Fethullah Gülen Hocaefendi: Gadre uğrayan insana el uzatmak mü'minlik vazifesidir
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin, “Kurban, Hac ve İnsanlık Yetimleri” konulu yeni sohbeti Herkul.org'da yayınlandı. 419. Nağme'de Hocaefendi, Kurban Bayramı öncesi, kurban vazifesini, bu vesileyle yola çıkan kurbet kervanlarını, dünyanın dört bir yanında yardım bekleyen müminlerin/insanların imdadına koşmanın önemini ve ister niyet isterse icraat fasıllarında dikkat edilmesi gereken hususları anlattı.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin sohbetinden satır başları:
Kurban zenginle fakir arasında bir köprüdür
Bazı ahvalde bazı şeyler böyle terke uğradığı, manasını yitirdiği, bir yetimlik yaşadıkları dönemde bence onları o (gütmiyetten) kurtarma İşte o mevzuda hikmetler ve maslahatlardan bahsedilebilir. Mesela zekat verirsin, işte zengin fakir arasında köprüler oluşturursunuz. Fakirin zenginden, zenginin fakirden ayrıldığı dönemde Avrupa'da sosyal ihtilaller tarihi asırlarca sürmüş, insanlar birbirlerini yemiştir. Ve belli bir dönemde bu meseleye çare, çözüm diye bir reçete ortaya atılmış. Diyelim Marx tarafından, Engels tarafından. Ve belli bir dönemde 20, 30, 40 milyon insanın ölümüyle o sistem oturtulmaya çalışılmıştır. Zengin -fakir arasındaki o açıklığı kapamaya matuf. Oysaki İslam dininde zekat, değişik yerlerde Hazreti Pir de ifade ediyor, bir köprüdür adeta, zengin – fakir arasında bir köprüdür. İşte bu maslahatın anlatılması lazım. Kurban da böyle zekat gibi sadaka gibi ( saarrir teberruat) gibi esasen bir şeydir. Kurban vacip olan insanlar var. Ben bu gudup-u fıkhıye'de o mevzuyla alakalı fıkhi geçmeyeceğim yani. Onu ilmihaller anlatıyor, hocalarımız da hep söylüyorlar. Kime kurban vacip olur filan. Şimdi günümüzde bence gucüb-ü filan, sünnet-i müekkede'yi Bence meseleyi de bunlara bağlamamalı. Yani bir insana bir tane kurban vacip. 10 tane de kesebilir. Efendimiz (sas) yaşı sayısınca kurban kesti orada. Ve günümüzde de Allah'ın izni inayetiyle bu yapılıyor yani. Belki evinin bütün efradı için mükellef değiller. Her birisi için birer kurban kesiyor. Bazen ikişer tane de kesiyor. Bazen üç tane de kesiyor. Sizin arkadaşlarınız içinde de belki 10 tane kurban kesen insan vardır. Şimdi bu meseleyi bu seviyede ele almak, daha seviyeli, mukarrebin'e yakışır, ebrar'a yakışır, sadıkun'a yakışır, muhlisun'a yakışır şekilde ele almak günümüzün ihtiyaçlarındandır bence. Dünyada yine bu zenginle fakir arasında mesafeler çok açılmıştır. Şimdi o Myanmar'ı düşünün yani. O insanlar düne kadar evlerinden sürgün ediliyordu. Mabedleri yakılıyordu, evleri yakılıyordu, çöle sürgün ediliyorlardı. Şimdi de biraz daha zorlama var. Bunlar tamamen o ülkeden dışarıya çıkarılma gibi. Yani budizmin böyle haşince insanlara muamelesini ne vedalarda, ne panişatlarda görmedim yani öyle bir şey. Sizden olmayan sizin gibi düşünmeyen insanlara böyle bir kahru bela kesileceksiniz diye bir şey görmedim. Fakat nasılsa yani birileri işte bu siyaset böyle, idare, hakimiyet mevzu. Dengeleri koruma orada çok zor oluyor. Orada çeşit çeşit mesavi irtikab ediliyor ve meşru görülüyor. Onlar da ihtimal öyle meşru görüyorlar onu.
