden ocaklarında alın teri döken işçilerden tarlada güneşin alnında kavrulan çiftçilere, ateş karşısında ocaktaki ekmekle beraber pişen fırıncılardan ekmek parası kazanmak için akşama kadar çalışıp didinen insanlara kadar çok zor şartlarda da olsa oruç ibadetini eda edenleri anıyor, asıl sevabı onların kazandığına vurguda bulunup onlara dua ediyor.
Mustafa Sungur: Hocaefendi'nin ramazandaki 24 saati nasıl geçiyor?
Osman Şimşek: Hocamız temkin vaktini de dikkate alarak imsaktan 45 dakika önce salona çıkıyor, 7-8 kişi ile sahur yapıyor. İftar ve sahurda her zamanki gibi sade yiyip içiyor. Sahurda nane ve kekik karışımı ile zeytinyağına ekmek bandırarak 2-3 zeytin, biraz peynir, birkaç dilim domates ve bazen biraz haşlanmış patatesle kahvaltı yapıyor. Sabah namazını müteakip bir gün 'uzun tesbihat', ertesi gün de 'sabah duaları' okunuyor. Zat-ı âlileri, Peygamber Efendimiz'in (aleyhissalâtü vesselâm) sürekli tekrar ettiği sabah zikirlerine çok önem veriyor. Bu sünnetin ihya edilmesi gerektiğini, hiçbir duanın Rasûl-ü Ekrem'in sözleri kadar nurlu ve bereketli olamayacağını, dolayısıyla sünnet olan sabah dualarının mutlaka okunması ve okutulması, bu âdet-i nebeviyenin canlandırılması lüzumunu sürekli nazara veriyor. Tabii her defasında dua ederken şuurdan vize almak gerektiğini, duyarak okumanın ehemmiyetini de hatırlatıyor.
Hocaefendi, önceki senelerde ramazanın vazgeçilmez bir esası olan mukabele sünnetine de mutlaka riayet ederdi. Son yıllarda mukabele ile beraber Kur'an-ı Kerim'i anlama ve en azından muhtevasına vâkıf olma gayretiyle meal ve tefsire ağırlık veriyor. Önce bir ramazan meal okundu. İki senedir de sabah namazlarından sonra Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsiri satır satır okunup takip ediliyor. İkindi akabinde ise o sabah okunan ayetlerle alâkalı yaklaşık 15-20 tefsir kitabında geçen farklı yorumlar özetleniyor. Her bir arkadaşımız bir tefsiri okuyup özet hazırlıyor ve 5-10 dakikada onu arz ediyor. Arkadaşlarımızın aralarında taksim ettikleri tefsirlerin bazıları şunlar: İmam Maturidi-Te'vilâtü'l-Kur'ân, Zemahşeri-Keşşaf, Fahruddin Razi-Mefatihu'l-Gayb, Beyzavi-Envarü't-Tenzil ve Esrarü't-Te'vil, Ebu Hayyan-Bahru'l-Muhit, Ebu's-Suud-İrşadu Akli's-Selim ilâ Mezâyâı Kitabi'l-Kerim, Tantavî Cevherî-el-Cevâhir fî Tefsiri'l-Kur'âni'l-Kerim, Seyyid Kutup -Fi Zilâli'l-Kur'ân, Molla Bedreddin Sancar-Ebdau'l-Beyan, Bediüzzaman Said Nursi-Risale-i Nur Külliyatı.
Kendileri hem okunan hem de hulasa edilen meal, tefsir, yorum ve şerhleri pürdikkat dinliyor; anında müdahalelerle, iştirak ettiği noktalara ya da katılmadığı hususlara işarette bulunuyor, ilave açıklamalar yapıyor. Selef-i sâlihînin dini doğru anlama ve aktarma yolundaki meşkûr gayretlerine dikkat çekip onları hayırla yâd ediyor ve dünün anlayışını günümüzün idrakiyle mezcedip hâl-i hâzırın meselelerine ışık tutuyor.
