Kennedy'den Gelen Teşekkür Mektubu

1954'te Said Nursi'yi tanıdıktan sonra İzmir'de Risale-i Nurlar'ın halka ulaşmasını sağlayan Mustafa Birlik, baskınlarla geçen hayatını anlatmaya devam ediyor. 27 Mayıs darbesinden sonra sıra anayasa oylamasına gelmiştir: "Anayasa oylamasında biz çok dolaştık doğrusu, 'Hayır deyin, hayır olsun' diye. O sırada bize haberleri veren polis 'Mustafa kaybol, seni tevkif edecekler' dedi. Gittim baldızın evinde kaldım, anamın mezarında yattım. 9 Temmuz 1961'de anayasa oylaması oldu, çıktım ortaya. 12 Temmuz günü de Halk Parti il toplantısı oluyor. Orada Yurtoğlu soyadlı komünist bir doktor, Halk Parti il başkanı vardı. Delegeler ona yükleniyorlar 'Bir Mustafa Birlik denen adamı susturamadın. Adam anayasa için bir slogan attı, tutturdu' diye. O da diyor ki 'Ne yapayım? Ben validen, şundan bundan söz aldım tevkif edilmesi için. Bir türlü tevkif edilemedi.' O zaman orada talebe temsilcisi olarak bulunan Zeki diye bir çocuk vardı. Yanıma gelip giderdi. Diyor ki 'Mustafa Birlik'i tanımıyorsunuz. Korkarım ki bizim bu toplantıdan da haberi olacaktır.' Çünkü haberi kendisi veriyordu bana."

O dönemde Adalet Partisi'nin önde gelenleri, Ragıp Gümüşpala Ankara'dan çağrıldığı için hariç, hepsi Mustafa Birlik'in evinde toplanmıştır. Israrla görüşme arzu eden AP kurucularının amacı, onu siyasete sokmaktır: "Ahmet Feyzi (Kul) ve Ali İhsan Tola ağabeyleri de çağırdım. Ben siyasete girmeyeceğimi söyledim. 'Madem çok şey yapıyorlar, Ömer Lütfi Bozcalı Ağabey bizim davalara bedava giriyor. Bunu senatör yapın' dedim." Sonuçta Avukat Bozcalı, 1961 yılında İzmir'den cumhuriyet senatosu üyeliğine seçilir ve 7 yıl bu görevde kalır.

Risale-i Nur talebeleri için bir yandan sıkıntılı zamanlar devam ederken diğer yandan da rağbet artmaktadır günden güne. Bu arada Ankara'da Kemalettin Ceviz bir kısım risaleleri İngilizceye tercüme eder ve İzmir'e, Mustafa Birlik'e de gönderir: "İzmir'de NATO var. NATO'daki subaylar vasıtası ile tercümeleri bir tetkik ettiriverin' diyorlar. İşte Necdet Doğanata, onun ağabeyi üsteğmen ve bir de Esat Kaşif vardı, astsubay. Onlar NATO'daki subaylara götürdüler bunları. Subaylar diyor ki 'Bu, papaz lisanı. Biz bunu anlamayız.' Onun üzerine Alsancak'ta bir papaz vardı. Ona gittiler. Adam önce tashih etmek istemedi. Sonra yaptı neyse. O atmosferde bunları nasıl göndereceğiz Amerika'ya?"

O dönemde havacı subay ve astsubaylar 8 ay kadar Güzelyalı'da kurs gördükten sonra ABD'ye gönderilmektedir: "Ferrin Agan diye Eskişehirli bir astsubay vardı. Bizim dükkânın yanındaki lokantaya gelir, yemek yerdi. O gitti ABD'ye."

Birlik, binbir güçlükle bir yolunu bulup kitapları Amerika'ya ulaştırır. Ferrin Agan da baskılarını yaptırır: "Ferrin bana da 10 tane göndermiş. Ben bunlardan bir tanesini Amerikan Başkanı Kennedy'ye gönderdim. Ve Kennedy'den de teşekkür mektubu geldi. Fakat mektup Emniyet'te takıldı. Neyse geldiler baskına. 'Nerede bastınız bunları?' diye soruyorlar. 'Amerika'da basıldı' diyoruz; ama bir türlü ikna edemiyoruz. Neyse ambalajını atmamıştım. Onu gösterince 'Pes doğrusu' dediler. Sonra ifademizi aldılar. 'Neden Kennedy'ye gönderdin?' dedi bir tanesi. 'Müslüman olsun diye gönderdim. Hem süper devletin başı Müslüman olursa bize zararı mı, faydası mı olur?' dedim. Bu sefer de 'E niye başka kitap göndermedin de bunu gönderdin?' diye sordular. Ben de dedim ki 'Siz başka gönderdiniz de ben size bu soruyu sordum mu? Niye risale göndermediniz dedim mi?"