Gedre uğrayan insana el uzatmak mü'minlik vazifesidir
Şimdi bu insanları görmezlikten gelmek şu hadis kategorisi içerisine girer; “Men lem yehtemne bi emril müslimin. Feliy semin hum. Müslümanların dertlerini paylaşmayan onlarla, dertleriyle dertlenmeyen onlardan değildir”diyor. Bunun manası hakiki Müslüman değildir demek oluyor bu. Bu açıdan, Myanmar'daki insandan, Suriye'de gadre uğrayan insana, varsa Mısır'da gadre uğrayan insana kadar, Yemen'de gadre uğrayan insana, Irak'ta ezilip geçilen o insanlara kadar herkese el uzatmak birer müminlik vazifesidir bence. Bu açıdan da belki arttırarak devam etmek lazım. Ama şimdi ona da belki bazıları kota koymak istiyorlar. Bu da şu; sanki yani Türk toplumu gibi civanmert bir toplum, öteden beri herkese el uzatmış yani, altın keselerle belli bir dönemde Suud değil de esasen, Mekke ve Medine fakirlerine yardım götürmüş bir devletin, bir milletin evlatları. Bunlar şimdi de bu şekilde bu yardımlarla, bu ianelerle, bu eski civanmertliklari bir kere daha sergiliyorlar. Bunun manası anlatılması lazım. Bugün buna ihtiyacın şiddetli olduğu anlatılması lazım. Bunun manası anlatılması lazım. Bu gün buna ihtiyacın şiddetli olduğu anlatılması lazım. Bu aynı zamanda bir mü'mince tavrın ifadesidir. O mü'minler adına heyecan duymanın ve onların ıstırabını paylaşmanın, onların âlâmını paylaşmanın ifadesidir. Paylaşmazsanız onlardan değilsiniz demektir. Bu açıdan da onun hakiki manasını öyle, arka planını ,dayandığı dayanakları, maslahatları, hikmetleri, faydaları anlatmak iktiza eder. Namazı bile bilmeyene belki esasen namazın ruhundaki hikmetleri ve faydaları anlatmak lazımdır. Anlatacaksınız. Günde beş defa Allah'la ahd-ü peymanınızı yeniliyorsunuz. Günde beş defa huzur-u kalple mabede gelen, bir imamın arkasında saf bağlayan, kemer beste-i ubudiyet içinde Allah'a karşı vazifesini eda eden bir insan dıştaki hayatını muamelatını da bir yönüyle ona göre dizayn etmeye bakar. Allah'ın huzurundan geldim, ben şimdi nasıl yalan söyleyeceğim? Nasıl bir kısım politikalara, hem de böyle Makyavelistçe politikalara gireceğim. Nasıl birilerini kandıracağım? Nasıl Kur'an-ı Kerim'in, “Birbirinize ad, unvan, lakap takmayın.” demesine rağmen, ben başkalarına lakap takacağım? Nasıl ben intikam duygusuyla hareket edeceğim? Nasıl birilerini bitirme adına ciddi bir gerilim içinde olacağım? Günde beş defa huzur-u kalple Allah'a inanarak geliyor. Onun karşısında el pençe divan duruyorsan, iki büklüm olup rükûa gidiyorsan, buradaki bu ahd-ü peymana tamamen aykırı olarak verdiğin sözden dönerek bir dönek olarak hayatını kirletiyorsun. İçtimai hayatını, ferdi hayatını, ailevi hayatını, siyasi hayatını, idari hayatını, ekonomik hayatını kirletiyorsun. Namazın böyle bir bağlayıcılığı var burada, günde beş defa. Demek ki, günde beş vakit camiye gelmekle biz kendimizi böyle bir rehabilitiye tabi tutma mecburiyetindeyiz. İnsani ve İslami kıvamımızı ancak bu sayede koruyabilmekteyiz. Yoksa Allah (c.c.) böyle ağır bir tekalifte bulunmazdı. Bunun gibi. Şimdi bu böyle anlatılabilir. Sizin