Mustafa Sungur: Hocaefendi'nin Kur'an'ı anlama ile alâkalı bu uygulaması sadece sizin mekâna mı has? Bu konuda neler düşünüyor?
Osman Şimşek: Muheterem Hocamız Kur'an'ı anlama cehdinin yaygınlaştırılmasını arzuluyor. İmam-hatip görevlilerinin, vakit namazlarından sonra okumuş oldukları aşr-ı şeriflerin hemen akabinde, tilavet ettikleri bölümlerin meallerini de vermelerinin halkımızın Kur'an-ı Kerim'i anlaması yolunda önemli bir vesile olabileceğini düşünüyor. Ramazan mukabelelerinin de aynı çerçeve içinde yapılmasının mevcut mukabele uygulamalarına nisbetle çok daha faydalı olacağı kanaatinde. Belki günlük okunan bir cüz ikiye bölünerek, mesela sabah namazı sonrası 10, ikindi namazı sonrası 10 sayfa olmak üzere mukabelenin Kur'an'ın lafzı ve meali ile birlikte okunması sağlanabilir. Ana dili Arapça olmayan bizim gibi Müslüman milletlerin hepsi için söz konusu olan Kur'an'ı anlama problemi elbette bununla aşılamaz; ama böyle bir gayret, İlahi Kelam'ın mana ve muhtevasını öğrenme hususunda teşvikçi bir rol oynayabilir. Meal esnasında kafaya takılan ve soru işareti bırakan yerler, meraklı ruhlar ve düşünen beyinler için yeni bir tefekkür alanı açabilir ve insanların gerek kendi çabalarıyla meal ve tefsire yönelmelerine, gerekse imam-hatip, vaiz ve müftülerle müzakereye iştiyaklı hâle gelmelerine kapı aralayabilir. Tabii bu konuda -özellikle en uygun ve genelin kabulüne vabeste geniş bir meal ortaya koyma noktasında- Diyanet İşleri Başkanlığı'na büyük iş düşüyor.
Mustafa Sungur: Sabahtan sonraki program nasıl oluyor?
Osman Şimşek: Hocaefendi, ramazan boyunca aktüalite ile ilgilenmiyor. İstirahat haricinde virdleri ya da Kur'an ile alakalı yeni bir kitabın tashihleri ile meşgul oluyor. Öğle namazına tam vaktinde çıkıyor. Genellikle, gün ikindiye kayarken rahatsızlıkları -özellikle de şeker hastalığı- tesirlerini bütünüyle göstermeye başlıyor. Ama o her şeye rağmen, ikindi akabindeki tefsir müzakeresini devam ettiriyor. Âh o iftar vakitleri... Âh o hüzün ile hayranlığın iç içe girdiği dua anları... Ramazan haricinde her gün yarım saat hususiyle milletimiz, sonra bütün ümmet-i Muhammed ve topyekûn insanlık için dua edilen bu mekânda, gün guruba kayınca, aynı âdet devam ettiriliyor. İftarı onunla beraber dualarla intizar edenler, onun dualarına 'âmin' diyor. Kalbler ortak hislerle atıyor; o an tek bir duygu benlikleri sarıyor: "Ne olur Allahım, sadece Senin rızanı arayan ve ona ulaşmak için bunca sıkıntıyı rıza ile göğüsleyen şu kulunun dualarını kabul eyle!"
Mustafa Sungur: Hocaefendi'nin iftarını anlatır mısınız?
Osman Şimşek: Hocaefendi'nin ihya edilmesini gerekli gördüğü sünnetlerden biri de i'tikâf'tır. Malumunuz olduğu üzere, i'tikâf; cemaatle namaz kılınan bir mescid veya o hükümde bir yerde, ibadet niyetiyle durmak ve ikâmet etmek demektir. Gerçi mü'minler arasında i'tikâf bilinir ve dünyanın pek çok yerinde yapılır ama günümüzde bu ibadete de gerektiği kadar değer verildiği söylenemez. Oysa, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicretinden sonra, ruhunun ufkuna yürüyeceği âna kadar her ramazanın son on gününü i'tikâf ile değerlendirmişlerdi.
