Canlarından Dr. Can'a

Ailem'in önemli bir ismini, Dr. Can'ı kaybettik. Hipnoterapist Dr. Mehmet Ayvacı 28 Temmuz 2006'da Hakk'ın rahmetine kavuştu. Onun hatırasına arkadaşlarının, okurların ve hayat hikâyesinin yer aldığı bu özel eki hazırladık. Dr. Can'ımıza Allah'tan rahmet diliyoruz.

SERHAT ŞEFTALİ:

Ölüm kapıyı çalınca, sır ifşa oldu
Dr. Can gönül kapılarını açtı ve gitti

'Dr. Can kim?' sorusuna dört yıl boyunca yüzlerce kez muhatap oldum. Onu merak edenler bir dizi tahminî liste çıkarırdı. Ama Ailem'in ilk çıktığı günlerde ortak bir karar almıştık, Dr. Can'ın kimliğini kesinlikle açıklamayacağız diye. Onun ismi gizli kalacaktı. Yapacağı işin gereğiydi bu. Yıllar geçti, o gizli bir kahraman olma yolunda hızla ilerledi. Ben onu geç tanıdım ve erken kaybettim. Önce bizim kalbimizi fethetti, sonra da okurlarının. Dr. Can'a yani Dr. Mehmet Ayvacı'ya duyulan sevgi o kadar büyüdü ki; anlatılamaz bir hal aldı.

Mehmet Ayvacı'nın Dr. Can olduğunu gazetemizde bile bilen çok azdı. Bazen, 'Dr. Can burada deriz!' diye espriler yapardık. Gazeteye her gelişi bereket doluydu. Sıcak simitleri hiç eksik olmazdı. Sıcak sohbetini sıcak simitlerle şenlendirirdi.

Hastaydı; birçok kez ameliyat olmuştu ve bu yüzden her gün bir sürü ilaç kullanmak zorundaydı. Ama hiçbir zaman hastalıklarından dert yandığını ya da bahsettiğini hatırlamıyorum. Bilakis bizler onunla her konuşmamızdan ümitle, aşkla-şevkle ayrılır, verdiği enerjiyle bir haftayı bitirirdik. Konuştuğu kişiyi ikna etmemesi imkansızdı. En zor meseleleri bile çok ilginç yöntemlerle izah eder, kimi zaman doktorluğunu konuşturur, hayata iman penceresinden nasıl bakılacağını öğretirdi bize. Ne zaman bir toplantı yapsak sazı eline alır, toplantı sonuna kadar da bırakmazdı. Hele bir keresinde o kadar duygulanmıştı ki; hem konuşuyor, hem de titreyen elleriyle dilaltı hapını almaya çalışıyordu. Onu toplantılarda kaybedeceğiz diye çok korkardık.

Ne zaman görüşsek 'Uzatmaları oynadığını' söylüyordu. Belki de bunun için her mektubu fırsat addediyordu. Her hafta Ailem okurları dergide 3-4 mektup görse de o, yüzlerce insana cevap yazıyor, telefon ediyor, yönlendiriyordu. Ve bunu o okurlardan başka kimse de bilmiyordu. Bazı okurları 'Seni bir arkadaşa gönderiyorum. Benim selamımı söyle, seninle ilgilenecek. Adı Mehmet Ayvacı...' diyerek yüz yüze görüşmeye çağırıyordu. Çoğu insan da görüştüğü kişinin Dr. Can olduğunu bilmiyordu. Hipnoterapistliğini konuşturuyor, yediriyor, içiriyor; ama kimseden de kuruş para almıyordu. Bunları da dergi çalışanlarından başka kimse bilmiyordu.

Mektupları gözyaşlarıyla okuyordu. Özellikle de gecenin ilerleyen saatlerinde çalışma masasına oturup sabah ezanlarına kadar çalışıyordu. Birçok mektubu gözyaşlarıyla ıslattığını biliyoruz. Son saatleri kalmış bir insanın aceleciliği vardı onda. Abartıdan, gösterişten ya da dünyaperestlikten uzak bir çizgiydi onun yolu. Bunun için kalptendi her kelime, canındandı her bir satır.

Ölümün kapıyı çaldığını biliyordu. Her yazı teslim edişinde 'Size çokça yazı bırakıyorum. Ben ölsem bile, aylarca yetecek yazı var.' diyordu. Ölümünden bir-iki hafta önce kalbinden anjiyo olacaktı ve biz ne kadar ısrar ettiysek de ne zaman nerede olacağını öğrenememiştik. Hastaneye kimsenin gelmesini istemiyordu. Bir dostu onun bu tavrını 'Kendini Allah'a teslim etmek istiyor. Hayatı da ölümü veren de O. Yalnız başına kalmayı bunun için istiyor. Bu düşünceyle bunu yapıyor.' demişti.

Antalya'da onu Rahman'a uğurlamaya yüzlerce kişi gelmişti. Camiden mezarlığa kadar (yaklaşık bir km) eller üstünde götürüldü. Mezarı başında bir konuşma yapan Prof. Dr. Suat Yıldırım gözyaşlarına boğularak anlattı onu. Onu tanıyan da ağladı, tanımayan da. Gazetenin telefonları gözyaşlarına boğuldu o gün. Gelen e-maillerde bile gözyaşının olduğu anlaşılıyordu.

Baba Dursun Sabit Ayvacı ve ağabeyi Nevzat Ayvacı baba evinde taziyeleri kabul ederken metindi. Her geleni kucaklıyorlardı. Ayrılma vakti geldiğinde gözyaşları da tutulamamıştı artık.

Ömür saati durunca, ayrılık vakti herkes için mukadder. Mehmet Ayvacı bizim gönlümüzde bir kor bıraktı. Ailem ekibinin de kolu kanadı kırıldı. Dr. Can bir yol açtı ve bu yolun belki de birçok Dr. Can'ı olacak yakın gelecekte. İsimsiz kahramanlar seremonisi hiç bitmeyecek. Ta ki sır ifşa olana kadar... Dr. Can'lar, Dr. Canan'lar sizleri bekliyor olacak gönül kapılarını açarak... Siz de (kendi çevrenizde) birer Dr. Can ya da Dr. Cânân olmaya hazır mısınız?

EŞİ DENİZ AYVACI:
Birçok mektubu okuyup ağladığını gördüm

12 Ağustos 2002'de evlendik. Olağanüstü inançlı, inanılmaz bir insan sevgisiyle dolu, çok verici, son derece yumuşak kalpli, çok büyük bir sevgi insanıydı. Kurda kuşa böceğe insanlara herkese karşı en başta Allah sevgisi çok büyük olan bir insandı. O ölümden hiçbir zaman korkmazdı. Sadece ben hayatında olduğum için, beni yalnız bırakmamak için çok mücadele etti, benim için yaşamaya çalıştı. Her şeyi yaptı; ama Allah'ın takdiri.