fiziki yapınız itibari ile namazın beden anatominiz adına, fizyolojiniz adına, değişik faydaları vardır. Hekimler bunlardan bahsediyorlar. Abdestten bahsediyorlar. Vücuttaki kinetik enerjiyi harekete geçirme adına çok önemli bir faktör. Günde beş defa bir kurnanın altına gidiyorsun, sen bunu yapıyorsun Allah (c.c.) da onu sana lütfediyor. Şimdi tamamen taabbud-i mahsa denebilir. Bedeni bir ibadettir bu. Sırf taabbudidir bu. Yani bunda şu hikmete, bu maslahata, şu istihzana bağlı değil diyerek, onu eda edeceksin. Fakat yine de ruhunda, özünde bu hikmetler, bu maslahatlar, bu faydalar mündemiçtir. Oruçta da o faydalar mündemiçtir esasen. Yani açlığı duyarsınız, anlarsınız. Sonra açı görme imkanı olur size, fakiri görme imkanı olur. Sonra kuvve-i zaikanın ne ifade ettiğini anlarsınız. Günde o Allah'ın nimetlerinin ne manaya geldiğini anlarsınız. İftarda bir kere tadarsınız onu. Allah'ın nimeti olduğunu. Elhamdülillah dersiniz. Sahurda tadarsınız onu. Aç duracağınız o günü düşünürsünüz. Bu türlü şeylerle o meseleye farklı bir derinlik kazandırırsınız. Kurbanda da, değişik teberruatta da, sadakalarınızda da, zekatlarınızda da aynı şeyler söz konusudur. Böyle hac gibi hem mali hem bedeni ibadet olan şeylerde daha fazla, daha farklı faydalar var. Hatta denebilir ki, hac bütün ümmet çapında esasen bir kongrenin ünvanıdır. Bir mahşer provası demektir. Zaten o sureye, Hac Suresi'ne de başlarken de esasen kıyameti, mahşeri ifade eden ayetlerle başlamıştır. Fakat sureye Hac Suresi denmiştir. Fakat bu surenin adı Hac suresi. Ama ayetler bunlarla başlıyor. Sonra kaç ayet geçtikten sonra Hacla alakalı şeylerden bahsediliyor. Bu aslında ima ediyor. Beraatı istihlal nevinden esasen Haccın bir mahşer provası olduğunu ima ediyor. Beraatı istihlal bildiğiniz gibi kitapları dibacesinde muhtevanın icmalen işaretlenmesi demektir.
Dünyevi hiçbir beklentiye girmeden insanlara el uzatılmalı, arkada olumsuz hiçbir şey olmadı hissini uyandırmalı
Zannediyorum arkadaşlar burada bazıları kurbanlık adına birini vekil tayin ediyorlar. Sana ben 10 kurban şeyi verdim diyor. Millet sizi neyle tevkil etmişse şayet milimi milimine onun yerine getirilmesi lazım. Götürüp orada alınabilir yani. Tedbir odur. Burada o emaneti uhdemize alırken bir iyilik yapıyorsunuz onun bir arpa kadarını bile kendi cüzdanınıza indirmiyorsunuz. O mevzuda hizmetinizin karşılığında da bir şey almıyorsunuz. Bir şey beklemiyorsunuz. O işi tamamen Allah rızası için yapıyorsunuz. Yaptığınız iyiliği. Buna dikkat etmenin en başında orada da o hakka hukuka riayet edilirse hiçbir şey yokmuş gibi yani sizin ayrıldığınız dünyada bu iyiliği o ihsanı derleyip toparlayıp götürdüğünüz o ülkelerde hiçbir şey yokmuş gibi göstererek yapmanız gerekli olan şeyleri yapacaksınız. Belki bu sene biraz daha baskı var tazzik var. Bazıları siz yaptığınızdan dolayı esas bir kısım kopmalarla karşı karşıya kalabilirsiniz. Çünkü baskılar var onların üzerinde caydırmalar var. Bunların eliyle iyilik yapmayın demeler var. Hatta Soma'daki o büyük facia. Yani çağın en