Mustafa Birlik, Müslümanların yaşadığı sorunlar karşısında kendini tutamaz. Her zaman tepkisini ilk verenlerin başında gelir. Bunda, Bediüzzaman'ın 'korkmayın' sözünün etkisi muhakkaktır: "Katiyen korku ile tanışmamıştım. Yani benim hayatımda çok rahat söylediğim bir şey şu. Herkes tarafından Nurcu olarak bilinmemdir. Onun için Nurcu hüviyetimle rahat konuşuyordum. 'Acaba' diye bir şey yoktu bende. Esnaflık yaptığım dönemde öğle tatillerinde çantamı alır Konak'a doğru bütün dükkânlara girer çıkardım. Takip edenler de arkamda olurdu. Bunlar korkuyorlardı. Çünkü beni böyle görünce 'Herkesi Nurcu yapmış, herkes buna iştirak ediyor' diye çok endişe ediyorlardı."

Mustafa Birlik, 1963 senesinde büyük gürültü koparan bir başka hadiseye imza atar: "Korgeneral Faruk Güventürk Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinde bir beyanat verdi 'Nurcular Rusya'dan yardım alıyorlar' diye. Bunun üzerine Ahmet Feyzi (Kul) Ağabey ilmî, ben de avamî bir yazı yazdık. O günkü devirde bunu yazmak... Hatta bizim kardeşlerimiz bile 'Bu saatten sonra hayatını bitirirler' dediler."

Aslında bu Birlik'in bu konuda ikinci girişimidir. İlkini, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in Malatya'da 'Medeni milletler seviyesine Bediüzzaman'ın iddia ettiği gibi bir lokma bir hırka ile çıkılmaz. Şöyle olmamız lazımdır' diyerek Said Nursi'nin bizzat adını vererek yaptığı bir konuşmadan sonra gerçekleştirmiştir: "Bu konuşmanın ertesi gün gazetelerde 'İstanbul'daki Akademiler Balosu'nda bilmem neler yapıldı' diye yazılar çıktı. Bunun üzerine ben uzun bir mektup yazdım Reisicumhur Gürsel'e. Dedim ki 'Paşam, sizin söylediğiniz gibi Bediüzzaman'ın böyle iddiaları yoktur. Bu mektup aylık bir mecmuada da çıktı. Onun üzerine reisicumhura hakaretten dava ettiler. Ama beraatle sonuçlandı. Hakkımda yapılan araştırmalarda 'hiçbir siyasi ekole tabi olmadığı anlaşıldığından, görüş ve ifadelerinde samimiliğinden beraatine' deniyordu."

Cesur çıkış Güventürk'ün hoşuna gider

Biz dönelim Korgeneral Güventürk konusuna. Güventürk, paşa olduğundan, Mustafa Birlik askerî otorite emriyle hemen basın savcısının karşısına çıkarılır. Birlik, savcıya ifade vermez. Çünkü ortada şahsa hakaret vardır: "Savcıya 'Ben suçu kabul ediyorum ama bu şahsi suç. Siz savcı olarak amme savcısı olmadığınızı itiraf edin. 'Güventürk'ün savcısıyım' deyin, ifade vereyim. Fakat amme savcısıyım diyorsanız ifade vermeyeyim ben' dedim. Böyle cesur bir çıkış hoşuna gitti. O gün adam korgeneral, Kayseri'de 6. Kolordu Doğu Menzil Komutanı. Astığı astık, kestiği kestik. Rahmetli Menderes'i vaktinden evvel asan üç kişiden biri."

Savcı, kanuni mevzuata göre vatandaşın ifade vermediğini beyan eder. Buna rağmen başsavcı ondan ifadeyi almasını ister. Savcı, emri yazılı vermesini talep eder. O da vermeye yanaşmaz. Bu sefer Başbakan İsmet İnönü devreye girer.