O bana, ben insanları 'bir' seviyorsam o 'on' sevmeyi, ahiret inancının nasıl olması gerektiğini öğretti. İnancımı doruk noktasına onun sayesinde çıkardım. O yüzden şimdi ayakta kalabiliyorum. Hayata tutunmayı o öğretti bana. Bana söylediği telkinlerde 'Seni cennette bekliyorum.' derdi. Ben de ona layık bir hayat sürerek onun gibi diğer insanlara yardım ederek sevgiyle, inançla günlerimi geçirerek ona kavuşmayı diliyorum.

Günlerini nasıl geçirirdi neler yapardı?

Sabah namazına kadar yazı yazdığı olurdu. Namazdan sonra benimle kahvaltı yapardı, ben okula giderdim. Ben işe gittikten sonra işlerini hallederdi. Ben gelince beraber yemek yerdik ve diğer işlerini yapardı. Mektuplarını hep geceden sabaha kadar yazardı. Diğer zamanlarını benimle bahçede çay içerek geçirirdi. Çok telefonla konuşurdu. Hep yardım etmeye çalışırdı. İnsanlarla birebir görüşmeye çalışırdı. Duayı hiç eksik etmezdi. En çok Ayet-ül Kürsi'yi okurdu.

Mektuplardan etkilenir miydi?

Ben onun okurlarından gelen mektuplara çok ağladığını bilirdim. Bana okuturdu sorardı. Ben de ağlardım. Onun üzüldüğünü gördükçe üzülmesini engellemeye çalışırdım. Kalp hastası olduğunu biliyordum; ama engelleyemedim bu kadar etkilenip üzülmesini. O bunu tercih etmedi. Hatta bazen o kadar zor durumlar olurdu ki; elinden hiçbir şey gelmeyeceğini bildiği halde kendini üzer bir şeyler yapmaya çalışırdı. Bu da onu yıpratırdı. Ben engellemeye çalışsam da başarılı olamazdım.

EĞİTİMCİ ARKADAŞI BAYRAM İŞ:
Bir gönül insanı

O, gerçekten bir gönül insanıydı. Bulunduğu her ortamda, çoğu zaman yönetici ve abi konumunda olmasına rağmen her yaştaki insanla bir gönül bağı kurmuştur. Duygusal oluşu da bundandı; gönül dünyasının zenginliğindendi.

Gönlünde barikatlar yoktu. Gecenin istediğiniz bir saatinde onu arayabilir, onunla hiçbir ilgisi olmayan bir konuda yardım isteyebilirdiniz. Derttaş, sırdaş, gönüldaş ve yoldaştı; dosdoğru bir arkadaştı. Cömertti. Herkese yardım etmeyi sever ama bunun reklamını yapmayı sevmezdi. Bir kıyafetini beğendiğinizi söyleseniz çıkarıp hemen verirdi. Çoğumuzda hatırası vardır.

O boy pos, o endam ve zekaya rağmen alçak gönüllüydü. Yaptığı güzel işleri sahiplenme yerine birlikte çalıştığı arkadaşlarına mal ederdi. Aşırı hareketliliği ve önde olması onun hızlı düşünmesindendi. Doğru bir insan olmak, insanlara yardım etmek ve 'bir hoş sada' bırakarak gitmek onun önemsediği bir şeydi. Ve öyle de yaptı. Kadirşinaslığını, hatırını, hatıralarını ve sımsıcak duygularını bırakarak gitti. Son görevimi yaparken göğsünde ve ellerinde o sıcaklığı hissettim. Ona verdiğim özel hatıraya karşılık (onun çok değer verdiği bir şeydi) bana uyuyan bir çocuk tebessümü verdi. Bende bir sevda güzelliği ve veda burukluğu bıraktı. Mekanı cennet olsun.

ARKADAŞI VEYSEL AYHAN:
Bir sevgi ve enerji abidesi...

Ayvacı Bey için her zaman önce 'iş' değil, 'insan' gelirdi. Onun hizmet kadrosunda bulunurken size verilen değer, yaptığınız iş ile orantılı değildi. Onun sizi seviyor oluşu yaptığınız işi iyi ve mükemmel yapıyor olmanızla ilgili değildi. O, sizi bir insan olarak görür, insani yönlerinizle sever ve o yönlerinizi öne çıkarırdı. Yaptığınız işi ne kadar başarılı yaptığınız onun için tali bir meseleydi. O sizi insanlığınız ve niyetinizle değerlendirirdi. Ama başarı yine de gelirdi. Çevresindeki arkadaşların ailelerini arar sürprizler yapardı. Şu sözleri çok duydum:

'Ya Ayvacı bey anneme telefon etmiş, öyle şeyler söylemiş ki annem sevincinden ağlamış. Meğer benim oğlum neler yapıyormuş demiş.'

Tam bir rehberdi. Çevresindeki kadroyu sadece 'sevgi'yle motive ederdi. Müeyyidesi yoktu. Mutlaka kızdığı sinirlendiği olaylar olurdu; ama o her şeyi içine atar, çevresini toza dumana vermezdi. Siz odasından çıkışta gözünün kızarmış halinden, yine içine attığı olayların hüzün gözyaşlarını anlayabilirdiniz. Birebir rehberliğini üstlendiği hiçbir öğrenci yoktur ki, rehberliklerini hayat boyu devam ettirmesin. Ve yine birebir rehberliklerini üstlendiği hiçbir öğrencisi yoktur ki onları toplumda saygın bir noktaya ulaştırmamış olsun.

Ailesine karşı olağanüstü saygılıydı. Babasından bahsederken öylesine saygılı bir tavır takınırdı ki, ağzınız açık kalır, gıpta ederdiniz. Bir gün ağabeyinin kendisini ziyarete gelişini duyduğundaki heyecan, sevinç ve mutluluğunu ve 'Bu kıyafetle onun karşısına çıkamam, bu gömleği, pantolonu değiştireyim' deyişini unutmak mümkün değildir.

Yüce bir divana çıkma arifesindeyse, hali değişir, ürperir, bir çocuk gibi alnında ter tomurcukları belirir, yanakları al al olurdu. Siz hayretle 'bu ne muhteşem saygı!' derdiniz. Yüzlerce insana soğukkanlılıkla konuşma yapan, ders yapan o rahat insan gider, süt dökmüş iki büklüm bir insan gelirdi.

Deha ve zeka, sahiplerince çoğu insanın en önde sergilediği vasıfken Ayvacı Bey'de en tali özellikti. Allah vergisi müthiş bir duygusal zekaya da sahipti. Allah muhafaza etmeyip, başka bir kulvarda yaşasaydı en yetenekli standupçılar eline su dökemezdi. Çok az insan beraber olduğu insanlara kendinden bir şeyler katmış, hayat çizgilerinde izler bırakmıştır. Mehmet Ayvacı Bey bu nadir insanlardan biridir. Allah(cc) makamını âli eylesin.

