Gülen Örneğinde Cemaat Anadolu'yu Şaha mı Kaldırdı?

İstanbul Fırat Kültür Merkezi (FKM) dün akşam önemli bir panele ev sahipliği yaptı. Ufuk Kitap yayınevi ve FKM organizatörlüğünde her hafta olmak üzere düzenlenen FKM Toplantıları'nın 3.'sü dün yoğun bir katılımla yapıldı. Bini aşkın dinleyicinin katıldığı toplantının bu haftaki konuğu gazeteci-yazar, sosyolog Ali Bulaç'tı. Bulaç Ufuk Kitap yayınevi tarafından yayınlanan "Din-kent, Cemaat, Fethullah Gülen Örneği" adlı kitabını anlattı. Bulaç, Fethullah Gülen örneğinde örgütlenen cemaatin Türkiye'de sermayenin el değiştirmesine sebep olduğunu, referansa dayalı değil, performansa dayalı ekonomik kalkınma modelini Anadolu'ya yerleştirdiğini savundu.

Yayınevi editörü Faruk Tuncer gündemi açıklarken, bir amaçlarının sosyal bir fenomen haline gelmiş Fethullah Gülen ve onun düşünceleri etrafında bir araya gelen "cemaati" anlatmak, bir diğer amaçlarının ise "Ali Bulaç portresi" çizmek olduğunu belirtiyor. Sayın Tuncer, Ali Bulaç'tan bahsederken onun dini ilimlere ve geleneklere vakıf hem bir "alim", hem de Batı sistematik bilimlerinin ölçülerine göre bir "sosyolog" olmasına dikkat çekti. "Ali Bulaç portresi"ni dinleyicilere çizerken "sosyal bir fenomen olarak algılanması gereken Fethullah Gülen ve cemaatini ancak Ali Bulaç gibi biri anlatabilir" ifadelerine yer veren Tuncer, gerekçesini Gülen'in de hem dini ilimlere hem de pozitif bilimlere vakıf olmasına bağladı.

"Bizim sosyologlarımız İslam konusunda ümmîdir"

Ülkemizdeki özellikle İslam'la ilgili birçok konuya ve sosyal olaya açıklık getirirken çok yönlü bir bilgiye sahip olunması gerektiği, dini ilimlerden yoksun bir sosyoloğun asla isabetli tespitlerde bulunamayacağı yıllardır tartışılır durur. FKM Toplantıları'nın hepsinde de üzerine basa basa dinleyicilerin dikkatine sunulan bu kriter "bizi, ancak bizi biz yapan değerlere vakıf biri değerlendirebilir" sonucunu doğurdu. Ali Bulaç kendisinin diğer sosyologlardan ne şekilde ayrışabileceğine değinirken "bizim sosyologlarımız İslam konusunda ümmidir" ifadesini kullandı. Neden bu tabiri kullandığına açıklık getiren Bulaç Farsçayı, Arapçayı, Osmanlıcayı bilmeden İslam dininin yeteri kadar incelenemeyeceğine vurgu yaptı. Bu konuda fikir beyan eden sosyologlarımızın, Batılı ilim adamları gibi kimi Feodalizm, kimi Marksizm penceresinden baktıklarını, böyle olunca da "bizi iyi analiz edemeyecek bir araştırma usulüyle inceledikleri" sonucunun çıktığına dikkat çekti.

Fethullah Gülen ve onun düşüncelerine değer verenlerle ilgili görüş beyan eden sözde sosyologların da sık sık hata yaptıklarının altını çizen Bulaç, sebebini Gülen'in hem bir alim hem de Batı standartlarında ilimlere vakıf bir düşünce yapısına sahip olduğuna bağladı. Böyle bir kişinin düşünceleri etrafında toplananların da Gülen'le benzeşmeye gayret ettikleri, bu nedenle "cemaat" adı altında tanımlanabilecek bu kişilerin de yine her iki alana vakıf kişilerce incelenmesi gerektiğini vurguladı.