Mustafa Birlik'ten dinleyelim: "İnönü Adalet Bakanı ile bir konuşalım' diyor. Sedat Çumralı da Adalet Bakanı. Konuşuyorlar. Çumralı diyor ki 'Madem ki kanuni mevzuata göre ifade vermiyor. Biz şimdi sessiz kalalım. Bakalım ordu ne yapacak. Ordudan bir tepki gelmezse, biz işe karışmayalım."

Kara mizahı aratmayacak olaylar

Ordudan tepki gelmeyince Güventürk devreye girer ve 'Türk paşasını müdafaa edecek kimse yok mu?' şeklinde İzmir Barosu'na, onları harekete geçirecek elastiki bir telgraf gönderir. İki kadim Halk Partili avukat ortaya çıkar: "Biz dedik ki 'Bizim hakaretimiz suçsa bizi bu suça teşvik eden Güventürk'ün o gazetelerdeki, bizi Ruslardan yardım almakla itham eden beyanatıdır. Biz muhitimizde Nurcu olarak bilinen kimseleriz. Muhitimizde herkes latifeli bile olsa 'Şu Rusya'dan gelen yardımlardan bizi de görün' demeye başladı. Biz haysiyet ve şerefimizi korumakla mükellefiz. Kollamak için de bu yazıyı yazmak mecburiyetinde kaldık."

İşin komik ve kara mizah tarafı bundan sonrasıdır aslında. Mahkeme, o zamana kadar 'Nurcudur' diye her adımı izlenen Mustafa Birlik ve Ahmet Feyzi Kul'un 'Nurcu olup olmadıklarına dair muhit komşularından onar tane şahidin getirilip dinlenmesine' karar verir. 1. Şube'den gelen yazıda 'Nurcu olarak bilinmektedir, takip edilmese de...' denmektedir: "Şahitler geldi. Hele Ahmet Feyzi Ağabey'in, 1. Dünya Harbi'ni görmüş, muhtarlık yapmış bir şahidi vardı. O dedi ki 'Ahmet Feyzi Ağabey'in nurcu olduğunu Denizli'den tut İzmir denizine kadar bilmeyen yok ki. Ben hangi tarafını söyleyeyim.' Ondan sonra gereği düşünüldü."

Bunun üzerine Faruk Güventürk de suçlular arasında mahkeme edilmeye başlanır. Ancak avukatları 'Bir paşanın buraya getirilip mazlum sandalyesine oturmasının çeşitli mahzurları var diyerek' onun mahkemeye çıkmamasını talep eder. Buna göre seyreden mahkeme 1964 yılında çıkan aftan bir süre önce nihayetlenir: "Hâkim 'Üçünüze de altışar ay ceza veriyoruz' dedi." Daha evvel mevkufiyetleri olmadığı için de cezalar tecil edilir.

Said Nursi'nin vefatından sonra, 1962-63'lerde, cemaatte ortaya çıkan bazı sıkıntıları, aralarına sızan bazı güçlerin provokasyonları olarak gören Mustafa Birlik, o süreçte 'bir grup içerisine dahil olmak istemiyorum' diyerek geri planda kalır.

Birlik, her zaman, Müslümanların sıkıntılarını çözmeye yönelik fikirler üretir. 1971'de, Bediüzzaman'ın giydiği eşyaların yakılmasını da yine hazırladığı bir planla önler: "Mahkeme 1971'de Üstad'ın bütün eşyalarını yakma kararı verdi. 'Ne yapalım, ne edelim?' derken savcı binbaşının çarşıda esnaf olan bacanağını buldum. 'Üstad'ın 'saçı, ayakkabısı, cüppesi yakılacak, yazıktır' dedim. İbrahim Fakazlı Ağabey anlatırdı. Üstad Denizli Mahkemesi'nde, mahkemeye çıkmadan önce 'Şu cüppenin 4 deliği var, bir yamayıversinler' diye gönderiyor. Hâlbuki cüppede 48 yama var. Bir de son yapılanlarla 52 yamalı cüppe ile mahkemeye çıkıyor. O esnaf, savcı bacanağına bir not yazıyor, 'Arkadaşın senden talebi olacak, yaparsan sevinirim' diye."

"Dünyada yaktığın yeter bari ahirette peşimizi bırak"

Binbaşı, Birlik'in talebini kabul ederek sivil katip ve başçavuşa gitmesini söyler: "O sivil kâtip cumartesi günü hanımı ile dükkâna geldi. Alışveriş falan yaptılar. İki gün sonra yine geldi 'Ya Mustafa abi, paraya ihtiyacım var. 5 bin lira ödünç verebilir misin?' dedi. Verdim. 'Ben ne zaman geleyim eşyaları almaya?' dedim. Gittim, pazardan da eski eşyalar aldım, onların yerine teslim ettim. Üstad'ın eşyalarını aldım. 30 küsur parça idi. Diğer parçaları (Mustafa) Sungur Ağabey'e verdim. Bu üç parçayı alıkoydum. 'Bunlar' dedim 'benim hakkım' yani."