PROF. DR. SUAT YILDIRIM:
Mehmet Ayvacı ve 'Ebedî Risalet'

Beşeriyet örnek insan görmeye muhtaçtır. Onun içindir ki onları eğitmek üzere Rabbimiz, her türlü halde numune alınacak Hz. Peygamberi (sallallahu aleyhi ve selem) göndermiştir. Fakat çağdaş dünyanın onu gereği gibi tanımadığı da bir vakıa. Onu tanıtma için mevlid okutma, şimdilerde yetersiz kalıyordu. Dolayısıyla, O'nun getirdiği kurtarıcı ilkeleri anlatmak, O'nun numune şahsiyetini tanıtarak dünyanın gündemine yerleştirmek, Müslümanların başlıca gayeleri olmalıydı. Bunun çilesini çeken Fethullah Gülen Hoca Efendi'nin teşviki ile 1991'de Zaman gazetesi, Ebedi Risalet toplantısı düzenledi. Bu işi mümkün olan en iyi şekilde gerçekleştirmek arzusu ile dünyaca tanınmış Sabahattin Zaim, Ekmeleddin İhsanoğlu, Salih Tuğ, Tayyar Altıkulaç, Naci Tosun'dan oluşan bir organizasyon heyeti kuruldu. Diğer hocalarımızın işleri daha yoğun olduğundan ben fakiri de başkan olarak görevlendirdiler. Yaptığımız birkaç oturumda işin bilimsel yönünü, oturumların ana konularını, belirlenen konular için ülkemizden ve İslam dünyasından kimlerin davet edileceğini planladık.

Daha sonra toplantı yerini görüşmeye geçtik. Dört gün sürecek sempozyumda elli kadar tebliğ sunulacaktı. Hocalar olarak en fazla Lütfi Kırdar Kongre Sarayı genişliğinde bir salon düşündük. Toplantıyı ülke gündemine yerleştirme gayesi de hatırlatılarak, daha geniş bir salon, mesela Abdi İpekçi Spor Salonu gibi bir yer de olabileceği konuşuldu. Hocalar da bu gayeyi göz ardı etmemekle beraber çok geniş salonun matlup olmadığını, organizasyonun çok güç olduğunu, dört günlük ilmi programın izlenme oranının sınırlı olacağını söyleyerek tereddüt ettiler. Bununla beraber salonu görüp ondan sonra karar vermeyi düşündüler. Keşif yapmak üzere Sebahattin Zaim Bey ile gittik. Salon on beş bin kişilik, ilave sandalyelerle kapasite daha da artırılabilirmiş. Hele boş iken salon, gözümüze sahra gibi göründü. Burayı doldurmak, dört gün sürecek bilimsel programı gereken vakarla izletmek adeta imkansız göründü. Fakat Naci bey 'İşin bu tarafından siz endişe etmeyin, organize edecek ekibi biz buluruz.' diye teminat verince biz hocalar da ister istemez kabul ettik.

Naci bey sadece kapalı salonla yetinmeyip, bitişik açık alanlarda da izleyenlerin geleceğini düşünerek takriben 40 bin kişi için bir planlama yapıyordu. Açık alanlardakiler de konulacak TV ekranlarından izleyeceklerdi. Bu dev organizasyonu omuzlayacağını düşündüğü aday da Mehmet Ayvacı bey imiş. Üç yüz kişilik bir programda zorlanan bizim gibi kimselerin, bunun yüzlerce misli büyük işin sorumluluğunu alması hayli zor idi. Gelenleri karşılama, protokole göre yerleştirme, güvenlik konuları, ülkenin her tarafından gelecek araçların park işi, salonu tanzim etme, dekorasyon, ses düzeni, ışık düzeni, basın mensuplarına ait hizmetler, muhtemel sağlık hizmetleri, ihtiyaç mahalleri, erkek ve hanımlara mahsus namaz kılma yerleri, gelenlere yapılacak ikramlar, yiyecek içecek ihtiyaçlarını giderecek noktalar ve daha hatıra gelen ve gelmeyen sayılması zor işler, hepsinin ötesinde de bunları evrensel risalete layık bir vakar içinde yürütmek büyük bir sorumluluk gerektiriyordu. Mehmet Ayvacı Bey 200 kadar görevli seçmiş, onların sayısınca telsiz telefon temin etmiş, toplantı gününden önce salonda birkaç defa prova ile hazırlıklarını tamamlamıştı.

Allah'ın büyük lütfu ile bu muazzam organizasyonu aksamaksızın, o ve teşkil ettiği ekipler mükemmel bir şekilde ifa ettiler. Toplantı dört gün devam etti. Üçüncü ve dördüncü günler cumartesi ile pazara rastladığından daha fazla sayıda dinleyici gelmişti. Gazeteler 40-50 bin kişi olarak yazmıştı. Hele Türkiye dışından gelenler hayranlıklarını tariften aciz kaldıklarını, inanılmaz bir işin gerçekleştirildiğini, bu toplantının Efendimizi anmada dünya çapında bir çığır açtığını söylediler. Özellikle genç nesiller için büyük bir şevk ve ulvi bir heyecan vesilesi oldu. İşte bu çığırda, en büyük pay merhum Mehmet Ayvacı kardeşimizin olmuştur.

Mehmet bey, hayatında çok güzel hizmetler yaptı. Hele son dört yılda Zaman'ın Ailem dergisinde Dr. Can imzasıyla ifa ettiği rehberlik ve psikolojik danışmanlık, onunki gibi bir birikim, üstün kabiliyet, şefkat ve sevgi ile çok faydalı oluyordu. Kendisine gelen otuz bin kadar mektuba el yazısı ile cevap verme, telefonla arama, o insanlara cevap vermekten yüksünmek şöyle dursun, onların yazmasını kendisi için nimet sayma, ancak onun gibi ender bir muhabbet fedaisine has meziyettir. Kendisini bu güzel hizmete adaması vesilesiyle ruhunun günden güne daha da inceldiğini, ebedi hayata hazırlığının, onu yaşama derecesine çıktığını okuyucuları iyice hissediyordu. Galiba aramızdan erken ayrılışı da, asli vatanına duyduğu bu iştiyakının artması sebebiyle oldu. Allah bütün okurları ve sevdikleriyle onu cennetinde buluştursun.

MUSTAFA AYDIN:
Cân'ı Cânân'ı alıverdi Hüdâ...

Onunla ilk karşılaşmamızda, önündeki tabağı gösterip 'Buyurun, pastadan alın.' demişti. Benim, 'Almayayım.' Cevabıma, 'Hayırdır, tatlılarla halledemediğiniz bir probleminiz mi var?' demiş, ısrarla yemem için diretmiş, ben de ona nisbet perhizimi bozmayacağımı söylemiştim! Meğer o şeker hastasıymış! 1995 yılının ilk günlerinde yaşanan bu ilk görüşmeden sonra STV haber merkezinde birlikte çalışmaya başlamıştık. Haber müdürümüzdü. 5-6 m'lik uzun haber masasının üstüne bağdaş kurup oturur, biz de etrafına sandalyelerle dizilir, 'toplantı' yapardık. O konuşur, hislenir ve çoğu kez ağlar, bize 'nerede' olduğumuzu hissettirmeye çalışırdı. STV'nin kurucu beyinlerindendi.

