Günahın büyüğü küçüğü olmaz!

Mükemmel sisteme sahip bir makine hayâl edin. Her parçası yerli yerinde, ne bir eksik ne bir fazla... Hatta yapılmışların en güzeli, en muntazamı, en değerlisi... Ancak bu makineyi kullananlar bu mükemmelliğin farkına varmayınca veya bunu önemsemeyince hata kaçınılmaz oluyor. Hata! İnsana özgü, insandan doğan ve onun tabiatının en onulmaz parçası… Ya İlahî terazideki karşılığı 'günah' olan hatalara ne demeli peki! Bazen büyük gürültülerle bazen de hiç fark ettirmeden makinenin dişlileri arasına giren, onu bozan ve ardından da iflasa götüren yanlışlar, yani bu mükemmelliği zaman içinde eskiten günahlar... Zaten Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de kalbimize düşen günahları aynadaki lekeler gibi tanımlıyor. Lekeler hemen silinirse izi kalmayabilir ama çoğalırsa artık ayna duyarlılığını kaybedip Allah'ın cemâlini göstermez. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Faruk Beşer'in de dediği gibi günah İlahî düzeni, fıtratı, Allah'ın sistemini bozuyor ve bazıları bu sistemi bir anda dağıtırken, bazıları ise çizikler atıp yavaş yavaş hasar veriyor. Bütün bu misallerin ardından "Günahın büyüğü-küçüğü olur mu?" diye düşünüyorsanız gelin birlikte bakalım meselenin özüne.

Rabb'imiz, Kur'an-ı Kerim'de en az üç yerde büyük günah anlamına gelen 'Kebair' ifadesini kullanıyor: "Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı (seyyiat) örtüp affederiz ve sizi değerli bir mevkiye yerleştiririz." (Nisa, 31) Burada geçen seyyiat 'kötü işler' anlamına da geliyor. Bir başka ayette bu kavram şöyle ifade ediliyor: "Eğer büyük günahlardan (kebair) ve fuhşiyyattan (çirkin işler) kaçınırlarsa, sadece lemmeler kalırsa, senin Rabb'inin bağışlaması geniştir." (Şura, 37) Lemme, 'küçük dokunuşlar' manasında olduğundan burada yine küçük günahlar anlatılıyor. Bu ayetlerden hareketle âlimler, genel anlamda günahların büyük ve küçüğünün bulunduğunu kabul etse de tıpkı Faruk Beşer gibi bazı ilim ehli insanlar bazen çok küçük bir kıvılcımın dahi çok büyük yangınlara sebep olabileceğini ifade ediyor. Zira kendi içinde küçük olan bir günah, devamlılık arz ettiğinde boyundan büyük sonuçlar doğuracağı için büyük günah hâline gelebiliyor. Sahabe efendilerimizden Abdullah bin Abbas, "Israr edilirse küçük günah küçük kalmaz, istiğfar edilirse de büyük günah büyük kalmaz." derken bu hususa dikkat çekiyor.

Fethullah Gülen Hocaefendi, 'günah' kelimesini ruhî, hissî, içtimaî ve terbiyevî yönleri ile ele alıyor. Mesela, ruhî yön ile alâkalı olarak günahı, bir iç çöküntü, fıtratla bir zıtlaşma ve aykırılık olarak tarif ediyor. Onun, insanı vicdanî azaplara ve kalbî sıkıntılara bırakacağı uyarısında bulunuyor: "Günah, insana bahşedilen bilumum istidat ve yüce duyguları söndüren bir fırtına ve kalbî hayatı çepeçevre saran zehirli bir dumandır. Bu fırtınaya maruz kalan kurur; bu zehirli havayı teneffüs eden de ölür."

Malumunuz sadece İslâm dininde değil Hıristiyanlık'ta da yedi günahtan bahsedilir. Gazeteci-yazar Ali Ünal, hadis-i şeriflerde de yedi büyük günahtan bahsedildiğini, fakat bunların kendilerinden bilhassa kaçınılması gereken günahlar olup, âlimlerin Kur'an ve hadis-i şeriflere dayanarak büyük günahların sayısını 70'e kadar çıkardıklarını belirtiyor. Bu günahın ölçütünü belirleyen kıstas, haram olma ve karşılığında cehennem tehdidi bulunması olarak kabul ediliyor.