"Gülen cemaati radikal olamaz"

Peki, kimdi Fethullah Gülen ve onu takip eden bu kişiler? Nasıl düşünür ve nasıl davranırlar? Gülen bir tarikat lideri olabilir mi? Cemaat "tarikat" olarak ifade edilebilir mi? Batı standartlarına göre bu cemaat bir STK sayılabilir mi? Bu cemaat "Radikal" olabilir mi? Bulaç bütün bunların hepsine birden koca bir "Hayır" cevabını verdi. Konuya ilişkin açıklamalarında Müslümanların örgütleniş biçimlerine, Türklerin sosyal yapılarına değinen Bulaç, "Türkiye'de ekonomik krizler yaşanırsa, halk Batı'da olduğu gibi talana başlamaz, içine kapanır, boşanmalarda, psikolojik bunalımlarda, intiharlarda artışlar gözlenir" ifadesini kullandı. Bu da geçen yıllarda Türkiye'nin yaşamış olduğu ekonomik krizden nasıl çıktığının bir ifadesi olsa gerek.

Birbirine benzeşmeyen fertleriz

Bulaç yazdığı kitabın büyük bir bölümünde din, kent, cemaat kavramlarının teorik açıklamalarına yer verildiğini, geri kalan kısmında Gülen ve cemaatiyle ilgili tespit ve değerlendirmelerde bulunduğunu belirtti. Modern anlamda kentlerin nasıl kurulduğuna açıklık getiren Bulaç, insanların önce ait oldukları değerler ve gruplardan koparıldığını, onların hukuk, ekonomi ve eğitim alanlarında verilen hizmetlerle bireyselleştirildiklerini, ondan sonra birbirine benzeştirilmeye çalışıldığını vurguladı. Şehirlerde insanların ait oldukları ve paylaştıkları bazı değerler etrafında toplanmaya başladıklarını, bunun da günümüz ifadesiyle STK'ları doğurduğuna dikkat çekti. İnsanların Kentlerde bireyselleşmekten rahatsızlık duyduklarını, insanların neden kah hemşerilik, kah çeşitli isimler altında cemaatleşmeye, dernekleşmeye bu nedenle gittiklerini Bulaç bu tespitlerine dayandırıyor.

Marshall yardımı Türkiye'de göçü tetikledi.

"İkinci Dünya Savaşı akabinde Marshall yardımı alan Türklerin %70'i köylerde yaşıyordu. Yardım büyük oranda tarımda kullanılınca doğal olarak makineleşmede artışlar yaşandı ve tarımla uğraşanlar işsiz kalınca büyük şehirlere göç etti. Bugün nüfusun %70'i şehirde yaşıyor. Gelinen sonuç bu." Bulaç bu tespitleri dinleyiciye aktarırken aslında farklı bir konuyu gündeme getirmeye çalıştı: "Şimdi ne yapıyor bu kişiler?"

Şehre gelen ama sıkıntılarını, dar günlerini, sevincini paylaşabileceği birilerini arayan insanlar. Bulaç'ın daha evvel de ifade ettiği gibi, yapısı gereği halkını bireyselleştiren kentler buna müsaade etmedi. Yine Bulaç'ın ifadesine göre işte Gülen burada bu insanlara bir oksijen çadırı açtı. Biraz olsun nefes alabilecekleri, dertlerini paylaşabilecekleri, dayanışabilecekleri, kız alma-vermede, acısını paylaşmada benzeştiği kişileri aradı ve onları bazı derneklerde, cemaatlerde buldu. Gülen'in fikirleri işte bu kişilere biraz nefes aldırmış oldu.

Gülen'in fikirlerini benimseyenlere "cemaat" denilebileceği ama asla Radikallikle nitelenemeyeceğini vurguluyor Bulaç. Radikalliğin daha çok eskiyi temsil anlamında kullanıldığını halbuki radikallik eskiyi kökten değiştirmek ve yenisini kurmak anlamına geldiğine dikkat çekti. Bu açıdan değerlendirildiğinde "Gülen cemaatinin zamana entegre olmada çok maharetli olduğu" tespitlerini yapan Bulaç, bunun bugün küreselleşmeyle daha anlamlı hale geldiği, dünyaya açılan Türk Okulları'nın bu entegrasyonda önemli rol oynadığı ve hatta bir özgüven olduğu, küreselleşmeye asimile olmadan "ben de varım" cevabının verildiğini dile getirdi. Bulaç'ın bu tespiti sadece Türkler için değil, küreselleşmeden korkan diğer birçok Müslüman ülke için de bir örnek niteliğinde. Bu alanda uluslar arası düzenlenen birçok toplantıda ana gündem maddesi hep bu olmuştur: "küreselleşme artık kapımızda bile değil, evimizin içinde, peki biz nasıl bir tavır takınmalıyız?" Bulaç, Gülen'in gerek okullar ve gerekse işadamları aracılığıyla Türkiye'nin dışa açılışını işte bu soruya verilecek en büyük ve etkili cevap olarak sundu.