Haberin hele de Tv haberciliğinin gerilimiyle tartıştığımız çok olmuştur; ama iş hep devam etmiştir.

Şakalaşmak, zaman zaman kıvrak zekasıyla insanları kuşatmak, zor durumda bırakmak çok hoşuna gider, ama bu küçük oyunlar bir dost sıcaklığında yapıldığı için üzücü olmazdı. Özellikle Ailem dönemimizde ben de onu çeşitli telefon şakalarıyla işletir, sonra açığa çıktığında birlikte gülerdik. Dergiye başladığı ilk ay içindeydi, Hipnoz'la ilgili tüm sertifikalarını, web sitesi notlarını, gazetelerde çıkmış haberlerin kupürleri olan özel dosyasını bizim masada unutmuştu. Ben de, aynen o bilgilere dayanarak sanki aynı kurslardan, aynı tarihlerde geçmiş, aynı salonlarda aynı hipnoz gösterilerini yapmış gibi yüksek perdeden 'tecrübelerimi' tek tek anlatarak konuştum. İhtiyacı olursa ona hipnoz konusunda yardım edecektim! Şaşkındı. 'Allah Allah nasıl böyle birini tanımamış olabilirim!' duygusu içindeydi. Az sonra, 'Üstadım, dosyanızı bizim masada unutmuşsunuz, eğer almazsanız bilin ki kopyası alınacak!' deyince kahkahalara boğulmuştuk.

Dr. Can'a gelen maillerle ilgili olarak ilk üç yıl ona yardım etmeye çalıştım. Azize hanım geldi de ben 'rahatladım'. Çünkü, öyle sıkıntılar ki, insanı sıkıp, psikolojisini bozabiliyor. Değil ki, durup düşünüp de çözüm bulmaya çalışmak... İşi gerçekten çok zordu.

'Sizde 60'lı yılları görüyorum' sözleriyle iltifat ederken aslında o yılların samimiyetine olan özlemini ifade ederdi.

Eskilerin 'kariha' dediği, 'icadçı zeka', ya da 'deha' ifadesi Dr. Can için çok rahat kullanılabilir kanaatindeyim.

Geceleri evden arar, bazı konularda okurlarına yazacağı cevabi mektubu istişare ederdi. Ölümünden bir-iki hafta önce onu gecenin 24'ünde Kâbe'den aramış, 'Bu saatte babamı bile arayamamam; ama hem uyumadığınızı, hem de kızmayacağınızı düşündüğüm için aradım.' deyip uzun uzun konuşmuştuk. Kendisi için dua etmemi, tavaf yapmamı istemişti. Helalleşmiştik. Rûhu şâd olsun. Her zaman selam gönderip, unutmadığı Enis ve Rabia da hayatları boyunca onun için dua edecek.

VEFATINA TARİH: H. 1427
Bir 'bâb' eksilt beyitten deme bu ne hâl, 'Sabır Tâci, Ayvacı eyledi irtihâl.'

Mehmet Ayvacı zaten Dr.Can'mış ve ben anlamadım

Dr Can'a ilk olarak kendimi çok yanlız hissettiğim yeisin içine almaya çalıştığı bir depresyon başlangıcında isimsiz posta adresimden hiçbir şekilde karşılık geleceğini ummayarak yazmıştım. Bir gün postamı açtığımda Dr. Can'dan bir mail gelmişti. Ağlayarak defalarca okudum maili; çünkü beni anladığını çok iyi anlatan ve bana çok güzel bir yol gösteren Dr Can abim bana benim yalnız olmadığımı, Allah'ımızın, Peygamberimizin Dr. Can ve dua kardeşliğinin yanımda olduğunu söylüyordu. Benden yalnız olmadığıma inanmam için telefon vermemi sesini duyurup yalnız olmadığıma inanmamı istiyordu. Bende hiç tereddütsüz verdim adımı.

Ailem de sürekli yazılarını insanların dertlerine sunduğu çözümleri okuyunca 'evet gerçek bir dost çıkarsız menfaatsiz samimi bir insan dedim böylece.

Bir gün bir telefon geldi. Dr Can tarafından emanet edildiğim için benimle yazılarım üzerine görüşmek istediğini söylüyordu ismi'nin Mehmet Ayvacı olduğunu söyleyen canım abim.

Önce biraz üzüldüm neden Dr. Can benimle görüşmek istemedi. Beni dertlerimi hiç açmadığım bir arkadaşına emanet etti diye. Çünkü Dr. Can abime sarılıp doya, doya ağlamak abiciğim ne yapacağım bu sıkıntılardan nasıl kurtulacağım diye teselli bulmak ümidini yeşertmiştim içimde.

Dr. Mehmet Ayvacı bana Dr Can'ın kitap okuma programı için yaylada olduğunu bunun için benimle kendisinin ilgileneceğini açıkladı. Bunun üzerine görüşmeye gittim. Gittiğimde hiç ummadığım bir insanla karşılaştım; çünkü görünüşü, imajı, düşünceleri alışılmışın dışında samimiliği kadar özgündü. Sadece 2 saate yakın bir süre görüşebildik; ama bu süre içinde dertlerimizi paylaştık. Çok cana yakın samimi içten bir insandı. Onu dinledikçe aslında yaşadıklarımın Allahın izniyle kaldırabileceğim şeyler olduğunu anladım. Esprili yaklaşımı inançlı kişiliğiyle manevi olarak rahatladım.

Kendisine laf arasında Dr. Can neden görüşmek istemedi diye sordum. Ben hala aslında konuştuğum kişinin Dr. Can olduğunu bilmeden ve ne yazıktır anlayamadan. O da bana Dr. Can'ın kitap okuma programında olduğunu yineleyip 'sen O'nun bana emanetisin gamzeli Kızım' demişti. Dr. Can Gamzeyi çok sever dediğinde bile kendisinin Dr. Can olduğunu anlamadım ve O da söylemedi zaten.

Görüşmemiz bitmeye yakın seninle daha çok görüşeceğiz demişti. O akşam erken yatmıştım. Kardeşim gelip uyandırdı saat 23.00 sıralarıydı. 'Abla Dr. Can vefat etmiş, Zaman'da yazıyor.' dedi. Birden sıçrayarak ve içimde ürpertiyle uyandım. Koşup gazeteye baktım; 'hayır bu Dr. Can değil; bu Mehmet Ayvacı Abim.' dedim. Ama içim daha da burkuldu; çünkü Mehmet Abim vefat etmişti şoktaydım titreyerek yazının tamamını okumaya çalıştım 'Dr Can olarak Ailem dergisinde okurlarına diye devam eden yazıyı okurken hala şoktaydım. 'Allah'ım dedim Dr. Can abime mi üzüleyim Mehmet Ayvacı Abime'mi. Ben ikisini de kaybettim.' diye ağlamaya başladım. Nasıl anlamadım diye kendimi kahrettim.