Mustafa Birlik, ilerleyen yıllarda, 1986'da Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Başbakan Turgut Özal ve bazı milletvekillerine; Milli Savunma, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Müdürlüğü ve Genelkurmay Başkanlığı'na birer mektup göndererek Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne atanan Aydın Toroman'ın da komünist olduğunu ortaya çıkararak, önce Eskişehir Hava Üssü'ne, ardından da re'sen emekliye sevk edilmesine vesile olur.

Bu kadar hareketli bir hayatın içinde olan Birlik'e önce 'Selametçi' yakıştırmasında bulunulur, sonra da Hocacı derler.

Birlik, Risale-i Nur okuyan gruplar arasındaki bütün ayrılık, karışıklıkların altında kimlerin parmağının olduğunu tahmin etmekte, bilmektedir artık: "Fethullah Gülen Hocaefendi'ye de anlattım. Çok güldü. Bir tanesi ile karşılaştık iki sene evvel falan, Kemeraltı'nda. Dedi ki 'Bana bak, bana! Yanacaksın. Tövbe et.' MİT dedim ya ona. İftira ediyormuşum sözde. Bundan dolayı yanacaksın' diyor. 'Bana bak' dedim, 'dünyada yaktığın yeter, ahirette bari peşimizi bırak. Orada bari rahat edelim.' Kendi de güldü, böyle deyince."

11 Mart 1966'da, İzmirli Müslümanların hayatında önemli bir değişiklik olur. Daha önce bulunduğu Erzurum, Edirne ve Kırklareli gibi şehirlerde belirli bir isim yapmış Fethullah Gülen Hocaefendi İzmir'e tayin edilir: "Geldikten iki-üç gün sonra Osman Demirci Hoca ile 'hoş geldin'e gittik Kestanepazarı'na. Ondan sonra, Allah razı olsun, bizim evin bir ferdi gibiydi yani Hocaefendi; gelmesi, gitmesi, kalması..."

"Hocaefendi'nin İzmir'e gelmesiyle ufkunda bir genişleme oldu"

Kestanepazarı'nda çok hizmeti olur Fethullah Gülen Hocaefendi'nin: "Hocaefendi'nin buraya gelmesiyle ufkunda bir genişleme oldu. Burada yapılan çalışmaların geniş bir sahaya yayılacağını hissetti. Onun için Kestanepazarı'ndan çıktıktan sonra ayrı bir dernek falan kurdu. Bütün bunların ilk temeli fakirin evinde atılmıştır yani. Ama bu dersaneler falan hiçbir şey yokken ben uzun müddet burada dersane açtırtmadım, cemaat bölünmesin diye."

O zamana kadar Mustafa Birlik'in evi tek buluşma noktasıdır İzmir'de. Bir müddet sonra bir iki ev açılır: "Bornova'da Atıf Bey Yurdu'nun yerini ben satın almıştım. Elhamdülillah sonra günden güne genişleme oldu. Hocaefendi artık Kestanepazarı'nda iken Abdullah (Mustafa Birlik'in iki kızı dışındaki oğlu), her akşam sefertası ile giderdi oraya. 3-5 kişi olur, yer, içer sohbet yaparlardı. Hocaefendi'nin babası Ramiz Amca çok hoşsohbet bir insandı. Çok nüktedandı. Hocaefendi'nin babası, anası falan ilk geldiği zaman bu evin alt katında kaldılar bir sene."

Birlik, Ramiz Hoca'dan dinlediği bir nükteyi şöyle aktarıyor bizlere: "Bizim evden bakınca, her taraf böyle eski ev olduğu için müze gibi görünür. Kış gelmiş. Ramiz Amca karşımızdaki Yamanlar'ı böyle görüyor. Diyor ki 'Kış konaklamış. Zenginlere selam göndermiş, 'geliyorum, hazırlansınlar' diye. Bunu duyan fakirler de üzülmüşler 'Zenginlere selam gönderiyorsun da bize haber bile vermiyorsun' demişler. Bunun üzerine kış 'Merak etmesinler. Onlarla şahsen görüşeceğim' demiş."

