Kendini Gençlere Adayan Bir İnsan; Hacı Kemal Erimez
Aklı binlerce kilometre ötelerdeydi. Kafasında evirip çevirdiği şeylere kendisini öyle kaptırmıştı ki, yüreğindeki sıkıntıyı fark edemiyordu. Daralan damarlar ve sıkışmaya başlayan kalp, beyne ihtiyacını arz edecek bir yol bulmaktan aciz kalmıştı. O esnada telefon çalmaya başladı.
Telefonun öbür ucunda bulunan Kadir Bey, Hocent şehrinde okul açmak için yaptıkları başvuruya olumsuz cevap verildiğini bildiriyordu. Telefonu kapattı. Ardından bir telefon daha geldi. Aldığı ikinci haber de pek iç açıcı değildi. Zihni dağılmış ve biraz kendine döner gibi olmuştu ki kalbindeki sıkışmayı fark etti. Çocuklarını çağırdı, borçlarını, verdiği sözleri ve üzerindeki emanetleri bir bir saydı. Ardından vasiyetini bildirdi. Hastaneye ulaştıklarında komaya girmişti. Dokuz gün komada kaldı. Rabb'ine yürüdüğü zaman takvimde 13 Mart 1997 Perşembe yazıyordu. Şanlı tarihimizi sırtında taşıyan küheylanlar gibi koşmuş, koşmuştu... Ve bir seher vakti kalbi çatlamıştı. Taciklilerin Hacı Atası, Türklerin Hacı Ağabey'i Hacı Kemal Erimez artık aramızda olmayacaktı...
Kendisine has tebessümü ile "Bizi Tacikistan kurtardı." demiş Hacı Ata rüyada bir sevenine. Biz de Kadir Tufan Bey'e sorduk o yılları. Okulların eğitim temsilciliğini yapan Kadir Bey, Tacikistan yıllarında Hacı Ata'nın hep yanında olmuş birisi. Anlatmaya yolculuktan başlıyor Kadir Bey. "Direkt uçuş yoktu Tacikistan'a." diyor. Önce Özbekistan'ın başkentine iniyor uçak. Oradan ikinci bir uçakla Sarasya şehrine gidiliyor. Sonra başka bir vasıtayla sınıra geliniyor ve 300 metrelik tampon bölge yaya olarak geçiliyor. Ardından bir başka vasıtayla 70 kilometre daha kat edilerek Duşanbe'ye varılıyor. Kalp damarları kapalı ve defalarca kriz geçirmiş bir pîr-i fâninin sık sık yapmak zorunda olduğu seyahatin en kestirme yolu böyle. Tabii ki bu yolculuğa bir de Hacı Ata'nın prensiplerini ilave etmek gerekiyor. Hacı Ata asla eli boş gitmezmiş ziyaretlere. Bu sebeple yolculuktan üç gün önce alışveriş stresi sararmış yaşlanmış yüreciğini. "En az beş bavulla yola çıkardık." diyor Kadir Bey. Bir keresinde uçak küçük olduğu için bavullarının uçağa sığmadığını görmüş ve yolculuğu ertelemiş, Hacı Ata. Nasıl gitsin ki? Uğradığı yerlere küçük de olsa bir yadigâr bırakmadan geçmek olur mu?
Devlet ricaline karşı çok saygılıymış Hacı Ata. Bakanlarla direkt görüşebildiği halde asla bu yolu kullanmazmış. Sekreteri arar, randevu yazdırır ve öyle gidermiş rical-i devletin ziyaretine. Protokol kurallarını bir bir yerine getirirmiş. Kendisini Ata kabul eden genç bürokratların karşısında bile ceketinin düğmesi hep ilikli, kendisi de bir adım geride olurmuş. Taşkent'e indiği zaman önce oradaki okulları tek tek ziyaret edermiş. Ardından Özbekistan eğitim bakanına, valiye ve Taşkent eğitim müdürüne uğramak yer alırmış rutin programında.
Yolculuğun en zor kısmını eldeki bavullarla 300 metrelik tampon bölgeyi geçmek oluştururmuş. Ne var ki, Duşanbe'ye ulaşmakla da bitmezmiş bu uzun yol. Hacı Ata, Dursunzâde kentinde kalmayı tercih edermiş. "İlk okulumuzu burada açtık. Burası bizim ilk göz ağrımız." dermiş. Duşanbe ile Dursunzâde arasında 12 polis noktası varmış ve bu noktaların hepsinde kontrolden geçerlermiş. Kontrol noktası bol bu etap, Hacı Ata'nın her gün iki defa kat ettiği yolmuş; çünkü işler Duşanbe'de görülüyormuş.