Bütün günahların başında Allah'a şirk koşma geliyor ki, bu fiil terk edilip tevhide girilmedikçe affedilmesi mümkün olmuyor. Furkan Sûresi'nin son sayfasındaki bir ayet-i kerimede (68. âyet) şirkin, haksız yere cana kıyma ve zinayla bir arada zikredildiğini, dolayısıyla aralarında ortak noktaların bulunduğunu ifade eden Ünal, Kur'an'da, meselâ "Zina etmeyin"den çok, "Zinaya yaklaşmayın, açığıyla, gizlisiyle fahşâya yaklaşmayın, yetim malına yaklaşmayın!" gibi ifadelerle zina konusunda bakmak, dokunmak gibi harama götüren bütün yolların da yasaklandığına dikkat çekiyor. Tabii bu yollarda işlenen günahlar, bizzat o fiilin yapılmasıyla aynı derecede olmasa da büyük günah kapsamına girdiği için haram sayılıyor.

Günahı inkâr etmek

Büyük günahları yeterince önemsemediğimiz de oluyor ne yazık ki. Ali Ünal, pek önemsemediğimiz günahlara değinirken, bunlar arasında en fazla kaçınılması gerekenleri, "Suizan, gıybet, dedikodu ve hoşlanılmayan lakap takmak." şeklinde özetliyor. Kur'an'ın, içki ve kumarı yasaklarken kullandığı tabirin aynısını suizan için de kullandığına işaret ediyor. Dedikodu da bu kategoride yer alıyor. Gıybet ise bir kardeşinin ölü etini yemek kadar tiksindirici bir şekilde zikrediliyor Yüce Beyan'da. Bu yüzden suizan, dedikodu ve insanlara hoşlanmayacakları lakaplar takmanın, sanıldığından çok daha ağır bir yanı var. Zira gıybet eden kişinin, ahirette karşı tarafın günahlarını yüklenmesi ve insanlara hoşlanmayacakları lakaplar takıp onunla çağırmanın 'fısk' (yoldan çıkmak) olarak zikredilmesi de boşuna değil.

Suizan, gıybet, lakap takma üçlemesinden de anlaşılacağı üzere günah mikrop gibi. Dezenfekte edilmezse büyüyüp ölümcül bir virüs halini alıyor. Günahlar, fıtrata, İlâhî sisteme aykırı olduğu için vücuttaki yabancı maddeler misali insanı rahatsız ediyor. Çoğaldığında ise vicdan köreliyor ve kişi zamanla günah işlemekten rahatsız olmamaya başlıyor ki, en tehlikelisi bu şüphesiz. Yaptığı her şeye bir kılıf uydurmayı başaran insan, günah konusunda da aynı savunma mekanizmalarını devreye sokabiliyor. Kur'an'da, günahta ısrarın kalbi karartacağı hususu şöyle zikrediliyor: "Yapmaya alıştıkları kötü işler, gitgide kalplerini paslandırdı." (Mutaffifîn, 83/14) "İnsan bir günah işler ve onu tövbe ile silmezse, kalbinde bir leke olarak kalır. Eğer tövbe ederse kalbi yine parlar. İkinci bir günah işlediğinde ise o leke büyür. Ve kalp günah işleye işleye öyle bir kararır ki, bütün kalbi ele geçirir." hadis-i şerifi de bu ayet-i kerimeyi destekliyor.

