Fethullah Gülen Hocaefendi: Hakiki mü'min, hiçbir zaman nifak düşüncesi karşısında eğilmez
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Ashâb-ı Uhdûd ve Bir Ölüp Bin Dirilenler” başlıklı yeni sohbeti, herkul.org sitesinde yayınlandı. Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan ‘Ashâb-ı Uhdûd kıssasından alınması gereken ibretler nelerdir?’ sorusunun yöneltildiği 443. Nağme’de Hocaefendi önemli mesajlar verdi.
“Azîmet” (Allah’ın emirlerini en mükemmel ve eksiksiz yapmaya çalışmak) deyip yolunda sabitkadem olan insanlar, cephelerini belli ettiler, bir bünyan-ı marsus (kurşunla perçinlenmiş yapı) gibi birbirlerine kenetlendiler.” diyen Fethullah Gülen Hocaefendi, “Olup bitenleri sanki geçmişte olmuş vakalarmış gibi gülerek, tebessümle anlatıyorlar. Kendimi katarsam fahirlenme olur ama çoğunuz gibi ben de o arkadaşların yerinde olmak isterdim.” dedi.
Soru: Tarihi hadiselerin aynıyla değil misliyle cereyan ettiği ve onlardan ibret alınması gerektiği belirtiliyor. Ashab-ı Uhdud kıssasında ve bu kıssa çerçevesinde anlatılan kahraman genç ve fedakâr anne hadiselerinden almamız gereken ibretler nelerdir?
Evet o bir disiplin. Onları Kur’an çizgisine sadık kalarak ele almak lazım. Onu çok iyi felsefesiyle, arka planıyla değerlendirmek lazım. Mutlaka onlardan ibret almaya çalışmak lazım. Ayniyet çerçevesinde hareket etmediğinden ders alınmaz onlardan. Çünkü zaman ayniyet çerçevesinde cereyan etmez. Hz. Pir’in işaretine bağlayacak olursak, “Zaman en büyük müfessirdir.” Ortaya koyduğu hüküm nekz edilmez zamanın.
Şimdi her hadise hangi zaman içerisinde cereyan ediyorsa, nasıl bir ortamda cereyan ediyorsa onu belirleyen bir yönüyle şartlar ve konjonktür farklı farklıdır. Belki iş ruhu itibarıyla, esası itibarıyla aynı gibi olur. Tıpkı insanların bir yönüyle ayniyet ifade etmeleri gibi. Nedir yani ayniyet ifade etmeleri. Ahsen-i Takvim’e mazhariyetleri. Anatomik yapıları itibarıyla, fizyolojik yapıları itibarıyla, şimdi Alexis Carrel’in İnsan Denen Meçhul kitabını okuyun, herkes için bir şeydir o. Detaylarıyla bir de farklı bir zaviyeden bakın. İrade ve Meşiyet-i İlahi herkesi farklı şekilde yontmuştur. Hatta ses tonlarından onların vurgulamalarından, ses tellerinden, bakışlarından mimiklerine kadar el ayak hareketlerine kadar kültür ortamının bunun üzerindeki tesiri ne kadardır, bir millet kültürünün bir millete mensup olmasının tesiri ne kadardır, bunun inandıkları şeyin tesiri ne kadardır, bunların hepsinin üzerinde durulabilir.