Takvimler 12 Mart 1971'i gösterdiğinde de Türk Silahlı Kuvvetleri hükümete muhtıra verir. Hocaefendi de bundan az bir zaman önce Kestanepazarı'ndan ayrılmak durumunda bırakılır: "Hocaefendi ne kadar geniş bir insan. Çok geniş, çok müsamahalı. Kin tutmayan bir adam. Mesela Kestanepazarı'ndan, diyelim ki istihbaratın veya şunun bunun zorlaması durumunda, ayrılma mecburiyeti karşısında onları bile hoş karşıladı yani."

"Hocaefendi'den bir saat önce tevkif edildim"

12 Mart'ın hemen ertesinde de bildik aramalar yapılır. Ancak bu sefer, bir şey bulunsa da bulunmasa da tevkif edilmeleri kaçınılmazdır. Birlik, Fethullah Gülen Hocaefendi'den bir saat evvel tevkif edilir: "Mayıs ayıydı. Pazar günü evde yoktuk. Geldik, polisler zaten bekliyorlarmış bizi. Ama üç-dört gün evvelden dolapları temizlemiştim." Birlik'in 'temizlediydim' dediği, başka bir şey değil, tahmin edilebileceği gibi risalelerdi: "Kalan şeyleri benim küçük kız (arka taraftaki banyodan komşunun damına geçme imkânı vardı) alıp komşunun evine götürdü. Sonra polisler o komşunun evine gidip 'Bu evden diğerine irtibat var mı?' diye soruyorlar. Onlar da 'Yok' diyorlar. Yani, bizim tevkif edilmemize sebep, bizde ve Hocaefendi'de bir şey bulmaları değildi. Doğrudan doğruya Ankara'dan ismen gelen liste ile aldılar bizi. Ben polise dedim ki 'Ceket giyeyim mi?' 'Giysen iyi olur' deyince anladım kalacağız orada diye. Gittiğimde Harun Reşit (Tüylü) Hoca oradaydı. Saçları, bıyıkları kestiler; ama Harun Reşit Hoca'ya dokunmadılar. Benden sonra Cahit (Tuzcu), sonra Hocaefendi geldi."

Böylece 6,5 ay sürecek yeni bir sayfa açılır onlar için. Ve bilinçli bir şekilde solcular da onların yanına yerleştirilir: "Dev-Genç'lilerle beraberdik. Enteresan bir şey söyleyeyim. Onlardan bir çocuk vardı, sarışın. Geldi bir gün Hocaefendi'ye dedi ki 'Hocam MİT bizi kullandı. Ve şimdi sahip çıkmıyor. Ne olur bize yardımcı olabilir misiniz?' Sonra o Kadir Kaymaz vardı, meşhur Ziraat Bankası soyguncusu. Hocaefendi falan meşgul oldu onlarla. Namaza, oruca başladı orada yani. Namaz kıldığı için diğer komünistlerin onu öldürme kararı aldıklarını duyduk. Hocaefendi'ye 'Siz dünyayı da biliyorsunuz, ama nasıl dindar oluyorsunuz?' diyorlardı. Yani dindarlıkla dünyalığı birbiri ile bağdaştıramıyorlardı."

Albayın anonsu: Hocalar tahliye oldu

Solcuların içlerinde tahrik etmek isteyenlerin de olduğunu anlatan Birlik, Buldan Müftüsü'nü solculara gelen ziyaretçiler arasında görünce şaşkınlığını gizleyemez: "Anası çarşaflı, babası sakallı, oğlu komünist. Müftü, komünist olan üsteğmen oğlunu ziyarete geldi. Ben hocayı dışarıdan tanıyordum. 'Ya hocam?' dedim. 'Sorma' dedi 'işte böyleyiz.' Fakat babası öyle gelip şey yapınca, oğlunun diğerleri ile ilişkisi azaldı. Utandı yani. Ben ailemi hiç getirtmedim oraya. Bir tek Abdullah geliyordu."

Solculardan başka ülkücüler de vardır aynı koğuşta: "Onlardan da yedi kişi vardı. Üç tanesi namaz kılıyordu."