Hocaefendi de yıllardır, sünnete ittiba ederek ramazanın son on gününü mutlaka i'tikâfta geçirirler; bunu bazı seneler yirmi ve hatta otuz gün devam ettirdikleri de olur. Hocaefendi ramazan boyunca inziva ve i'tikâfta olduğu için davetlere icabet etmiyor, kendisini aktüaliteye çekebilecek misafirler ağırlamıyor. Vakit girince hurma ve su ile orucunu açıp önce akşam namazını cemaatle kılıyor, sonra iftarını yalnız yapıyor.
Mustafa Sungur: Teravih kılabiliyor mu?
Osman Şimşek: Her gece yine vakit girer girmez cemaatle yatsı namazını kılıyoruz. Biz misafirlerle beraber alt salonda teravihimizi hatimle eda ediyoruz. Hocaefendi de teravih namazını hatimle ama özene bezene ikâme ediyor. Biz yirmi rekâtı bitirince O ancak namazın yarısını tamamlamış oluyor.
Gece boyunca çok az istirahat ediyor; özellikle son on gece hemen hemen hiç uyumuyor; Kur'an ve dua ile meşgul oluyor. Yanında kalan insanları da hususiyle son on gün çok az uyumaya ve o bereketli anları azamî surette değerlendirmeye teşvik ediyor. Hocaefendi bir dönemde birkaç kişi ile dua paylaşmış ise, onu artık hep devam ettiriyor. Otuz kırk sene önce bazı dostlarıyla taksim ettikleri virdlerini bugün de aksatmadan okuyor. Böyle olunca, bir grupla el-Kulûbu'd-Daria, bir diğeriyle Cevşen ve bir başkasıyla salât-ı tefriciye taksiminde kendisine düşen bölümleri mutlaka her gün tamamlıyor. Tabii böyle bir itiyad da her gece bir-iki saatini dolduruyor.
Mustafa Sungur: Bu ramazanı öncekilerden ayıran en önemli farklılık neydi?
Osman Şimşek: Gerçi insanlığın, ümmet-i Muhammed'in (aleyhissalâtü vesselâm) ve milletimizin halledilmeyi bekleyen pek çok meselesi vardı ve hâlâ var. Fakat, bir yanda komşumuz Suriye'de akan kan ve gözyaşı, diğer tarafta Afrika'yı kasıp kavuran kuraklık ve açlık felaketi, bu ramazanda diğer dertlerimizi muvakkaten de olsa unutturdu ve hepsinin yerini işgal ederek gelip üzerimize kara bir bulut gibi çöktü.
Bu sene derslerimizde ayrı bir hüzün, iftarlarımızda farklı bir burukluk, gecelerimizde değişik bir keder var. Sokak ortasında kafasından vurulup yere yığılan insanların silüetleri ve açlıktan bir deri bir kemik kalmış çocukların hayalleri hiç ayrılmıyor gözümüzün önünden. Müzakerelerimizin konusu ne olursa olsun, söz bir şekilde dönüp dolaşıyor ve Somali, Kenya, Uganda ya da Etiyopya'da açlıktan kıvranan insanlara gelip düğümleniyor.
Mustafa Sungur: Ramazanlarda o talihli evdeki genel hava nasıl oluyor?
Osman Şimşek: Misafirler asude ve içe derin bu evde kendilerini Anadolu'nun sıcak bir ocağına girmiş gibi hisseder. Burada hemen her zaman yapılan ibadetlerin, müzakere edilen konuların, düşünce ve inanç dünyamızla alâkalı tahlillerin, terkiplerin; daha başka içtimaî münasebetlerin enginliğine kendilerini salar ve âdeta rüyada yaşıyormuş gibi olurlar. Gerçekten burada çok defa esrarlı bir akım, sırlı bir sükûnet ve huzur veren bir sekine hissederler. Farklı bir hava, manevi bir tat, değişik bir neşve ve husûsî esintilerle gönüllerinin meşbu olduğunu duyarlar.