"İlk göz ağrımız" deyince duraklıyor Kadir Bey. Birlikte o günlere gidiyoruz.
Tacikistan'a okul açmak için geldikleri zaman bir otele yerleşmişler. Çalışmaları devam ederken iç savaş patlak vermiş. Eğitim bakanı, "Sizin hayatınızı garanti edemeyiz. Türkiye'ye dönün." demiş. "Karşımda bir yangın var. Alevi göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor..!" sözleriyle yola çıkmış bir şefkat abidesi hiç geri döner mi? "Sayın Bakanım! Bize isabet edecek kurşunda adımız yazılıdır. Biz buraya okul açmaya geldik. İzniniz olursa açmadan dönmek istemiyoruz." demiş.
"Bize isabet edecek kurşunda adımız yazılıdır." sözü bizi tarihin derinliklerine götürüyor. Plevne müdafaası esnasında Gazi Osman Paşa'nın tüm apoletlerini takarak avcı hattında dolaşması geliyor aklımıza. Askerler "Paşam, düşman sizi fark etti, atışlarını üzerinizde yoğunlaştırdılar." ikazında bulunur. Paşa zaten bu refleksi beklemektedir. Gelecek yardımdan ümidini kesmiş, eldeki kıt imkânlarla sonuna kadar birlikte dayanmak zorunda olduğu kader arkadaşlarına moral vermek istemektedir. "Evladım!" der, "Bize isabet edecek kurşunun üzerinde ismimiz yazılıdır. Endişe etmeyin."
Milli ruh kim bilir kaç defa ve değişik insanların dilinde aynı kelimelerle ifadesini bulmuştu.
İç savaşa rağmen Allah (cc), 1993 yılında Dursunzâde kentinde ilk okulu açmayı nasip eder. Bu arada iç savaş bütün hızıyla devam etmektedir. Hacı Ata ve öğretmenler okulun kalorifer dairesini sığınak olarak kullanır ve geceleri orada yatarlar. 80 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan savaşta öfke silah olup patlarken, şefkat mermi vızıltıları arasında eğitim gergefi üzerinde sevgi nakışları işlemektedir. Kadir Bey sert bir şekilde çalınan kapının sesiyle uyanır bir gece. Endişe içinde kapıyı açar. Karşı odada uyuyan Hacı Ata kalp krizi geçirmiş ve yerde sürünerek Kadir Bey'in odasına ulaşmaya çalışmaktadır. Ulaşamayacağını anlayınca ayağındaki terlikle kapıya vurmaya başlamış. Hemen doktor çağırmışlar. Krizi atlatan Aksakal, hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etmiş. Bu arada altı kolej, bir international school, bir üniversite yurdu, bir tane de bilgisayar ve dil kursu açılmıştır.
Hacı Ata'nın kalorifer dairelerinde yatarak inşasına çalıştığı okullar mezun veriyor şimdi. Kalbi vefa ile çarpan Tacik gençlerini Hacı Ata'larının kabrini çevrelemiş görünce ağaç misali geldi aklıma. Ağaç, meyve yüklü dallarını yere doğru eğerek tohumuna sanki şöyle der: "Bak ben vefasızlık etmedim. Sen kendini feda ederek beni doğurdun. Ben de üzerimdeki binlerce meyvenin kalbine senin gibi olsun diye çekirdekleri gömdüm." Acaba hangi gencin yüreğinde Hacı Kemal ağabeyin niyeti ve iradesi yatıyor?
Kim bilir?
Belki birinin, belki de her birinin...
Hiç Hacı Ata'yı ziyaret ettiniz mi?
Hacı Kemal Beyin mezarı İstanbul Topkapı'da anıt mezarların bulunduğu alandadır. Her yıl vefat yıldönümü olan 13 Mart günü başta olmak üzere çeşitli vesilelerle sürekli ziyaret edilir. Yurt dışında görev almış bir kişi, Eyüp Sultan hazretlerinden sonra onu da ziyaret etmeden kutlu görevine gitmeyi düşünmez. Ulaşımı da çok basit. Turgut Özal merhumun mezarının olduğu alana giderken 2. çeşmeden sola dönüyoruz, Turgut Özal'ın kabri arkamızda kalıyor. İleri doğru sağ sıradaki 9 mezarı geçtikten sonra sağdan ikinci mezarda merhum yatıyor.
[Fethullah Gülen Hocaefendi: O, HEP BİR ADIM ÖNDE YAŞADI]
Hacı Kemal Bey ile eskilere dayanan bir dostluğunuz var. Onun sizde iz bırakan en belirgin vasıfları nelerdir?