"Anadolu esnafı referansı değil, performansı önemsedi"

Gülen cemaatinin bu açılımıyla bugün Türkiye'de sermayenin el değiştirdiğine de değinen Bulaç, "Anadolu esnafı referansı değil, performansı önemsedi" tespitinde bulundu. Son yıllarda sıklıkla dile getirilen, çoğu siyasi çatışmaların altında işte bu sermayenin el değiştirmesinin yattığını belirten Bulaç, Gülen'in bu süreçte etkili olduğunun altını çizdi. Ülkemizin ekonomik gücünün artışının nüfus artışına oranla daha hızlı gittiğini belirten Bulaç, "orta sınıf kuvvetleniyor" ifadesini kullandı. "Bütün bunların Gülen cemaatiyle ne ilgisi var?" diye düşünenler için Bulaç, "cemaatin esnafa ve orta sınıfa dayanmasının tesadüfi olarak algılanmaması gerekir" cevabını veriyor. Bulaç'ın şu tespiti ciddi tartışma başlatacak nitelikte: "Bugün işte bu kişiler gösterdikleri 'performansla' Türkiye'de sermayeye yön vermeye başladı. Eskinin seçilmiş zenginleri artık 'referansla' iş yapamaz hale geldiler. Çünkü dünyadaki gelişmelere adapte olamıyorlar, kazandıklarını yatırıma çeviremiyor. Anadolu'dan çıkan bu yeni işadamları ise sürekli yurt dışı seyahatlerine çıkıyor, değişen sistemlere çabuk entegre oluyor ve kazandığını yatırıma çeviriyor. Cemaat işte bu kişilere manevi bir motivasyon sağlıyor."

"Hayatımda yazdığım ikinci zor kitaptı"

Bulaç'ın Gülen ve onun fikirleri etrafında toplanan cemaati tanımlamak için yaptığı araştırmayı ve sonunda yazdığı bu kitabı "hayatımda yazdığım ikinci zor kitaptı" diye tanımlaması kendisinin çalışmaya verdiği önemi göstermek bakımından dikkate değer. Bunun cemaat için de bir kazanım olduğunun altını çizen Bulaç, "ben içten birisiyim, bu eser bir özeleştiri oldu" notunu düşüyor.

FKM Toplantıları adıyla düzenlenen bu paneller ilerleyen haftalarda çeşitli konularla dinleyicilerinin huzuruna tekrar gelecek. Bulaç'ın Gülen ile ilgili üç paneldir dile gitirdiği fikirler ve Türk sosyologlara yönelik eleştirileri ciddi tartışma başlatacak. Zira ortaya konulan hangi fikirlerin bilimsel nitelik taşıdığı uzun süredir tartışılıyor. Son yüzyılda bilimadamlarımızın İslami bilimlerden uzaklaşıp pozitif bilimlere yönelmesi, akademik araştırmalarda tezini ortaya koyma yöntem ve teknikleri bakımından sadece pozitif bilimlerin kriterlerinin dikakte alınması bilinen bir gerçek. Böyle olunca fikirleri sadece pozitif bilimlerden beslenmeyen, kriterlerini Doğu ve İslami kaynaklardan alan eser, kişi ve çalışmalar muhatap alınmayıp kah çağ dışılık, kah radikallikle suçlandı. Bulaç'ın kitabını anlatırken ortaya koyduğu tespitler önümüzdeki günlerde tekrar tekrar gündeme geleceğe benziyor. Çünkü eleştirilerden ilahiyatçı akademisyenler de pay aldı. Bulaç onların da diğer akademsiyenler gibi seküler bir dil kullandıklarını idia etti. (Cengiz Şimşek, gyv.org.tr)

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.