Annem, kardeşlerim anlamıyorlardı şokumu, 'Ne oldu diyorlar?' ben anlatamıyordum. Mehmet Ayvacı Abim zaten Dr. Can'mış ve ben aptal gibi anlamadım ve daha da kötüsü canım abim sırdaşım Can Dostum vefat etmişti.

Mehmet Abi biz seninle daha çok görüşecektik. İşte böyle Allah'ım Canım Abimi sevdiğin kullarınla birlikte olmasını nasip eyle (amin). Senin tabirinle Mehmet Abiciğim Nurluay'ından dualar şimdi sana gelecek inşallah... Çünkü sen bizim için çok dua ettin. Bu zamanda kendisini insanların sorunlarına çözüp onlara destek olmak için gecelerce dua eden kaç samimi insan var. Rabbim hayırlarını kabul eylesin..
Aynur

STV ANA HABER SUNUCUSU KEMAL GÜLEN:
O bizim babamızdı

O benim ve benimle birlikte hayatı tanımaya başlayan arkadaşlarımın babası gibiydi. Hayatın renkli yönlerini, farklı düşünmeyi, cesur olmayı, hayatı kaale almadan ölümüne çalışmayı ondan öğrendik. Baba şefkati ile yönetici ağırlığını dengede yürüten ender insanlardan biriydi. Çok basit hadiselerden büyük dersler çıkartır ve anlatır, çok endişe verici olayları alaya alabilir, tevekkülü ile bize örnek olurdu. Bir çok kez tekrar ettiği ve teselli bulduğu hususiyeti şeker hastası olmasıydı. 'Benim, sultanımla aynı olan bir hasletim var, o da şeker hastası' derken yüzü güler, çocuk gibi sevinirdi. Rahmetli babaannem benimle yakından ilgilensin diye ona çorap mendil gibi şeyler gönderirdi. Mehmet Abi de aziz bir hatıra olarak kabul eder, onları saklar, benimle de yine olması gerektiği kadar ilgilenirdi.

Mehmet ağabeyi bir horoza hipnoz yapsın diye yayına da almıştım. Çok hırçın bir horozu sadece gözlerine bakarak canlı yayında bir dakika içinde nasıl dizginlediğini herkes görmüştü. Aslında birçok hırçın ruhlu arkadaşı da gözlerine bakarak, onlarla ağlayarak, ellerinden tutarak teskin etmiş, bu hayata ve öteki hayata hazırlamıştı. Benim gibi sükunetli insanlara da gaz verip verimli kılmak hususunda üstüne yoktu. Hazır cevaplılığı karşısında nice keskin zekâlar pes etmek zorunda kalırdı. Bir meseleyi anlatırken sözü ustalıkla kullandığı gibi beden dilini de konuştururdu.

Herkes onda kendinden bir şeyler buluyordu. O özel fıtratta biriydi. O'na benzemek için çok uğraşırdık; ama her yaklaştığımızda bizden bir fersah daha ilerde olduğunu görürdük. Şimdi yine bir fersah daha uzakta; bizi yine şaşırttı. Bir melekle hepimizden önce görüştü. Bizi dünya gaileleriyle bırakıp cennet köşklerinde istirahata çekildi. Onun varlığı bile bizi rahatlatıyordu. Onsuz bir dünya benim için de bir sütunu yıkılmış bina gibi. Omuzlarımıza bıraktığı bir vazife var. Makamı cennet olsun.

PROF. DR. NECMİ GÖKAY
(EGE ÜNV. DİŞ HEKİMLİĞİ FAKÜLTESİ ÖĞR. ÜYESİ):
İkramı çok severdi

Mehmet Ayvacı ile 1976 senesinde Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nde öğrenci iken tanıştım. Son günlerine kadar dostluğumuz devam etti. Aynı evde kaldık. 0nun ailesi zengindi. Bizim çoğumuzun aileleri ise vasattı. Ama yemek konusunda ortak hareket ederdik. Zengin yaşantısını hissettiren hiçbir hareketi olmadı. Çok lütufkârdı. Bulunduğu ortamda kaç kişi olursa olsun o hakimdi. İkramı çok severdi. Çocuklarla çocuk, yaşlılarla yaşlı olurdu. Karşılıksız iyilik yapmaktan çok mutlu olur ve karşısındakine kesinlikle hissettirmezdi. Ömrünün büyük bölümünü eğitime verdi diyebilirim. Onun ideali ulviyet, eğitim ve vericilikti. Hiçbir zaman alan el olmadı. Hiçbir kimsenin konumundan faydalanmak hayalinden dahi geçmemiştir. Dünyada hiçbir şey onun ideali değildi. Bunu her adımında hissettiriyordu. Diş hekimliği mezunu veya meslek sahibi olmak, muayenehane açmak, bir iş kurmak onun ideali değildi. Dünyanın bütün nimetlerini ulvi gayeler için basamak yapan bir insandı. Çok çalışırdı. Kendi bünyesine son derece acımasızdı. Kendi problemlerini, sağlığı ile ilgili problemleri hiçbir zaman en yakınına dahi yansıtmazdı. Eşine dahi haber vermeden By pass ameliyatı olduğunu bana söyledi. Öğrenci iken son derece neşeli tamamen dışa dönük gibi yaşar ancak her şeyi içine atardı.

İdealinde, büyük zata şoför olmak istediğini söylerdi. Hızlı yaşamak istediğini ifade ederdi. Gerçekten bu kadar ömre çok iş sığdırdı.

ZAMAN GAZETESİ'NİN AŞÇIBAŞISI CAFER GÖKÇEK:

'Cennette de yemeklerimizi sen yapacaksın' derdi

1993'te tanıdım. Çok candan, samimi bir insandı. İş için Kazakistan'a gitmişti. Geri döndüğünde 'Cafer usta seni rüyamda gördüm, gel bir sarılayım.' dedi. En az 10 dakika sarıldı ve ağladı. Rüyasında beni nasıl gördüğünü hiç sormadım, o da söylemedi; ama bana o sarılışını hiç unutamıyorum. Gazeteye her geldiğinde beni arar, konuşurduk. 'Seni görünce ağlamadan duramıyorum.' derdi bana. İkimiz de gözü yaşlı insanlarız. Çoğu zaman 'Ben kötüyüm; ama Allah beni bu gençlerin arasından ayırmasın.' derdi. Yanıma geldikçe şakalaşırdık. 'Cafer usta, cennette de bizim yemeklerimizi sen yapacaksın' der, sonra yine ağlamaya başlardı.

CHA GÖRSEL YÖNETMENİ MURAT AZKESKİN:
Dr. Can onun hünerlerinden sadece biridir

Birilerinin ondan dolayı bir şey yapması ona ızdırap veriyor. Kimseyi üzmek istemiyordu. Kendisi için bir şey yapılmasından çok ıstırap duyardı. 1984'te tanıştım. O zaman orta 1'deydim. Ondan sonra Ayvacı ağabeyin sevdasına tutulup onu bırakamadım. Her tarafa koşar ve herkesle selamlaşırdı.