Savcılık ile mahkeme arasında gerginliğin yaşandığı süreçte Harun Reşit Tüylü Hoca, bir albay akrabası vesilesi ile yedi günde tahliye olur. Cahit Erdoğan'ın, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Hukuk Müşaviri, albay akrabası ise ona hiç yardımcı olmaz. Sona doğru yaklaştıkça sadece Mustafa Birlik ile Hocaefendi kalır içeride. Bir aya kalmadan onlar da 9 Kasım 1971'de tahliye edilirler: "Bize dışarıdan yemek geliyordu. Biz daha ayrılmadan albay anons yaptırdı 'Hocalar tahliye olmuştur. Bundan sonra dışarıdan yemek getirmek yasaktır' diye."

Mustafa Birlik karar verir, 1973 senesinde temelli yerleşmek üzere Suudi Arabistan'a gider: "Ali Ulvi Ağabey'in yanına vardık. Yanında Said Şamil ve iki kişi daha vardı. Ali Ulvi Ağabey Said Şamil Ağabey'e hitaben dedi ki 'Üstad. Senin sorularına cevap verecek adam geldi. Yüzüme baktı, 'ben' dedi 'tanıyorum.' Beş gün arka arkaya evinde oturduk, konuştuk. 'Ben' dedim 'Medine'ye temelli yerleşmeye geldim.' Dedi ki 'İnşallah temelli kalamayasın. Çünkü ben burada büyük dedemin bir kısım malları vardı onları halletmek için gelmiştim. 'Peygamberin yurduna otur, hayatını burada tamamla' dediler. Oturdum, 15 sene oldu. 15 seneden bu yana kimseye bir şey söylediğimi hatırlamıyorum. Burası ile ilgili Mısırlıların bir tabiri var; 'Suudi Arabistan mücahidlerin kabridir' diye. Bir insan buraya gelip kaldı mı betonlaşıyor. Hareketleri, cesareti kalmıyor, kalmıyor, kalmıyor.' 'Anladım ki' dedi 'sen Türkiye'de bir 'köşe taşı' insanısın."

Sporu seven, bir zamanlar Altınordu'da amatörce top oynayan Mustafa Birlik'e 12 Eylül yönetimi de İzmir Belediyesi sınırları dışına çıkış yasağı getirir: "Evin altı dersane idi. İmam hatip öğretmenleri şikâyet etmişler 'burda gizli tedrisat yapılıyor falan' diye."

Birlik, başvuruda bulunarak, esnaf olduğu için seyahat etmesi gerektiğini anlatır. Bir süre sonra yasak, 'il hudutları' olarak değiştirilir. Bu şekilde olunca kazalar işe dahil edilir. Sonra da tamamen kalkar. Ancak Mustafa Birlik'in sıkıntısı bitmez.

Bu sefer de pasaport alırken sıkıştırırlar ve bir türlü pasaport vermezler ona: 'Pasaport almasında mahzur yoktur ama gittiği yerde hemen şeriat kurmaya çalışır' notu düşülmüştür dosyasına. Bütün bunlara rağmen pasaport almasına sürekli bir yerlerden taş konur. Birlik, en tepe noktasına kadar izini sürmeye karar verir ve Turgut Özal döneminde pasaportunu alabilir.

Bediüzzaman Hazretleri: "O gün baban sana dua edecek"

Günlük bir saatlik yürüyüşünü de ihmal etmeyen Mustafa Birlik, babasıyla yaşadığı bazı sıkıntılarını da, babası vefat etmeden halletmiştir: "Pederle ayrılmak icap etti ya. Nurcu olduktan sonra dargın duruyordu. Sonra ben Üstad Hazretleri'ne yazdım 'Ben gidiyorum, kovalıyor' falan diye. Üstad da 'Kardeşim, sahabe-i kiram da bu imtihanı ebeveyni ile olmuş. O kapıdan kovacak, sen pencereden gir. Pencereden kovarsa, bacadan gir. Sen vazifeni yap, vazife-i ilahiye'ye karışma. O gün sana dua edecektir' dedi. Aynen öyle olmuştur. Son haftalarında Beyşehir'e gittiğimiz zaman babam 'Yanlış anlamışız' dedi.

Mustafa Birlik, yıllar sonra anlattıklarıyla hatıralarının ancak bir kısmını aktarabiliyor bizlere. Biz de son sözü yine Mustafa Birlik'e bırakarak, aslında, onun, bu satırlara sığmayan daha ne çok anlatacağı hikâyesi olduğu notunu düşmek mecburiyetinde kalıyoruz buraya: "Aklıma kaynayan pınar gibi bir şeyler geliyor ama her şeyi de söylemek mümkün olmuyor." (Cemal Kalyoncu)

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.