büyük facialarından birisidir. Soma'daki en büyük faciada bile orada konuşulan şeyler şuydu; başka kimselerden yardım kabul etmeyin. Bunun manası çok açıktı. Yani başkaları onlara yardım ederse onların gönüllerine taht kurarlar. Onlara verilecek sevgiyi, sempatiyi başkalarına vermiş olurlar. O kadarına bile katlanmaya tahammülleri yok. Bu kurban mevzuunda da öyle. Sizin o kurbanda sanki derdiniz kendinizi tanıttırmak. O niyetle gidiyorsanız alacağınız şeyde o olur. Bağışlayın halk ifadesiyle diyeceğim. Ahirette avucunuzu yalarsınız. Ama insanlara yardım mülahazasıyla, hususi ile Müslümanlara yardım yardım götürüyorsanız ahirette katlanarak size döner. Dünyevi hiçbir beklentiye girmeme, orada o insanlara el uzatma, arkada olumsuz hiçbir şey olmadı hissini uyandırma onların üzerinde. Biz Allah'ın izniyle bu senede önümüzde ki senelerde de hep ayağınıza geleceğiz. İyilik yapmak üzere ayağınıza geleceğiz. İyilik yapmanız üzerine değil. Ayağınıza geldiğimiz zaman da yani eğer mümkünse şayet kendi imkânlarımızla orada yiyecek, içecek, kemdi imkânlarımızla kalacağımız yerde kalacağız. Bu türlü imkânları elde edemiyorsa şayet diğeri size kalmış bir civanmertlik ifadesidir. O olur kerhen onu da kabul edebiliriz. Yoksa size iyilik yaparken zerre kadar kendimize dönen bir hayrın olması, bereketin olması, iyiliğin olması beklemeyiz onu. Çünkü beklediğimiz Allah'tan bekliyoruz. Allah'tan beklemeye durmuş insanlar başkalarından bir şey beklemezler. Beklediğini Allahtan bekleyen eli boş dönememiştir. Beklediğini insanlardan bekleyenler de çok defa eli boş dönmüşlerdir. Mülahazalarımızı sağlam, saf, duru tutarak iyiliğe devam edeceğiz.
Birileri sinelerde taht kurmanızı istemeyebilir, bu engellememeli
Başkaları sizin iyilik yapmanızı iyilik duygularınızla insanların sinelerinde taht kurmanızı istemeyebilir. Bu engellememeli. Belki bazen rölantide olabilir. Bazen vites değiştirirsiniz. Güzergah biraz rampalı, virajlı falan şimdi sürekli yolda yürümek için virajı, rampayı hesaba katmak lazım. Meşru yollardan geçerken onu hesaba katmak lazım. Tren hatlarından geçerken onu hesaba katmak lazım. İşte buralarda belki kısmen frene basarsınız. Ama katiyen durma yok. durduğunuz zaman dökülürsünüz. Yeniden bir daha harekete geçme mevzuunda zorlanırsınız. Motoru çalıştıramayabilirsiniz. Sürekli böyle dopdolu enerjiyle, Allah'ın izniyle ciddi bir metafizik gerilim içinde hep hareket halinde olmak lazım. Allah hareket edeni sever. Zat-ı Uluhiyet için nispet edilen şu söz size de bir şey ifade etmesi lazım. Her an ayrı bir şe'n-i rububiyet söz konusudur. An-ı seyyale. İsterseniz buna saniye dersiniz, salise dersiniz, aşire dersiniz. Fakat zat-ı uluhiyete nispette sizin bu riyazi olan şeyleriniz, hiçbirinin hükmü yoktur, hiçbirinin değeri yoktur. Dolayısıyla yevm dediğiniz mesele Allah(c.c) her an, anların binde biriyle birlikte sürekli ayrı bir şe'n, ayrı bir tasarruf, ayrı bir icraati söz konusudur. Zat-ı Uluhiyet için nispet edilecek kelimeleri nispet etmede zorluk çektiğimden tevakkuf yaşıyorum. Terbiyesizlik