Çapa diş protez mezunuyum. Diş hastanesi kuracaktık. O zaman okumamın sebebi de oydu. Ailede beş erkeğiz. İçlerinde en çok okuyan bendim. 1984'te Mehmet ağabeyle tanışınca okumaya devam ettim. Diş hekimliği yapıyordu o dönemde. 90 yılında bıraktı. Eğitim faaliyetlerine geçti. Hep en yüksek makamlarda çok büyük gayretle çalıştı.

Hipnoz için yurtdışında birkaç seminere katılmıştı. Yurtiçinde de eğitimlere katıldı. Daha sonra kendisi daha manevi şeyler katarak yeni bir yöntem geliştirdi.

Hipnozla ilgili 8 kişilik bir grup kurduk Mehmet abiyle. Bir dernek çalışmamız olacaktı. Ona yardımcı olmaya çalışıyorduk. Hipnozla ilgili şeyler de öğrenmiştik. O bize çok şey öğretti. Bu grupla birlikte 97 yılına kadar sürekli görüştük. Hipnoz ile anestezisiz diş tedavisi ve ameliyat gibi konuları çalışırdı. Bunların hepsi belgeliydi. 12 yıl önce Recep Tayyip Erdoğan'ın da olduğu bir grubun önünde hipnoz çalışması yapmıştık.

Bir gün, 'Ben diş hekimliğini bırakacağım, bu işte yapacağım şeyleri yaptım.' dedi. Hastaları 24 saat gelirdi. Gece 03'te gelip kahve içen vardı. Eğitim camiasına girdi. Dershanecilikle uğraştı. Birkaç dershanede genel müdürlük yaptı. Fırat Kültür Merkezi'nin bütün inşası ve dekorasyonu şu anki haliyle onun elinden çıkmıştır. Yandıktan sonra oranın idare görevini almıştı.

Sonra hipnoza ağırlık verdi. Ticaret de yapıyordu. Yurtdışına seminerlere gidiyordu. Amerika da oturma izni almıştı, son anda küçük bir şeyden dolayı vazgeçti.

Hiperaktif bir insandı. O kadar rahatsızlığına rağmen bu özelliği devam ettirmek ayrı bir başarıdır. Bir yerden geçiyorsa oradaki insanları tanımalıdır. Simit satanı da tanır. Mağazacıyı da dilenciyi de. O muhabbet sıradan değildir. Ona ait özel bir şeyi vardır muhakkak.

Babam rahmetli olmuştu son dönemde. Ona haber veremedim. Öğrenmiş. Bir akşam üzeriydi. Kapı çaldı. Bir Antep lokantasının görevlisi. Elinde bir sürü lahmacun, ayranlar, 'Dr. Mehmet Ayvacı selam ve baş sağlığı diledi, beni vazifelendirdi.' dedi. İstanbul'da değildi o zaman. O böyle bir insandı. İnsanı fethederdi.

Günde 4 saat belki uyurdu. Gündüz diş hekimliği yapar gece okurdu. Tam bir kitap kurduydu. Bana da o okuttu kitapları.

STV'nin kuruluşunda o vardır

Televizyonculuk döneminde beraberdik. Samanyolu televizyonunu doğuran Sema Video'nun kuruluşunda da o vardı. Sem Ajans ve Samanyolu Tv'de de o vardı.

Orada da müthiş bir performans gösterdi. 25 kişilik bir ekip kurdu. Fırat Kültür Merkezi'nde. Sahneler TV stüdyosu oldu. Sonra karşıya taşındı. FKM'de Samanyolu'nun genel müdürü idi. Çamlıca'da haber müdürü oldu. Sonra değişik programlar yaptı. Mesela mizah programı Bamteli'ni yaptı.

Mehmet ağabeyin Antalya'daki evi liman sokağında şelalenin aktığı kaleye yakın tepede bir evdir. Orada denize karşı her insanın hayalini kurduğu manzaralı evde yaşardı. Önünde çerezler ve elinde gitarla beste yapan bir genç imiş lisede iken. Böyle bir hayatı bırakıp üniversitede iken zorlu bir hayatı benimsemiş.

Evden para gönderiliyor; ama hiç parası olmuyormuş. Arkadaşlarına takviye yapmaktan elinde kalmıyormuş. Öğrenci evinde arkadaşlarını misafir edermiş. Evinde kalan misafirlerin çokluğu ile övünürmüş.

Bir yangının görüntülerini çekmeye giden iki arkadaşın kıyafetleri yıpranmıştı. Botları giyilmeyecek haldeydi. Toplantıda ne olduğunu öğrendi. Ertesi gün ünlü bir markadan çekler geldi, arkadaşlar zayiatlarını tedarik ettiler. Bu kadar takipçi ve hassas bir insandı. Haberde bizi primle çalıştırırdı. Sem Ajans vardı o zaman. Büyük ajanslara TV'lere haber atlatılırdı ve o kuruluşlara satılırdı. 'Haberi getirin, yemek, harcama ve izin konusunda sınır yok.' derdi. Böyle motive ederdi ekipleri.

Mehmet ağabeyin hayatı ve çalışması konusunda içimi acıtan bir şey vardır. İş, yetenek, performans konusunda ondan yeterince istifade edilmedi. Dr. Can, Mehmet Ayvacı'nın yüzde 99 undan biriydi. İş konusunda geriye üç nokta bırakarak gitti. Yapmak istediği şeylerin çok azını yapabilmiştir.

OKUL VE İŞ ARKADAŞI DİŞ HEKİMİ ALİ ÇEVİK:
'Son nefesime kadar Allah'ı anlatacağım' derdi

1976 eylülünde İzmir'de diş hekimliği fakültesine 1. sınıfa gelmiştim. Okulun ring otobüsünde Mehmet ağabey ile tanıştım. Mehmet ağabey beni İzmir de bir eve götürdü. Orada 7-8 arkadaş birlikte kaldık. 1. sınıfta idi. 4. sınıfa kadar aynı evde kaldık. Mehmet ağabey çok girişken, haddinden fazla medeni cesareti fazla olan birisiydi. Ailesi ona 3 bin lira gönderirdi, bana 800 lira gelirdi. Onun harçlığı benim babamın maaşından fazlaydı. Mehmet ağabey ay sonuna kadar bunu bitirir, benden de borç alırdı. Arkadaşlarına, ihtiyacı olanlara harcardı, cüzdanı ortada dururdu. Var olanı harcayan bir insandı, tükeneceğini düşünmezdi. 'Zorda kalır mıyım?' diye düşünmeyen bir insandı. O 1982'de Laleli'de muayenehane açtı. Çok iyi temiz bir yerdi. O zamana göre çok iyiydi. 1986'ya kadar birlikte çalıştık. Sonra ben ayrıldım. Sonra o da kapattı. Hipnoz ilgisi okulda başlamıştı. Kendini geliştirmişti. Hipnoz işine başladı. O varlığı bırakıp öğrenci evlerinde yokluk içinde yaşamayı tercih etmiş birisidir. Bu ortamda mutlu olduğunu, babasının Antalya'ya çağırdığını; ama bu ortamı bırakamadığını anlatırdı. 'Son nefesime kadar elimden geldiğince insanlara Allah'ı anlatacağım.' derdi. Okulda da bu böyleydi. Meslek hayatında da. Onun Opel'i gibi araba hocalarda yoktu. Öğrenciyken, iyi marka bir teybi vardı bana bin liraya sattı. Ay sonunda benim param bitti. Aynı teybi benden 500 liraya satın aldı. 'Aksekiliyim ticareti öyle yaparım!' derdi.