Buranın sâkinlerine gelince, onlar biraz daha temkinlidir. Hocaefendi'yi sürekli ızdıraplı görmek, hep onun gözyaşlarına şahit olmak ama onun ufkundan uzak bulunmak, o zahirî tali'lilere çok ciddi gel-gitler yaşatmakta; bitevî bir nefis muhasebesi onlardaki diğer bütün duyguları âdeta baskı altına almaktadır. Dahası, çoğunda aradan geçen yıllara rağmen hâlâ öğrencilik psikolojisi ve her gün ders verme heyecanı hâkimdir. Fakat, hemen hepsi hâlinden memnundur. Günleri okuyup düşünme, düşünüp Hakk'a yakınlık arama hisleriyle dopdolu geçmektedir.
Diğer taraftan, ramazan ayında cömertliği kat kat artan Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve selef-i salihîn efendilerimiz gibi, Müşfik İnsan da uzak yakın çevresini değişik ihsanlarla sevindirir. Malının bir kısmını gece bir kısmını gündüz, birazını gizli birazını da açıktan veren Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ali efendilerimize ittibâen, Hocaefendi, bu ayın başında daha ortada hiçbir yardım teşebbüsü mevcut değilken, Kimse Yok mu Derneği'nin "Afrika Gıda Kampanyası"na on bin dolar bağışladığı gibi, bazen başkalarını da hayra teşvik için ikram u ihsanlarının duyulmasına ses çıkarmaz; fakat çoğu zaman, muhtaç olduğunu zannettiği birine kimsenin görmeyeceği anları kollayarak yardım eder, hatta bir başkasının eliyle onun ihtiyaçlarını görerek kendisi işin içinde hiç yokmuş gibi davranır. Hocaefendi, bu mekânın mutfakta çalışanından talebesine kadar hemen herkesin hâl ve hatrını sorar, dertlerine ortak olur ve gizli-açık ihsanlarından onları da nasipdâr eder ki, aslında onun sadece bir tebessümüne muhatap olmak, o mekânın -az önce ima ettiğim- bütün zorluklarını uzun süre aşmaya yeter de artar.
Mustafa Sungur: Hocaefendi'nin odası nasıl?
Osman Şimşek: Bazı kimseler, herkesi kendi dünya tutkuları ve yaşama arzuları zaviyesinden değerlendirerek çiftliklerden, villalardan, lüks hayattan ve şatafattan bahsedip dursalar da, Hocaefendi tam on iki senedir tek odacıkta sabahlıyor akşamlıyor. Dahası o oda, Türkiye'de olsa yirmi-otuz kişinin kalacağı bir öğrenci yurdu bile yapılamayacak kadar -ısı ve ses yalıtımı konusundaki yetersizlikleri gibi sebeplerle- namüsait bir binada yer alıyor. Evet, M. Fethullah Gülen Hocaefendi, bir tepenin üzerindeki şirin bir bahçe içerisine inşa edilmiş yedi-sekiz kardeş evden birinin sadece tek odasında kalıyor. Yatağı, çalışma masası, elbise dolabı, kütüphanesi, küçük buzdolabı, abdesthanesi, koşu bandı ve Türkiye'nin farklı illerinden gelen toprakları da mübarek bir hediye olarak içinde muhafaza ettiği müzeciği... hepsi bu tek odaya sığdırılmış/sıkıştırılmış bir hâlde.
Hocaefendi, o ukbâ televvünlü odada sürdürüyor hayatını. Orada yazıp çiziyor, orada oturup kalkıyor, yürüyüşünü orada yapıyor, orada istirahat ediyor ve orada geceler boyu Cenâb-ı Hakk'a el açıp dua dua yalvarıyor. Önceleri derme çatma bir barınağı, evvelki gün bir cami penceresini ve dün tahta kulübeyi mesken edinen Hocaefendi bugün de o mekânı biricik misafirhanesi olarak görüyor.