yapmamak için. Bu mü'minler içinde bir ahlâk olmalı. Her mü'min bugün bu durumda, şu pozisyonda bu yapılır, şu şartlar altında bu yapılır, konjonktür şöyle olduğu zaman işte bu yapılır. Bazen bir küheylan gibi coşarsınız. Bir üveyk gibi kanatlanır enginlere açılırsınız. Bazen de bakarsınız şartlar namüsait. Bağışlayın çevrenizde havlamalar, ulumalar var. O zaman da durumu ona göre ayarlarsınız, durmamak için ona göre yürürsünüz şartlara göre. Öyle yürümezseniz şayet kaza yaparsınız. O kaza da sizde tevakkuf meydana getirir. Günümüzde belki şartlar biraz ağır. Yürümeden belki Allah'ın izni ve inayetiyle yapmak lazım. Evinizde, barkınızda, yurdunuzda, yuvanızda, üniversite hazırlık kursunuzda, üniversitenizde, okullarınızda, okuma salonlarınızda, himmetlerinizde, kurbanlarınızda, haclarınızda.. Mesela bilinseydi sizin hac kotanıza tahdit konacağı ve sizlerin dışlanacağı, belki başka yollar araştırılabilirdi. Fakat bu defa da sizin buradan hacca gidecek arkadaşlarınız hüsn-ü zan mağduriyetine uğradılar. Kendilerine her sene tanınan o kota, ‘biz onunla gideriz' dediler, o beklentiye girdiler, vizeler aldılar. Birileri onlara arkadan telefon etti. Bu hainlerin vizelerinin biz iptal ettik siz de iptal edin, dediler. Tam bir hafta kala veya işte on gün kala gittiklerinde sizi götüremeyeceğiz dediler. O güne kadar da tuttular ellerinde. Vizelerini iptal ettiler. Şimdi mü'min tabi hüsn-ü zan eder. İnsanlığın İftihar Tablosu, “Başkaları hakkında hüsn-ü zan besleme en güzel ibadettir.” Buyuruyor. En güzel ibadeti yaparken bazen insanlar yanılabilir. Biz ki Müslümanız aldanırız, fakat aldatmayız. Çok defa aldandığımız olabilir. İntihapta aldanırsınız, takdirde aldanırsınız, tebcilde aldanırsınız. Yolun bir kısmını beraber yürümede aldanabilirsiniz. İşte bilmem neyin neyle arkadaşlığı gibi suyun içine girdiğiniz zaman da huyum bu diye akrep sokabilir. Hani menkıbesi var ya, bunun gibi. Ne var ki, siz sevap alırsınız Allah'ın izniyle. Ama madem şartlar böyle bazen, namüsait şartlarla karşı karşıya kalınıyor. Bir kısım kimseler handikaplar çıkarıyorlar o zaman biz de meseleyi böyle biraz daha derinlemesine tetkikte bulunarak, alternatif yöntemler oluşturarak Allah'ın izni-inayetiyle bir yerde bir tıkanmayla karşı karşıya kalırsak şayet hani insanın kalbinde olduğu gibi kolleteral şeyler, onları oluşturarak -Allah'ın izni inayetiyle- kalbin ölümüne meydan vermemek lazım. Ana damarlar tıkandı, fakat bizim alternatif damarlarımız olması lazım. Şimdiye kadar bu ana damarlarla gidiliyordu. Belki rahattı bir yönüyle. Mesele sizin himmetinize, gayretinize o mevzuda, çektiğiniz sıkıntılara, fedakarlığınıza, isar ruhunuza bağlı gidiyordu. Fakat bir gün geliyor ki sizin yaptığınız bu şeyler o mülahazalara bağlı bu civanmertlikler, bu fedakarlıklar, bu isar ruhu,bunlarla da yürünmüyor. Bakıyorsunuz orada bile önünüzü kesiyorlar. Siz isarda bulunuyorsunuz, onlar size hain diyorlar. Siz isarda bulunuyorsunuz. Onlar size hain diyorlar. Siz isarda bulunuyorsunuz onlar size hain diyorlar. Siz isarda