Ege Üniversitesi Diş Hekimliği yıllığında arkadaşları şöyle yazmıştı:
796 MEHMET AYVACI

Antalya Lisesi, seni yazmak..!

Keşke benden bir cerrahi sınavı yerine girmemi isteseydin ya da bir protez stajı boyunca bütün işlerini yapmamı teklif etseydin, daha kolay, daha yerine getirilebilir bir istek olurdu benim için. Aslında sen herkese andaç için bir şeyler yazabilirsin. Ama senin için andaca bir şeyler yazmak öyle zor ki... Seni öyle bir kaç satırla anlatabilmenin imkânsızlığı, seni tanımayanlara anlatabilmek öyle güç ki... Ve seni anlatabilmek için bir Yaşar Kemal ya da bir Peyami Safa olmamak öyle acı ki ve seni bu kadar geç tanımak öyle şanssızlık ki... Ve seni hiç tanıyamamak öyle büyük bir kayıp ki... ELİBOL

Aman dikkat! AYVACI geliyor

Sakın üzerindeki bir şeyi beğendiğinizi söylemeyin. Hiç ihtiyacınız yokken size satabilir, çünkü... Biliyorsunuz AKSEKİLİ'dir kendisi. Hipnotize edip sattıklarının hala ne işe yaradığını öğrenemedim. Eskiden bir söz vardı; 'Bu fakülteden her şey çıkar, arada bir de hekim çıkar.' diye. İşte bu her şeyin içinde onu da sayabiliriz. İyi bir hipnotizmacı, iyi bir öğretim üyesi, iyi bir konuşmacı, iyi bir sürücü, iyi bir belletmen, iyi bir sünnetçi, iyi bir psikolog, iyi bir aktör, iyi bir lider olur. GICIK

Ne!.. Ayvacı mı geliyor?

Sakın gözlerine bakmayın uyuyabilirsiniz. Biliyorsunuz okulumuzun en büyük hipnozcusudur o. Şayet Marut'u koridorlarda ya da kantinde görürseniz bilin ki üstadın hipnoz üstünde semineri vardır. Sevgili Ayva, sen olmadan o tatlı esprilerin olmadan ve de o sarı kanaryan olmadan bu hayatın hiç tadı yok. Ama sen eğer gittiğin gurbetlerde daha mutlu ve başarılı olacaksan güle güle can kardeşim, yolun açık olsun ve her şey gönlünce olsun. Ayna Ayna bak Aluş güldü. Beş Taş Has hoşaf. VLADİMİR

Dr. Can, vefatından bir gün önce hastalığını ve teslimiyeti anlatıyor

Dr. Can, kendisine mektup gönderenlerle zaman zaman telefonla ya da yüz yüze görüşürdü. İşte bunlardan biri de Tekirdağ'da öğretmenlik yapan Fatih Peksöz'dü. Mehmet Ayvacı Bey, Çanakkale'ye giderken sık sık Fatih'in yanına uğruyordu. Ölümünden bir gün önce yine Tekirdağ'da Fatih'in yanına uğradı ve bir çay bahçesinde görüştüler. Fatih, bu görüşmenin bir kısmını telefonuna gayri ihtiyari kaydettiğini söylediğinde onu bir gün sonra kaybedeceğini bilmiyordu. İşte bu görüşmeden geriye kalan minik bir hatıra. Dr. Can hastalıklarını ve teslimiyetini bakın nasıl anlatıyor:

'Hiçbirinde, By-pas da dahil, beyin ameliyatım dahil, hiç kimseyi çağırmadım, anneme de haber vermedim... Bekârdım o zamanlar. Şöyle olmak istiyorum; yani tüm manasıyla Allah'a şunu söylemek istiyorum: 'Ben Sana sığınıyorum. Sana emanet olmak istiyorum. 'Dışarıda birtakım insanlar var, bana kan bulurlar. Onlar benim SSK'mı hallederler. Karnemi yazdırırlar' gibi bir güvence istemiyorum. Her şeyimle Sen; ancak şart-ı adi olarak iyi doktor bulmak zorundayım ve ben en iyi doktoru buldum. Ve Sana (cc) sığındım biliyorsun kaç gündür dua ediyorum, neler söylediğimi Sen biliyorsun.. Sonuçta emanetçi olduğumuz için iyi bakmak lazım mülke. Eğer alma zamanıysa al. Eğer kalmam hayırlısı ise kalayım. Gelmem hayırlısı ise 'Yeter artık çok özledim, yeter artık gelmek istiyorum, Dr. Can çok bezdirdi beni.' diyor, böyle tam inmek istiyorum. Kapının öbür tarafında ağlayan ya da emrimde bekleyen birileri olsun istemiyorum. Bu oradakilerin de çok garibine gidiyor. Soruyorlar, 'Allah'tan başka kimsem yok.' diyorum. Bu oradakilerin de garibine gidiyor...'

Dr. Can'ın vefatından bir gün önce kaydedilmiş bu ses dosyasının ayrıntılarına ailem.zaman.com.tr'den ulaşabilirsiniz.

Antalya'daki tanıdıkları Mehmet Ayvacı'yı anlatıyor:

SAİM YUVA (53):
Kazancını hayır işlerine harcıyordu

23 yaşında tanıştım. Ben üniversiteyi okurken, liseye gidiyordu. Önce İzmir'de sonra da İstanbul'da kader bizi buluşturdu. Cana yakın, hassas bir insandı. Fedakârdı, öyle ki bunun acısını çekti diye düşünüyorum. İstanbul'da muayenehanesi vardı, bir zaman geldi ki burasının parasını dahi ödeyemez hale geldi. Kazancını hayır işlerine aktarıyordu. Burs veriyordu. Diyaloğa açık bir insandı. Kendisini insanlara sevdirebilen bir insandı. Ancak son zamanlarda sanki kendisini insanlardan biraz uzak tutma gayreti içindeydi. Bu tutumu da Ailem Dergisi'nde 'Dr. Can' karakterini insanların karşısına çıkardı. Ancak, son zamanlarda yaşadığı sıkıntılarından dolayı iç dünyasındaki derinliğini dış dünyasına yansıtmamaya çalışıyor gibi geldi bana.