Kimi durumlarda Âdemoğlu, günahtan sakınamadıkça, vicdanını rahatlatma adına Yaradan'ı inkâra başvurabiliyor. Bu noktada durup etraflıca düşünmek ve vicdanımızın çığlıklarına kulak vermekte fayda var. Ali Ünal, bu hassas dengeyi Bediüzzaman'dan naklen şöyle özetliyor: "Kişi bir günah işleyince başkalarının bunu bilmesinden ve bu durumdan vicdanen rahatsız olur. Fakat günah işlemeye de devam eder. Bu defa vicdanını teskin için 'Keşke o günah olmasaydı' der. Bundan kurtulamayınca, 'Bu günah değildir' diyerek inkâra gider. Günaha devam ettiği takdirde, onu gören meleklerin varlığından rahatsız olur ve Allah korusun, bu defa mesele 'Melekler olmasaydı, görmeseydi' noktasına gelir. Daha sonra bunların varlığını inkâra gider, 'Cenâb-ı Allah cehennemle azap eden değil, sadece rahmeti olan bir Allah'tır' diye düşünmeye başlar. Bu, nihayet Allah korusun küfre kadar varır. Nitekim hadis-i şerifte, 'Her günahta küfre giden bir yol vardır.' buyrulur. Hatta İslâm'ın emirlerini yerine getirmeyince kişi, 'Ne olacak sanki bunlar çok mu önemli, benim kalbim temiz!' deyip günah karşısında kendine ucuz ve basit bahaneler bulmaya çalışır." Kişi, tövbe kapısını aralayıp Hakk'ın huzurunda pişmanlık duyup kalbini O'nun sevgisiyle yıkamazsa en sonunda kazanan hep bahaneler, kaybeden ise kendisi olur!

Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Hasan Yenibaş ise önemsenmeyen küçük günahların tehlikesinden bahsederken, günahın kazandırdığı şeylerin anlık lezzetler olduğunu vurguluyor: "Mesela, gıybet nefsin baklavası. Yaparken insana tatlı gelir. Günahın insana kazandıracağı hiçbir şey yok. Kaybettirdikleri ise telafisi imkânsız nimetlerdir. İnsan günahla ebedî hayatını riske atar."

'Günah, küfrün postacısıdır'

Endülüslü âlim Şatıbî, "Günah, küfrün postacısıdır." diyerek günahın nelerden haber getirdiğini ve insanı nerelere götüreceğini üç kelimeyle özetliyor. Çare, bu hakikatı; bir karamsarlık meşalesi gibi insanın içinde yakması değil; çünkü inananlar işledikleri günahlar için pişman olup tövbe ederse umulur ki Yaradan onları bağışlar. Hatta Fethullah Gülen Hocaefendi'ye göre kişiyi Allah'tan af dilemeye sevk ediyorsa, işlenen günah büyük de olsa küçüktür. Zira insan, hataları için pişmanlık veya üzüntü duyduğunda günahının affedilmesine mazhar olabilir.

Önemsenmeyen ve hiç farkına varmadan devamlı işlenen küçük günahlar ise artık küçüklükten çıkarak, büyük bir günah olur. Hocaefendi, "Kişi harama bakma ve gıybet günahından ötürü ömür boyu ızdırap duymalıdır." diyerek bu meselenin ehemmiyetine dikkat çekiyor. Örneğin cemaati terk edip, namazı tek başına aceleyle kılmak bir günah. Fakat cemaatsiz namaz kılmayı alışkanlık haline getirmek de adeta namazı bırakmak ölçüsünde büyük bir günaha dönüşebilir. Bu sûretle, insan bu ince ve hassas çizgiyi dikkatlice fark edip nerde durduğunu iyi belirlemeli ki gerçeklerden bîhaber bir ömrün sahibi olarak hayatını nihayetlendirmesin.

Günahtan rahatsızlık duymayan bir kalp, istenilen bir mümin kalbi ve vicdanı değildir. Hocaefendi ise burada sık sık istiğfar etmenin önemini vurguluyor: "Allah onun bir tövbesini affetmiş olabilir. Fakat bu bana yakışmaz. Belki affedilmemiş de olabilir diyerek ömür boyu ondan ızdırap duymalıdır. Her aklına geldiğinde de ondan ötürü istiğfar etmelidir. Bu mümin olmanın gereğidir." Dolayısıyla küçük-büyük demeden her türlü günaha karşı temkinli ve teyakkuzda olmamız gerekiyor. Eğer bu hassasiyeti taşımazsak teyakkuz duygumuzu kaybederek, farkında olmadan günahlar içinde acı bir sona doğru yürürüz. Ünal da günümüzde dikkat edilmeden işlenen günahları anlatırken, bilhassa beşerî münasebetlerimize işaret ediyor. Kırmızı ışıkta geçmek, güvenlik şeridini ihlâl etmek, yola çöp atmak, başkalarını rahatsız edecek şekilde yüksek sesle müzik dinlemek, komşuları rahatsız ve rencide etmek, içtimaî hayatta bilinçsizce işlediğimiz hata ve günahlardan sadece birkaçı olarak karşımıza çıkıyor.

