Fethullah Gülen soruşturmaları darbe barometresi gibi
Medyaya darbe operasyonunda asıl hedefin Fethullah Gülen olduğu mahkemenin verdiği ‘yakalama’ kararıyla kesinleşti. Aynı suçlama ile defalarca yargılanıp aklanan birinden söz ediyoruz. En son Yargıtay ceza dairesi ve üstüne genel kurul 2008’de beraati kesinleştirmişti. Davanın talimatla açılmış olması ayrı bir skandal.
Evrensel hukuk normları açısından yargıya emredenin sivil görünümlü olmasının önemi yok. Anayasa’nın 138. maddesi “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” diyor. Yani 28 Şubat brifingleri ile Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın talimatları arasında hukuk ve demokrasi açısından hiçbir fark yok.
James C. Harrington, ABD’li bir avukat. 40 yıldan fazla müdafi ve 25 yıllık üniversite hocası. Aynı zamanda insan hakları aktivisti. “Fethullah Gülen’in Hukuk Serüveni” kitabında dikkat çektiği hususlar bugün tekrar yaşanıyor. Sanki bir deja vu evreninde gibiyiz; aynı şeylere defalarca tanıklık ediyoruz.
Harrington, kitabında güzel bir benzetme ile ‘yargı ordunun yedek lastiği’ demişti. Stepnelik devam ediyor, sadece patron değişti. Gülen’in 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ta yargılandığının altını çizen Harrington’a son soruşturmayı duyursak herhalde “yine mi darbe oldu” şeklinde tepki verebilir.
Medya, yargı ve cunta koalisyonu 28 Şubat’ın bütününde olduğu gibi Gülen davasında da açık biçimde görülmüştü. Her devirde ortaya çıkan bu koalisyonun itici gücü ise hak edilmemiş imtiyazlarını kaybetmek istemeyen zümreler. Aynı koalisyon işbaşında. Prof. Harrington, Gülen davalarının zamanlamasına da dikkat çekmişti. Gerçekten de aynı günlerde tartışılan ve yaklaşık 60-70 milyar dolara tekabül eden banka yolsuzluğu haberlerinin iç sayfalarda kalması manidardı. Harrington, Tahşiye üzerinden soruşturma haberini “Yine mi yolsuzluk gündemi var?” sorusuyla da karşılayabilir.
Burada daha önce yazdığım ve Harrington’un kitabını anlattığım yazımdan uzun bir alıntı yapmak istiyorum. 28 Şubat’la bugünün paralelliği açık biçimde görülüyor. “Gülen davalarında teknik anlamda hukukî bir yargılama sürecinden bahsetmek zor. Soruşturma, kovuşturma (yargılama) ve hatta temyiz aşamaları hukukun açık ihlallerine sahne oldu. Gizliliği bizzat savcı ihlal etti, iddianameyi mahkemeden önce basına verdi. Savunma hakkına riayet etmeme, tanıkları dinlememe, delillerin bilirkişi tarafından incelenmesi talebini reddetme gibi liste uzuyor. Zamanaşımı girişimi ise savcılık makamının iyi niyeti hakkındaki soru işaretlerini çoğaltıyor. Davanın beraatle sonuçlanacağını fark eden savcılar hem ilk derece mahkemesinde hem de temyiz aşamasında, dosyanın zamanaşımından düşmesini istedi. Böylece medyayı kullanarak Gülen üzerinde şüphe bulutları oluşturmak ve onu tekrar sanık sandalyesine oturtmak kolay olacaktı. Savcı çelişkiye düşmek pahasına hareket etti. 1995’te bizzat takipsizlik verip akladığı iddiaları suç olarak tekrarladı. “Hoca’nın Okulları” kitabı mahkûm olmasına ve yazarları tarafından yalanlanmasına rağmen deliller arasında yer buldu.
Evet, Gülen’in yargılandığı davalar bir psikolojik bilek bükme ve kamu vicdanında mahkûm etme girişimiydi. O da kendini hem mahkeme önünde hem de toplumsal vicdanda savundu. Her seferinde kamu vicdanında aklandığı için mahkûm edilmesi mümkün olamadı. Gizlilik ve illegalite iddialarına karşılık şeffaflık ve meşruiyetten sapmama ile cevap verdi. Muhakkak bir gün karşısına çıkacağı düşüncesiyle bu konularda en küçük bir taviz vermedi.
Gülen’in şahsına açılan davaların genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: 1) Darbe dönemlerinin hepsinde soruşturuldu: 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat... 2) Eylemlerinde suç unsuru bulunamayınca niyetleri yargılanmaya çalışıldı. 3) Önce medya yoluyla bir linç kampanyası, ardından davalar geldi. 4) Eylemlerinde “suç unsuru” bulunup mahkûmiyet verilemeyince, beraat de vermemek yoluna gidilmek istendi. Böylece hep şüpheli sıfatı ile dolaşması sağlanmaya çalışıldı. Teknik anlamda olmasa bile toplumsal algı açısından ‘şüpheli’ olarak kalması arzu edildi. Gülen bu çabaları tabir yerindeyse kontrataklarla savuşturdu. 12 Eylül’de aranırken aniden DGM’ye gitmesi, 2008’de ertelemeyi kabul etmeyip temyiz aşaması dâhil hükmün verilmesini talep etmesi gibi. Bu tavır kendine ve suçsuzluğuna güvenen insanların yapabileceği bir hareketti.
Davalarda, ilham kaynağı olduğu hareketin mensuplarının moralini bozmak ve halk desteğini kesmek, Gülen’i mahkûm etmekten daha önemli hedeflerdi. Karşıtlarının asıl bozgunu orada yaşadığını söyleyebiliriz. Zira Gülen, davalardan sempati halkasını büyüterek çıkmıştır.”
Bugüne geldiğimizde hukuka aykırılığı konusunda şüphe olamayan sulh ceza hakimlikleri, tuhaf kararlar veriyor. Başka bir mahkemede yargılaması devam eden kişilerin mağdur edildiği iddiasını doğru kabul ediyor. Sadece süren mahkemedeki heyete değil yapılan saygısızlık, daha önemlisi tam tekmil bir hukuk skandalı. Hakim Bekir Altun adını Nuh Mete Yüksel’in yanına yazdırdı.
Gülen’in durumu dünya hukuk literatürüne girmesi gereken örnek bir olay. Aynı suçtan defalarca yargılanıp aklandığı halde yeniden yeniden dava konusu yapılması adliyemizin ayıbı. Hele ortada daha 2008’de verilmiş Yargıtay kararı varken. Hem ceza dairesinde hem de genel kurulda onanan beraate rağmen aynı maddeden açılan soruşturma hukuk tarihine vurulmuş bir kara leke.
Fethullah Gülen’e açılan davaların genel özellikleri:
1) Darbe dönemlerinin hepsinde soruşturuldu: 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat...
2) Eylemlerinde suç unsuru bulunamayınca niyetleri yargılanmaya çalışıldı.
3) Önce medya yoluyla linç kampanyası, ardından davalar geldi.
4) Mahkûmiyet verilemeyince, beraati önleme yoluna gidildi.
- tarihinde hazırlandı.