***

MUSTAFA BAŞARI (51):

Hayır için sırtındaki elbisesini bile satardı

Beraberliğimiz 1976 yılında başladı. Aktif, pratik zekâsı olan bir insandı. Hayır için diş hekimliği cihazlarını satar, sonra tekrar alırdı. Şunu söyleyebilirim ki; hayır için sırtındaki elbisesini bile satardı. Yerinde durmayan, kabına sığmayan bir insandı. Diyalog kuramayacağı hiçbir insan yoktu. Bir problem olduğu zaman o, pratik zekası ile hemen çözerdi. Tereyağından kıl çeker gibi çözerdi. Mali imkânları iyi olmasına rağmen bizler gibi yaşadı, her şeyini feda etti. Türkiye'de ilk hipnozu başlatan insandır. İkna kabiliyeti son derece yüksekti. İnsan psikolojisini çok iyi bilirdi. Mesut Mercan, Antalya

***

MEHMET DENİZ (53):
Her yere koşar, naz etmezdi

1975 yılında tanıştık. Ben İlahiyat Fakültesi'ni, o da Tıp Fakültesi'ni kazanmıştı. Okuldan sonra İstanbul'da buluştuk. Fedakarlık zirvedeydi. Bir işyeri vardı, bir bölümünü hayır işleri için kullanıyordu. İkimiz de evlenmeyelim diye söz vermiştik. Bir gün geldi bana, 'Bana emrivaki yapıyorlar, beni nikah masasına oturtacaklar.' dedi. 28 yaşında evlendi. Ehl-i hizmet bir insandı. Çok hareketli, tabiri caizse pire gibi bir insandı. Hizmet denen her yere koşardı. Naz etmezdi. On parmağında on marifet olan bir arkadaştı.

***

HASAN YILMAZ (60):

Herkesi tesiri altında bırakıyordu

Nezaketli, sevecen, samimi bir insandı. Kötü söze karşı bile sinirlenmeden iyilikle, yumuşak bir üslupla cevap verirdi. En sıkıntılı zamanlarında dahi insanları nezaketle karşılamıştır. Gençliğinde dahi çok olgundu. Yatağını başkasına verip, sandalyede uyurdu. İnsan kaybedince değerini bir kat daha anlıyor. İnce ruhlu bir insandı. Onda insanlık gördük, güzellik gördük. Kim onunla temas kursa mutlaka tesir altında kalırdı; çünkü çok yönlü bir insandı.

***

GÜLTEKİN SARIGÜL (69):
10 yaşlarında babası getirmişti

Saat kulesinin orada bir ev tutmuştuk. Evin perdeleri dahi yoktu. Kirasını zor ödüyorduk. Mehmet'in babası lastik ayakkabı işi ile uğraşıyordu. 10 yaşlarında falandı zannedersem. Babası bir gün elinden tutup bizim evimize getirmişti. On yıl aralıksız onunla ilgilendim. O yaşlarda onda büyük bir cevher olduğu belli idi. Nezaketli, hassas, yüksek ruh sahibi bir insandı. Hastalarını uyutarak dişlerini çektiğini gördüğümde çok şaşırmıştım. Beşeri ilişkilerde mükemmeldi, çok yetenekliydi.

TOPRAK DEMİR/DANİMARKA:
Doğum günüm değil, ölüm günüm önemli

Yaşamı ve ölümü sevdiren Can dostuma selam olsun. Sen ölmemişcesine bu mektubu yazmaya çalışıyorum. Umudun yok olduğu bir zaman 'Hz. Meryem olabilirsiniz, Hz. Yusuf gibi iffetli olabilirsiniz!' dedin. Her zaman yeniden yeşerecek olan nesle inandın. Masana konan her mektuba can gibi sarıldın. Duygularını gözyaşlarını bütün okurlarınla paylaşırken çok uzaklarda olan gurbet güvercinlerini de yalnız bırakmadın Sevgili Can. Regaib kandilinden önce dudaklarından dökülen söz, 'Vuslatı istiyorum artık! idi. Vefatından bir gün önce kalpten kalbe yol vardır, dedik, sen aramak için telefonu alırken ben aradım. O güzel şefkat dolu sesini duymak istedim. Canım babam, nedeni ise 'ölürsem son defa bile olsa sesini duymak isterdim.' dedim. 'Ben de kendimi ölüme yakın hissediyorum.' dedin. O kadar masum idi konuşman. Zaman sanki durdu. İlk defa zamanın bu kadar yavaşladığını hissetmiştim. İlk defa hüzün hissettim sesinde. Canım babam kendine dikkat et olur mu?' dedim. Sen hep devam ettin sanki kapatma dercesine, 'bu son' dercesine, aynen 'bir son mektup' gibi.. Sevgili Can dostum. Allah'a emanetsin. Cennet'te Toprak kızını da unutma. Bütün Cennet'in kapıları senin için açık olsun, sevgiyle kal, dualarda buluşmak dileğiyle. Benim için sen ölmedin. 'Doğum günüm değil, ölüm günüm önemli' derdin, bu benim için de öyle olacak. Allah hepimizi sevdiklerimize kavuştursun. Sevgilerimle.

ABDÜLKADİR SÜPHANDAĞI:
Can kelimesi en çok ona yakışıyordu

Mübarek bir ayda, mübarek bir gecenin sabahında, belki hiç uyumadığı yine bir mübarek Cuma günü Hakk'a yürüdü. Ne kadar çok şey öğrenecektim kendisinden, onun o engin gönlünden ne hazineler derecektim. Bana hipnozu öğretme sözü vermişti. Ama Allah'u alem bir hak dostunu, (Allah'ın bir veli kulunu) göz göre göre değerini kıymetini tam olarak bilemeden kaçırdık. Yanımıza asla eli boş gelmeyen, her gelişinde sıcak sıcak simitler, şekerlerle gelen, yüzündeki gülücüklerle girdiği her ortamı bir anda adeta bir düğün yerine çeviren Can Doktorumuz.

Can kelimesi insanın en sevdiği durumlarda en çok sevdikleri için kullanılan bir kelime. Ama Can kelimesi ona o kadar çok yakışıyordu ki hele hele doktor ve Can kelimesinin bir arada onda tezahür etmesi asla boşuna değildi. İlgilendiği ile candan ilgileniyor, candan konuşuyor, candan gülüyor ve esprilerini o kadar candan yürekten yapıyordu ki insanın canını veresi geliyordu. Onu Türkiye'nin her yerinden Avrupa'dan, Amerika'dan Avustralya'dan arıyorlardı. Aramalarının sebebi işte bu candan oluşu idi. O kadar enerjikti ki insan bu kadar hastalığı bünyesinde barındıran, bu kadar ilaç kullanan birisinin nasıl bu kadar enerjik olduğu konusunda hayret ediyordu.

Dr. Can'ı selvi boylu çamların arasında açılan ve müminler için Cennet bahçelerinden bir bahçe hükmünde olan ebedi istirahatgâhına emanet ettik. Ey Andızlı mezarlığında yatan ve bu asrın dertlileriyle aynı kulvarda son ana kadar koşan kahraman: Biz senin o aziz canını dişine takarak son ana kadar hak için gayret ettiğine şahitlik ediyoruz. Nur içinde yat.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.