İyi Bilirdik
Çok değil ölümünden sadece iki gün önce karşılaştığımız Üzeyir Garih'e "Benim param var senin saçın diyordunuz; saçlarım dökülüyor ama sizin paranız artıyor" demiştim ve bana her zamanki gülümsemesiyle "Senin saçından daha fazla dökülüyor bizim zenginliğimiz, sen yine benden zenginsin!" diyordu.
Evet, Türkiye'nin bilge işadamı bir tutam saçla bir tutuyordu 50 yıllık zenginliğini... Zannedilenin aksine paraya çok önem vermeyen ve her fırsatta "Ben zengin değilim" diyen Üzeyir Garih, cep telefonu için mi öldürüldü yoksa bugün kestirilemeyen bambaşka sebeplerden dolayı mı, bilinmiyor. Bu polisiye takip mutlaka yapılmalı ancak bizim üzerinde durmak istediğimiz konu Üzeyir Garih'in ölüm şekli değil; misyonu... Garih'in yıktığı tabular, ölümünden sonra çok daha iyi anlaşılıyor.
Belki ölüm biçiminin de etkisi olabilir ama ölüm hangi taraftan gelirse gelsin insan ve toplum hayatında hâlâ en keskin 'durum muhasebesi'nin yapılmasına imkan sağlayan önemli bir olgu.
Ölümünden sadece 48 saat önce İstanbul Sanayi Odası Üyeleri'ne mail kullanmayı anlatan, 70 yaşından sonra kitap yazan, üniversitede derse giren, yılda en az 100 konuşma yapan, fakirin sosyal konumu üzerine kafa yoran, farklı dini inanışlara içten bir saygı duyup gerektiğinde yadım yapan, Müslüman Türk kimlikli kişilerin dışladığı insanlara, zor günlerinde bile yardımcı olan, karamsarlığı önlemek için, torunu yaşındaki gazetecilere sık sık "Lütfen iyi şeyler yazın" diyerek adeta yalvaran bir işadamı kolay yetişmiyor bu topraklarda...
Yetişeni de işte böyle katlediyorlar; bize de Garih'in başardığı ilkleri, kırdığı tabuları yazmak kalıyor...
Müslüman'ın Yahudisi olur mu?
Üzeyir Garih'in bizce bize miras bıraktığı en önemli miras; Türkiye'nin birlik ve beraberlik içersinde yaşaması gereken mozaik bir yapısının bulunduğu oldu.
Boğaziçi Köprüsü'nün altındaki 4 katlı Alarko Holding binası Üzeyir Garih için çok önemliydi. Garih'le yaptığımız görüşmelerde bu binanın şirketlerinin yükseliş dönemlerine şahitlik ettiğini söylüyordu ve özel bir duygusunu da paylaşıyordu: "Bu binanın balkonunda Fethullah Gülen ile kahvaltı yaptım. Ve bu benim için inanılmaz bir onurdur. İnanması zor ama ben benim bu binayı, bu balkonu hatta bu masayı sevmemde bu kahvaltıda edindiğim tarifi zor duyguların da etkisi vardır."
Duvardaki tablo ve yerdeki küçük halıyı gösterirken heyecanlanan Üzeyir Garih "Ben bunları değer verdiğim gönül insanı Fethullah Gülen'den aldım. Ve görüyorsun ki, odamın en nadide eşyaları onlar.." diyordu.
Toplantılarda karşılaştığımızda ise, "Hocaefendiyle geçen ay telefonlaştık, sağlığı iyi" ya da "Dua etmeliyiz, Hocaefendi'nin şekeri yükselmiş" diyor ve Amerika'ya gidip Fethullah Gülen'i ziyaret edememesine hayıflanıyordu.
Bizler ve ötekiler ikilemi ile yetişmiş bizim nesil için bu tür iltifatları 'Acaba siyasi mi?' diye yorumlamak önyargılı bakışın bir tezahürü olsa gerek. Muhafazakâr kesimin kasetlerle suçlandığı bir dönemde, herkesin aksine Fethullah Gülen'e destek çıkması, Büyük Ada'daki ruhban okulu konusunda devlet ricalinin daha anlayışlı olmasını istemesi ile gönlündeki engin hoşgörünün samimiyetini de ispatlıyordu "Musevi İşadamı Üzeyir Garih!"
Türkiye'deki Müslümanlar da ilginç bir tepki verdiler Üzeyir Garih'in ardından. Hele üzerinde Müslümanların çoğunun bile taşımadığı önemli bir dua kitabı olan Cevşen'in çıkması, Fethullah Gülen'e yazdığı mektupta Hz. Muhammed'den (s.a.s) bahsederken 'Peygamberimiz' diye hitap etmesi Üzeyir Garih'in hangi dine mensup olduğu konusunda kafa karıştırdı. Müslümanlar hüsn ü zan ederek ve Avrupa'da da ruhaniler arasında 'gizli Müslümanların' olduğundan delil getirerek Garih'in Müslüman olabileceğini düşündüler. Aslında bu Garih'e olan samimi bir sevginin tezahürü idi. Müslüman mı, Musevi mi? Doğru cevabın belki hiçbir zaman alınamayacağı bu tartışmaya girmeden, kamuoyunun ona verdiği değer çok net: Musevi yada Müslüman; ama önce "insandı" ol.
Azınlık Kavramını sorgulatıyor
Üzeyir Garih'in, ısrarla "Baskı yok, bu ülke bizim" sözleri, azınlıklardan duymaya alışkın olmadığımız bir söyledi. Öyle ya, sağ kesim azınlıklardan, azınlıklar da sağ kesimden nefret etmiyor muydu?! Osmanlı İmparatorluğu'na küfretmek moda değil miydi bu ülkede; bir "Musevi işadamı" nasıl olur da Osmanlı hayranı olurdu?
Hz. Muhammed'e (asm) "Peygamberimiz" diyen, kütüphanesinde sürekli Kur'an-ı Kerim bulunduran ve Kuran'ı Türkçe, Arapça ve Fransızca olarak okuyan "bilge işadamı"nın, Araplara ve Arapçaya sarfettiği övücü sözler de şaşırtıyordu bizi. Bir Yahudi, Arabı ve Arapça'nın zenginliklerini nasıl övebilirdi?
- tarihinde hazırlandı.