Hacı Kemal Bey, zannediyorum çoğumuzdan, çoğundan birkaç kalem öndedir. Çok kimseye hakkı geçmiştir. Çok kimsenin elinden tutmuştur. Eskiden beri doğru bildiği şeyde koşturup dururdu. Çok vefalı biriydi. Bu açıdan bazı insanlar vardır ki, işte birkaç insanla aralarında alacakları verecekleri vardır. Hakları vardır. Fakat Hacı Kemal'in çok kimseden alacağı vardır. Civanmertliği, bu hizmette inandığı çizgide -nasıl inanıyorsa- o uğurda niyetine göre ömür boyu koşması... Hele son zamanlarda Orta Asya'da yaptıklarıyla belgeselleştirilmesi gerekli olan bir irfan abidesi, bir değerler abidesiydi o.
30 yılı aşkın bir süredir hizmet eden Hacı Kemal Ağabey'in hizmet etmeyi irade etmesi ile Allah'ın ona olan lütufları arasında nasıl bir irtibat vardır?
Bu koordinasyon veya münasebeti tenasüb-ü illiyet prensibi açısından ele alıp ifade etmemiz mümkün değil. İnsan iradesiyle bu mazhariyeti hasıl etti desek, o zaman iradeyi çok abartmış oluruz. Ama şart-ı adi planında Bütün insani değerlere, insani faziletlere, insanın yükselmesine, o irade, yerinde bir rıhtım, yerinde bir alan ve yerinde de bir rampa olur. Onunki nasıl bir iradeydi, onun takdiri bize düşmez. Hele şu ilk misafir olduğu gecede onu kendi Rabb-i Kerim'i bilir. Hakimlik ve hakemlik vazifesini bize vermemişler.
Bir diğer yanı da bazen, insanlardaki küçük istidat ve liyakatlara tedelli yoluyla, tenazul yoluyla İlahi inayet geliyor, ulaşıyor. Bu defa da o İlahi inayet yönlendirici oluyor. Tıpkı seyr-i süluku ruhanide, cezbi iczaba gelen insanların halleri gibi. Artık onlar pek de iradelerini kullanmıyorlar. Belki o cezb-i incizab dalgalarıyla sürekli bir kuvve-i kudsiye, bir cazibe merkezi tarafından çekiliyorlar.
Benim itikadım daha ziyade o merkezde. Rabiatu'l Adviye Hazretleri Cenab-ı Hakk'a tazarru ederken, "Allah'ım Benim sana olan alakam ve aşkım değil; Senin bana olan alakan ve muhabbetin hürmetine.." diyor. Bu açıdan o tedelli ve tenezzul çok önemlidir. 'Allah öyle diledi, Allah öyle eyledi' şeklinde bakmak garantili bir şeydir. Çünkü insan bir sebeple belli bir noktaya gelmişse ve o sebebi az da olsa seziyorsa -ki o sebebin sezilmemesi ayrı bir ihsan-i İlahidir- o zaman o ihsan bir mekre dönebilir. Az bir şey aklının köşesinden yaptım, ettim, çattım, becerdim.. gibi şeyler geçse mekre dönmüş olur. Çünkü bunlar Kur'an-ı Kerim'de hep Allah düşmanları tarafından söylenmiştir.
Hiçbir peygamber ben bilirim demez. Hususiyle Alemin Efendisi "Ne nezdimde hazineler olduğunu iddia ediyorum, ne de bir şey bildiğimi" buyuruyor. "Ben bilmem" diyor. Ben bilmem sözü o kadar çok ağzından çıkıyor ki gerçekten hiçbir şey bilmediğini zannedersiniz. Ama bütün insani bilgiler bilgisinin yanında deryadan bir katre kalan Allah'ın bilgisine göre Hızır vari meseleye yaklaşmak icap ediyorsa öyle demek düşer. Cenab-ı Hakk'ın o inayeti bize sadece bilme, bildirme, duyurma, hissettirme ve sevk etme mevzuunda değil. Hemen hayatın her safhasında öyledir. Bu sebeple İlahi inayet öncelikli yaşıyoruz şeklinde yaklaşmak daha isabetli olur. Ama onun belki bir istidadı, bir liyakati vardı. Sonradan da bu insan bu işleri böyle ortaya koyunca, -biraz evvel de 30 sene ciddi bir vefa hissi ile hizmet ettiğini söyledim- onun gibi bu kadar hizmet etmiş olan başka insanlar da vardır ve muhakkak küçük hataları olmuştur. 'Hata edenlerin hayırlıları tövbe edenlerdir' fehvasınca hata yapanlar hakkında konuşanlar, hata edenin tövbe etmiş olması ihtimaline binaen affedilmez bir hataya düşmüş olurlar. Hele bir de hata ettin, hata etti dedikleri kimse ile buluşup helallik alamamışlarsa Hafazanallah!