Odanın maddeten küçük mana itibariyle çok değerli camekânında (müzeciğinde) yer alan önemli hatıralardan birkaçı şunlar: Lıhye-i şerif, Türkiye'nin dört bir yanından gönderilen toprak kutucukları, bir parça Kâbe örtüsü, Mescid-i Nebevî'nin halısı, Hazreti Üstad'ın külahı ve sarığı, çeşit çeşit renk renk tesbihler, bir de üzerinde Türkiye'nin tozu, toprağı, havası bulunan takım elbisesi ve ayakkabıları. Hocaefendi, hemen her eşyasını hediye edebilir, zaten eline ne geçerse dağıtıyor ama o takım elbise ve ayakkabıların yeri başka. Bir gün nasip olur da çok sevdiği vatanına dönerse, inşaallah üzerinde onlar olacak.
Mustafa Sungur: Hocaefendi'nin bu ramazana has özel bir mesajı oldu mu?
Osman Şimşek: Muhterem Hocaefendi çok önemli olmasına rağmen üzerinde durulmayan bir mevzua dikkatlerimizi çekti: Evet, kıtlık ve kuraklıkla mücadele yolunda maddi sebeplere mutlaka riayet edilmelidir; fakat, mü'minler, her şeyden önce Müsebbibü'l-esbâb'a yönelmeli ve fiilî dua ile beraber kavlî duanın gereğini de ortaya koymalıdırlar.
Maalesef, bugün insanların pek çoğunda ciddi bir itikad problemi var; her meseleyi natüralizme bağlama ve esbab-ı tabiiyye ile izah etmeye çalışma hastalığına mübtela kimseler, hadiselerin perde arkasını göremiyor. Dolayısıyla, kuraklık ve kıtlık gibi tabiî afetler hususunda da isabetli bir değerlendirmede bulunamıyor ve asıl çalmaları gerekli olan kapıyı bilemiyorlar.
"Mü'minlerin derdiyle dertlenmeyen onlardan değildir." hadisini hatırlatan, "Yardım ve desteğin hangi türüyle o insanların imdadına koşulursa nezd-i uluhiyette hora geçer bilinmez. İstiska duası da bir yardım vesilesidir." diyen Hocaefendi, dünyanın her yanında Afrika'daki muhtaç kardeşlerimiz için istiska duası yapılmasını çok istedi.
Kendilerinin bu ikaz ve teşvikleri üzerine www.herkul.org üzerinden istiska duası için çağrıda bulunduk ve bir dua hazırlayıp sitemizde neşrettik. Biz de burada yedi gün boyunca her sabah istiska duası yaptık; hadis-i şeriflerde tarif edildiği üzere Rabbimize el açıp O'ndan Afrika için rızık talep ettik; hassaten Somali, Kenya, Uganda ve Etiyopya'daki kardeşlerimiz için yağmur, bereket ve yardım niyazında bulunduk.
Evet, mademki bugün medya organları vasıtasıyla oradaki kıtlık, kuraklık ve açlıktan haberdarız, o felakete bigâne kalamayız. Dünyanın neresinde olursak olalım, elimizden gelen maddi yardımları yapmakla beraber, en azından yürekten çıkan bir "âmin" sözüyle de kardeşlerimizin dertlerini paylaşmalıyız. Henüz vakit geçmiş değil, şimdiye kadar yapamamış olanlar, inşaallah ilk fırsatta yağmur duasına çıkar.
Mustafa Sungur: Herkul İnternet Sitesi'nin takipçileri için bir müjdeniz var mı? Ramazandan sonra sohbetler başlar mı, siteyi yeniler misiniz?
Osman Şimşek: Allah nasip ederse, Hocamızın haftada üç gün yaptığı ikindi sohbetleri bayram sonrası yeniden başlayacak. İnşaallah, hem Kırık Testi hem de Bamteli bölümlerimizi her hafta yenileyerek muhterem Hocamızın en son sohbetlerini herkesin istifadesine sunmak için gayret edeceğiz.
- tarihinde hazırlandı.