Latifeler ölüyor

Bedenimizin organları olduğu gibi, ruhumuzun da gözle görülmeyen latifeleri var. Peki, işlenen günahlardan ötürü latifeler ve kalp ölür mü? Bazı latifeler var ki, günaha dayanamayıp en küçük bir hata ile sönebiliyor. Bazılarıysa aynı incelik ve hassasiyette değil. Ancak tövbe edilemezse onlar da zarar görebiliyor. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, 'Lem'alar' adlı eserinde, Hazreti Eyüp'ün (as) zahiri (görünen) yara ve hastalıklarıyla bizim batınî (gizli), ruhî ve kalbî hastalıklarımızı kıyaslıyor: "İç dışa, dış içe bir çevrilse, Hazreti Eyüp'ten daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuzda yaralar açıyor." Bediüzzaman, bazı latifelerin, tüy kadar bir ağırlığa, yani gaflet ve dalaletten gelen küçük bir halete dayanamayacağını ifade ediyor: "Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işaret ve bir öpmekle batma!" Hocaefendi de işlenen günahlarla irade, idrak, şuur, his, duygu, gibi lâtifelerimizin zayıfladığına dikkat çekiyor: "Cenâb-ı Hakk'ın engin rahmetindendir ki, bu latifeler, pek çok yara alsa, pörsüyüp solsa da ölmezler. İnsan, tökezleyip günahlara girse ve bazı latifelerini soldursa bile belli bir terbiye ve rehabilite ile kendi özüne yönelirse kalbi hayatın asıl kaynağı olan latifeler yeniden canlanır."

Günaha bilerek veya bilmeyerek girmek, insanın temiz fıtratıyla çelişiyor. Küçük bir günahı, yeri, zamanı ya da işleyenin tavrı büyük kılabiliyor. Ancak her şeye rağmen, inanan bir kulun ümitvar olması gerekiyor. Belli günahlar neticesinde yaralanan, sararan, kurumaya yüz tutan maddî-manevî meziyetlerimiz, gönülden gelen bir pişmanlık ve ciddi bir tövbeyle tekrar yeşerip boy atabilir. Âdemoğluna yakışan ise fıtratıyla çelişen şeylerden uzak durmasıdır.

Belli başlı büyük günahlar

İnsan öldürmek, büyü yapmak, namazı terk etmek, zekât vermemek, anne-babaya karşı gelmek, faiz alıp-vermek, yetim malını yemek, hadis uydurmak, özürsüz Ramazan orucunu bozmak, liderin halkına zulmedip zorbalık yapması, içki içmek, büyüklenmek, kendini beğenmek, övünmek, yalan yere şahitlik etmek, iffetli kadınlara iftira atmak, devletten para ve mal çalmak, insanların mallarını haksız yollarla almak, hırsızlık yapmak, yalan yere yemin etmek, hâkimin hükmünde haksızlık yapması, kadınların erkeklere erkeklerin kadınlara benzemeleri, domuz eti yemek, haraç toplamak, riyakârlık yapmak, Allah'a ve Resûlü'ne ihanet etmek, ilmi gizleme ve sadece dünya için öğrenmek, yaptığı iyiliği başa kakmak, kaderi inkar etmek, insanların duyulmasını istemediği şeylerini gizlice dinlemek, lanet okumak, bozgunculuk yapmak, müneccimi (falcı) tasdik etmek, akrabalarla ilişkiyi kesmek, soya-sopa sövmek, başkalarının hakkını çiğnemek, sınır ve insanlara yol gösteren levhaların yerini değiştirmek veya sökmek, sapıklığa çağırmak ya da kötü bir çığır açmak, herhangi bir kesici aleti kardeşine doğru tutarak onu korkutmak, uğursuzluğa inanmak, Hak'tan saparak münakaşa tarzında tartışmak, tartıda ve ölçüde haksızlık yapmak, Allah'ın azabından emin olmak, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek, iyilik yapana nankörlük etmek, kumar oynamak, Müslümanları gizlice izlemek veya mahremlerini açığa çıkarmak...(Tuğba Mezararkalı)

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.