"Fethullah Gülen, Modern Zamanın Tasavvuf Şairidir"
Ertuğrul Erkişi- Albüm, tarz olarak yeni ve farklı bir albüm olarak algılanabilir elbette. Türk tasavvuf müziği formunda olan; ancak bütün tarzlardan, örneklerden ve zevkten bir şeyleri içinde barındırsın istedim. Nefes dediğimiz Türk halk müziği örneklerine ilgim var. Albümde bu şekilde iki eser de yer alıyor. Beste ve türkü tarzındaki form daha ağırlıklı olarak yansıdı albüme. Klasik Türk müziğinden hoşlananlar için, içli melodiler ve net anlatımlar isteyen halktan insanlar için ve beste tarzı eserlere ilgi gösteren gençlik için eserler seslendirdim. Ritim, form olarak insanların daha rahat dinleyebileceği bir tarzda.
İlginç ve farklı bir karışım...
Evet, şu ana kadar benzeri olmayan bir albüm. Klasik müzikte bağlama kullanana rastlamadım. Ben ise tasavvuf parça ağırlıklı bu albümüme halk müziği enstrümanlarından bağlamayı, balabanı, tar ve kavalı entegre ettim. Müzik öyle bir şey ki, neyin, ne zaman, nerede olacağı belli olmuyor, değişim halinde.
Evet değişim halinde ve ne olacağı belli olmuyor gerçekten. Mesela ilahilerde kadın sesi kullanan Yolcular Seçkin İlahiler 1 şu an gündemde olan bir albüm. Klasik ilahi anlayışı yerine elektronik, tekno ve caz altyapılar üzerine aranje edilen bir çalışma Yolcular. Bunları yenilik arayışı içinde sağlıklı gelişmeler olarak mı değerlendiriyorsunuz, yoksa klasik çizgiden taviz verilmemesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Eleştirecek o kadar çok şey var ki aslında, tabii bu eleştiri müziğe pek yansımıyor. Bu tip çalışmalar yapılabilir. Ancak böyle yeniliği insan kendi bestesine yapmalıdır. Kendi eserini Batı soundu ve bestesi ile işleyebilirler. Itri'nin segâh tekbirini bu şekilde yorumlarsanız hem tekbire hem de Itri'ye zarar verirsiniz. Manevi kültür yara alır. Genel kanı ve teamüller eski usul düzenlemelerin devam etmesi yönündedir. Bunu beğenmiyorum, yenisini yapacağım demek olmaz. Ayran tuzlu içilir. Yolcular 'hayır, biz ayranı şekerli içmek istiyoruz' diyorlar. Tasavvuf müziğini erkeklerin seslendirmesi ayranın tuzlu içilmesi gibi her şeye uygun bir gelenektir. İşin içine bayan sesi girerse ayran tuzlu olmaktan çıkar, şekerli olur. Bu durumda da şekerli ayranı içenlerin ruh dünyasının nasıl olduğu ve musiki zevklerinin ne boyutta olduğu tartışılır. Genel kabulleri yenilik yapacağım diye zedelememek lazım. Bu, binlerce yıllık bir kültürdür. Timur döneminde yaşayan müzikolog Megaralı Abdülkadir'den Mevlânâ'ya ve oradan da günümüze gelen derin bir kültür bu. İlla yapmak istiyorlarsa kendileri söz yazsın ve onu besteleyip yorumlasınlar. Yaptığı işin Allah'a yakın olduğunu düşünüyorlarsa, Allah'a vereceği hesap gününde rahat olacaklarsa yapsınlar. Klasik çizgide tavan yapmış bu eserlere yeni bir elbise giydirmenin ne gereği var? Aranje anlamında Batı sounduyla yapılmış eserlere elbette destek veriyoruz; ama 'Göçtü kervan, kaldık dağlar başında' ilahisine bu yapılmamalı. Nasılsa öyle kalmalıdır o.
Ama kalmıyor. Hatta Yolcular'ın ilgi gördüğü, beğenildiği söyleniyor. Çok çeşitli programlara ve televizyonlara konuk oluyorlar.
Bunlar yolcu, gelip geçerler nihayetinde. Kalıcı olup olmadıklarını halkın teveccühünün kalıcı olup olmadığı belirler. Mini etekle sahneye çıkıp ilahi söyleyen bir bayanı nereye kadar kabullenebiliriz? Hoşgörü tamam da nereye kadar? Bu konuda bir değer yargısı olmalıdır. O grupta ferdi olarak beğenip, takdir ettiğim Ender Doğan gibi insanlar da var tabii. Hatta kardeşim de o grubun içerisinde yer alıyor.
Halk müziği ile tasavvuf müziğinin kesişen yönlerinden söz etmek gerekirse ne söylenebilir?
İkisi de birbirine çok yakın müzikler aslında. İkisinin de temel öğe olarak toplumu düzeltme, ahlâki kemale ulaştırıp doğruyu gösterme misyonu vardır. Tasavvuf ve halk müziği mesela Âşık Veysel'de bütünleşmiştir. Birbirinden kopmayan müzikler bunlar. Sanatçı, misyonu olan kimsedir ve sorumludur. Bu anlamda kopmaz. Yunus Emre de halk içinde dolaşan bir kişidir. Basit şekilde söyleyecek olursak Mevlâna da halk ozanıdır.