Şimdi bu insan (merhum Hacı Kemal Ağabey) bir ihsan dalga boyunda istifadeleri olmuş, sonra bu yol girmiş ve bu yolun hakkını yerine getirmişse -Eğer getirmişse şayet- liyakatini ortaya koymuş demektir. Bu da şu demek olur: Allah gelecekte onun çok yüksek bir performans ortaya koyacağını biliyordu, bildi ve dolayısıyla başta onu böyle hidayet etti dersiniz.
Hali vakti yerinde olmasına rağmen gözü dünya malında pek olmadı. Çok mütevazı bir hayat yaşadı. Bunun altında yatan sır perdesi nedir?
Ben onun geniş imkanlara sahip olduğu dönemleri bilirim. Dükkanlarını sattı, evini sattı... Ve ben doğru mu söyledim, yanlış mı söyledim, kendi hakkımda hüküm vermeseydim daha rahat konuşurdum ama... Yani, "Hacı Kemal, senle benim evimiz olmaması lazım, dünyaya çalışıyoruz hissini etrafa uyarmayalım." diye söylerdim hep. Oysaki, objektif düşünce olarak çoluk çocuğu olanın başını sokacağı bir evi olmalı. Kira, evden eve taşınma çok şirin değil. O, zannediyorum çoklarından akıl almış, çoklarına akıl vermişti. Eskiden evi vardı, fakat vefat ederken ilk sekerata girdiği anda bir garip olarak ölüm anına girdi, yabancı bir evdeydi, hatta çocukları bile yanında yoktu. Allah o lütfu da ona ihsan etti. Çünkü buyuruluyor ki; "Garip ölen şehittir". İlk sekerata girdiği zaman yanında kimsesi yoktu.
Hizmet-eğitim aşkından ve cömertliğinden biraz bahseder misiniz?
Çok cömertti. Bunu bütün arkadaşları bilirler. Ben Ege'de gezici olduğum zaman da -onun çocukları o zaman küçüktü, ben evinde de kaldım- teybi elinde ben nereye gittiysem o da oraya geldi. Bizim yaptığımız bir hizmet olmayabilir. Fakat onlar bir hizmet kabul ettiklerinden dolayı niyetlerine göre sevap alırlar. Cömertlik çok önemlidir, bir iki defa size arz etmiştim, kuyrukluyıldızlar gibi gezen büyük veliler vardır. Mesela İbn-i Ethem gibi ve bunlardan birisi de İbrahim Havas. Bunlar belde belde dolaşırlar, Anadolu'yu kaç defa baştan aşağı taramışlardır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: "Cömert insan fasık da olsa cennete girer". Hacı Kemal fasık değildi. Fakat cömert bir insandı. Çocuklarının bugünkü sarraflık işleri olmasa Hacı Kemal'in şahsı adına hiçbir şeyi yoktu. Onun bir şahidi de Yahya Bey'dir. Benim onda takdir ettiğim çok evsaf vardır. Kendini unutacak kadar fenafi'd-dava, fenafi'l-hizmet bir insandı. Arz ettiğim gibi 80 senesi, bütün arkadaşların bir Civanmertliği vardır da, -6 sene çok ciddi sıkıntı yaşadım- bu sıkıntı zamanlarında o, ilk günden itibaren hep yanımda oldu. Aramızda böyle de bir uyum vardı. Tabii insanın bunları unutması mümkün değil. Yani hayatımda onun o kadar çok civanmertliğine şahit olmuşumdur ki saymakla bitiremem.
Rus Tereza, Hacı Ata'yı anlatıyor
Ben Tereza, 17 yaşındayım. Rus'um. İki yıl önceye kadar Tacikistan'da yaşıyordum. Annem Hacı Kemal Erimez ile birlikte çalışıyordu. O sıralar Hacı Ata'mız ilk liseyi Tursunzade'ye açmıştı. Ben daha ufaktım. Sık sık okula annemin yanına gelirdim. Annem okulda şef aşçı olarak çalışıyordu.