bulunuyorsunuz, onlar size diyor ki ‘Bunlar Allah rızası için yalan söylüyor.' Siz isarda bulunuyorsunuz, onlar diyor ki bunlar paralel. Siz isarda bulunuyorsunuz onlar diyor ki bunlar haşhaşi. Siz isarda bulunuyorsunuz toplumu kucaklama adına, diyor ki bunlar karmati, bunlar dinsiz, bunların namazı kılınmaz diyorlar. Şimdi bunu da hesaba katarak, mukabeleyi bil misilde bulunmadan, aynı şeyleri o densizliği yapmadan onlara, insanlığımızı feda etmeden, insanlık yetimi olarak yaşamaya mahkum olmadan bence, insanlığımızı koruyarak, insanlık anamız ve babamızdır, ve bu bütün insanlığa açıktır. Elbette ki Allah'a iman eden, O'na teveccüh edenlere evleviyetle açıktır. Seviyesine göre herkese karşı bir kucaklama Kur'an'ın o mevzuyu ortaya koyduğu disiplinlerdendir. (AYETLER). Vav harfi Hanefi mezhebine göre mutlak cem içindir. İlla da takip manasına gelmiyor. Fakat İmam-ı Şafi gibi önemli imamlar, bu da tıpkı böyle ‘s' (peltek s) gibi takip manasına geldiğini söylerler. Dolayısıyla sırasına göre en birinci iş Allah'a karşı yapılan iştir, Anne babaya, yakınlarına, sonra yakın komşuna hatta sadece komşuna yani komşu Hristiyan da olabilir Yahudi de olabilir başka da olabilir, başka da olabilir, başka da olabilir. Nasıl onda öyle bir sıralama meselesi var, siz de öyle bir sıralamaya göre civanmertliğinizi sergilersiniz. Allah'ın izni, inayetiyle. Onların öyle o engellemeleri de dedikleri şeylere de mukabeleyi bil misilde bulunmazsınız, üslubunuzu bozmazsınız, insanlığınızdan fedakârlıkta bulunmazsınız. Bugün geldi İlk defa aklıma ‘insanlık yetimi olarak yaşamaya kendinizi mahkum etmezsiniz'. Dedim. O bir densizliktir. İnsanlık yetimi olarak yaşamak densizliktir. Hakareti şiar edinme, birilerinin üzerine gayızla nefretle kinle yürüme insanlığını yitirmişlik demektir.Hafizanallah. Hele bu bir kısım ayıplarını örtmeye matuf alternatif esasen bir gündem oluşturmaya matuf ise bu düpedüz bir yalancılıktır, kusurunu görmemedir, nefsini müzekka görmedir. Bşkalarının ayıplarıyla meşgul olma. Başkalarınnı ayıplarıyla meşgul olan ömür boyu hep ayıp işler durur. Zira o kendisini müzekka görüyor mukaddes görüyor, haşa ve kella Zat-ı Uluhiyeti takdis yerine kendi nefsini takdis ediyor. Kusursuz. Oysa Kur'an'ı Kerim (ayet) ‘Nefsiniz tezkiye etmeyin' buyuruyor. Hz. Pir tezkiye etme meselesini tezkiye etmeme şeklinde ortaya koyuyor. Nefsinizi tezkiye etmeme şeklinde. ‘Benim nefsim bir canavar, yırtıcı, bir salya atan, bir diş gösteren'. Kendinize böyle bakıyorsanız, başkalarını ayıplama günahına girmezsiniz. Kendi günahlarınız görür sıyrılır, istikamet yolunda yürürsünüz. Amma hep başkalarını ayıplamakla müteselli oluyorsanız, ömür boyu hep böyle hata işler durursunuz hiç farkına varmadan. Ömür boyu ayıptan ayıba koşarsınız, ayıptan ayıba koşarsınız. Farkında değilsinizdir siz, ayıplarken esasen ayıp yapıyorsunuzdur. Biraz evvel bahsettiğim o çirkin kelimeler ayıp yapmaya dair bir kısım argümanlardır malzemelerdir. Allah inayetini üzerimizden eksik etmesin. Bizi istikametten ayırmasın.
- tarihinde hazırlandı.