Yani benzerlikler daha çok sözlerin içeriğinden kaynaklanıyor, müziğin yapısından değil.
Evet, söz daha önemli.
Bundan önceki 'Hicran ve Ümit' ve 'Sarmaşık Çiçeği' adlı iki albümünüzle Güllerin Efendisi arasındaki farklar neler? Bu üçünü ilerleyen bir sürecin durakları olarak değerlendirmek yanlış mı olur?
Aslında ortak yanları daha fazla. Çünkü Türk müziğinin örneklerini barındırıyor bunlar. Bütünün parçaları, renk olarak da Hicran ve Ümit'e daha yakın Güllerin Efendisi. Bu tür albümler arz ve talep dengesiyle oluyor. Talep edilirse devam edecek. Bu da halkımızın güzeli seçme iradesine kalmış bir şey. Tabii halkın çoğu kez maneviyata aykırı bir eseri sahiplenip almasını da hayretle izliyorum. Yaratılan imaj ve reklama çabuk kanıyor halkımız.
Tasavvuf müziğindeki yenileşme hareketleri bu müziği halkla buluşturma noktasında başarılı olabilir mi? Sizce halk bu müziği klasik formdan ayrılmadan eski ölçüleri içinde dinlemeyi mi tercih ediyor?
Kesinlikle başarılı olur. Çocukluğumuzda ilk öğrendiğimiz melodi 'Sordum sarı çiçeğe' ilahisidir. Güzel icra edilirse, aslına uygun, şeklen ve manen doğru zemine oturtulursa halk muhabbet duyar, duymaması mümkün değil. Otuz sene önceki bir sound yüz sene önce başka söyleniyordu. İki yüz sene önce aynı eser kopuzla söyleniyordu. Elbette yeni formlar oluşturulmalıdır. Ama ben Batı'ya ve dünyaya tanıtmak için müziğimizi Batı'yla sentez etme fikri ve çabasına karşıyım. Kayseri'nin bir köyündeki pazen elbiseli, eşarplı Hatice Teyze'ye İngiliz Kraliyeti'ne ait saray elbisesini giydirmeye çalışmaya benzer bu. Bütün gelişmiş ülkeler artık müzikleri kendi yerel rengiyle ve sesiyle duymayı arzuluyor. Önemli olan, ne kadar kendin olabildiğinle ölçülüyor artık.
Albümünüz Türkiye'de hangi teze karşılık geliyor?
Bu Türk insanın tezi. İnanç eksenli, Allah'a ve Peygamberimiz'e (sav) muhabbetimizi gösterdiğimiz bir eser olarak algılıyorum. Türk sentezi bu açıdan önemli.
"Fethullah Gülen, modern zamanın tasavvuf şairidir"
Albümde sözleri Fethullah Gülen Hocaefendi'ye ait Ay Yüzlüm, Hüzünlü Gurbet, Avare Gönül ve Dünya isimli ilahiler mevcut. Bu tercihin sebebi nedir?
Bence modern zamanın tasavvuf şairidir Fethullah Gülen Hocaefendi. Eserleri klasiğin dışında ve modern. Klasik de var; ama Mevlânâ, Yunus Emre gibi tasavvuf şairlerinden gelen çizginin son noktasıdır. Sevgi ve hoşgörü anlayışının bugünkü temsilcisi. Bu eserleri albüme koyma nedenim de bu anlayış. Böyle bir değerin müzikal alana taşınması gerektiğine inandığım için aldım albüme.
Güllerin Efendisi'nin ikinci başlığı olan Hüzünlü Gurbet ismi, Hocaefendi'nin şiiriyle aynı ad da. Neden gurbet?
Mevlânâ Hazretleri, dünyadan ayrılan için ölümü şeb-i arus olarak, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşünür. 'İnsan sevdiğiyle beraberdir.' hadis–i şerifi düsturunca da, bütün özleyenlerin vuslatı yaşamaları gerektiğine dair bir duadır bu beste. O yüzden önem verdiğim bir eserdir. Onun şu an gurbette olması da etkili tabii bunda. Ben, onun gurbette büyük bir vatan özlemi, memleket hasreti çektiğini düşünüyorum. Havada gördüğü her uçağın Türkiye'ye gittiğini düşündüğünü hissediyorum. Tarihteki büyük şahsiyetlerin neredeyse tamamı zindan görmüş veya gurbet çekmişlerdir.
Güllerin Efendisi, Peygamber Efendimiz'e (sav) ithaf edilen bir eser. Peki bu ilahi neden Azeri bir gencin dilinden aktarılıyor, onun duygularını taşıyor?
İlahi ve türkülerde İstanbul ve Anadolu anlatımına çok alıştık. Gönül dünyamıza biz neden Azeri kardeşlerimizi de katmayalım? Onları çok seviyoruz. İstedim ki onlar da bizim sevdiklerimizi sevsin. Albümde en çok ilgi gören eser bu ayrıca.
- tarihinde hazırlandı.