Hacı Ata bizle karşılaştığında, ablama ve bana her zaman tebessüm eder, başımızı okşardı. Biz o zaman Türkçeyi bilmiyorduk. Onun sıcaklık ve sevgisi bize karşı davranışlarıyla anlaşılıyordu. Bizi sadece annemiz büyüttü, babamız yoktu. Hacı Kemal abi bizim için dede gibiydi. Biz ailecek o zaman Hristiyan'dık. Gerçek Müslümanları o zamana kadar tanımamıştık. Bir yıl geçti. Okuldaki abileri ve öğretmenleri, özellikle de Hacı Dede'yi çok sevdik. 13 Mart 1997'de Hacı Dede'nin ölümü, bizim hayatımızı değiştirdi. O güne kadar hiç düşünmemiştik hayatımızdaki önemini. O bizim için örnek insandı. 14 Mart 1997'de biz Müslümanlığı kabul ettik, yeni bir hayata başladık. O zamanlar ben 12 yaşındaydım. İslamiyet'i oradaki öğretmenlerin hanımlarından öğrendik. Başlarda hiç kolay olmadı, özellikle de annem için. Çünkü biz Rus'tuk. Daha sonra ablam Türk abilerden birisiyle evlendi. Bir yıl sonra 12 Mart 1998'de bir oğlu oldu. Ona tabii ki Hacı Dede'nin ismini verdik. İnşaallah o bu ismi layıkıyla taşır. Hacı Dede'miz gibi. Üç ay sonra ablam ve eniştem Türkiye'ye dönüş yaptılar. Sekiz ay sonra biz de annemle Türkiye'ye yerleştik. Şu sıralar Küçük Dünyam isimli kitabı okumaktayım.
Hizmetle dolu bir ömür
Sevenlerinin "Hacı Kemal Ağabeyi" 22 Nisan 1926 yılında Samsun'un Havza ilçesinde dünyaya gelir. Ama, hayatının büyük bir kısmını Ege'de geçirir. Ege Bölgesi'nde geçen hayatının ilk yılları, daha sonraları kök salacak olan hizmetin ilk tohumlarının atıldığı dönemlerdir. Kabına sığmayan bir insan olan Kemal Erimez gençlik yıllarında Ege Bölgesi'nde deve güreşleri tertip eder. Aydın-İncirliova'da ilk defa mehter takımını kurar. Sevincinden mehterin ilk gösterisinin yapıldığı gün de mehterin en önünde kendisi yürür. İçinde milletine, yurduna ve dahası inancına olan hizmet aşkıyla kavrulan Hacı Ağabey'i nerede hayır işi varsa orada görmek mümkündür o dönemler.
Erimez, onda eriyeceği bir öğretici, yol gösterici, milletine ve dinine hizmette "tavsiyelerini, hatta imalarını emir telakki edeceği" birini aramaya ta o zamanlar başlamıştır. İlk zamanlar Konyalı Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi ile başlayan münasebetleri, daha sonraları Edirne'den İzmir Kestanepazarı'na tayini çıkan Yaşar Tunagür Hocaefendi ile devam eder. Hali vakti yerinde olmasına rağmen dünya malına aldırmaksızın Tunagür Hoca ile birlikte hayır işlerine koşturur, bir dediğini iki etmez; Tunagür Hoca'nın vaazlarını yanında hiç eksik etmediği teybi ile kaydeder; daha sonra onları çoğaltarak civar kasabalara dağıtırdı.
Aydınlı Hacı Kemal zengindi. Türkiye'nin nabzını ve siyasetini elinde tutan insanlara çok yakındı. Adnan Menderes'i karşılamak için kamyonlara insanları doldurur götürürdü. Başbakan Demirel Aydın'a geldiğinde doğru Hacı Kemal'in evine gider, orada ağırlanırdı. O, çevre insanının isteklerini Ankara'ya taşıyan kişiydi. Kimseye açıklamadı, çünkü kendisinden övgüyle söz edilmesi onu sıkıyordu. büyük ihtimalle siyasete girmeyi teklif etmişti Demirel ona, evinde misafir kaldığı bir gün.. veya Menderes. Bütün bunları es geçti Hacı Kemal. Kendi taşralı muhayyilesinden hareketle, bu millette eksik olan bir şeylerin bulunduğunu seziyor, adını koyamıyordu. Ta ki, onda çok ama çok şey bulduğu genç Fethullah Gülen'le karşılaşana kadar.. "Hacı Kemal Ağabey" Fethullah Gülen Hocaefendi gibi bir kılavuzun işaretleriyle coştukça coştu. Anadolu karış karış oldu Erimez'in ayaklarının altında. Yanında başka Hacı Kemal'ler de yok değildi. Yetmedi. "Eğitim, ille eğitim" diyen ve tarihî bir restorasyon için reçeteyi veren "hocasının" gözyaşlarını kendine enerji yapıp bu defa bilmediği, tanımadığı Orta Asya'ya koştu. (Hamdullah Öztürk)
- tarihinde hazırlandı.