Milletin değerlerinin yaşaması için binlerce can feda edilse değer
Bu açıdan da aynı şeyler olanlar vardır onda ama fakat bir de aynı olmayan misli olan şeyler vardır. Bu açıdan da hadiseler misliyet çerçevesinde cereyan eder. Misliyet çerçevesinde cereyan eden şeylerden de ibret alınır. Ders değil ama. Ders başkadır, ders aynen alır bellersiniz, sonra uyarsınız, onu uygularsınız. İbrete gelince ele aldığınızda itibar gibi bir şey. Değerlendirirsiniz, yorumlarsınız. Şimdi bu mesele şöyle şu ölçüde benziyor. Fakat bunlarla beraber antiparantez arz edeyim. Yani hadiselere baktığınız zaman çok benzer yanları da vardır. Mesela Seyyidina Hz. Nuh’a denen şeyler gibi. Yapılan tahkirler. Çok sağlıklı değil yani. Kur’an-ı Kerim o türlü şeylere maruz kaldığını söylemiyor. Hadis-i sahihlerde söylemiyor. Fakat menkıbe kitaplarına düşen şeyle, boyunlarına ip bağladıkları bile oluyor. Sürüyorlar sokaklarda. İnsan karakteri Efendimiz’in (sas) baş-ı mübareklerine getirip işkembe koyan insanlar, sahabeleri kum çölü üstünde, kızgın kumlara yatırıp ondan sonra göğüslerine ağır taşlar koyan insanlar ve bunlar yetmiyormuş gibi yerinde çok öfkelendikleri zaman o insanları mızraklayarak, hançerleyerek öldüren insanlar. Bu dönemde de Seyyidina Hz. Nuh (as) ve O’na inananlara aynı şeyleri yapıyorlardı. Hz. Hud ve O’na inananlara aynı şeyleri yapıyorlardı. Hz. Salih ve O’na inananlara aynı şeyi yapıyorlardı. Hz. Lut da tehdit ediliyordu. Tehdit zirve yaptığı zaman, Allah (cc) çık git diyordu O’na. Melekleri gönderiyordu, çık ayrıl diyordu. Ehlini de al, git diyordu. Ancak hanımın değil. Eski aydın ifadesine göre o da “odetta” taş kesiliyor, orada öyle diyorlar. Ve onun içine öfkelendikleri, dinden döndüremediklerini, hendeklerin içine atmak suretiyle bir algı operasyonu oluşturuyorlar, birilerini böyle yaparsak diğerleri vazgeçer, inançlarından vazgeçerler, kim bilir mümine al-i firavun gibi o gencin arkasında da nice gençler vardı. Ama bir tanesi umum gençler adına ortaya atıldı, orada onlar arasında bir bozguna bir çözülmeye vesile oldu Allah’ın izni inayetiyle
Allah için başla, işte o zaman olan olur...
Ben size bir şey öğreteyim diyor beni öldürmenin yolu şu: İşte oku alırsınız, yaya yerleştirirsiniz, yayı gerersiniz. Bu delikanlının, Allah’ın adıyla atarsınız. Bismillah der atarsınız diyor. Bismillah her hayrın başıdır. Allah için işle. Allah için başla, Allah için görüş, Allah için konuş. Birinci Söz’de Hz. Pir’in temas ettiği şey. İşte o zaman olan olur diyor. Onlar da hakikaten öyle yapıyorlar. Ama bir genç gidiyor orada, arkada bir sürü filiz kurtuluyor. Demek ki bazen böyle bir azimeti orada kullanarak başkalarını orada selameti adına, emniyeti güveni adına Mus’ab’ın, Efendimiz’in (sas) önünde yaptığı gibi, Abdullah ibn-i Cahş’ın bir yönüyle Uhud Savaşı’nda yaptığı gibi, fedakârlık yapıp, Mute’de Hz. Halid’in yaptığı gibi, en öne geçip düşmana saldırması meselesi. Düşman yendik dediği anda yeniden Roma ordusunun bozulmasına sebebiyet veriyor. Bunun gibi. Bazen böyle azimet, işte orada Tefsir’de de örnek verdiği gibi; Müseylemet-ül Kezzap karşısında ruhsatı da kullanan var, azimeti de kullanan, azimeti kullanan şehit oluyor. Bu genç de orada öyle, fevkaladeden bir civanmertlik, bir babayiğitlik Gerçekten belki insanın en önemli olan hususlarından bir tanesi, başkalarını yaşatmak için kendisini feda etmesi. Ve bizim mesleğimiz açısından da yaşatma duygusu çok önemlidir. Benim yaşamam önemli değil. Aile efradımın da yaşaması önemli değil. Çoluk çocuğumun yaşaması da önemli değil. Önemli olan, milletin değerlerinin yaşaması. Ruh abidemizin dimdik durması. Bunun için binlerce can feda edilse değer. Bu genç böyle yapıyor fakat karşı cephede bozgun bozgun üstüne. O gençten sonra da, ihtimal dâhilinde bir sürü insan burada ihtida etti. Çünkü bu nasıl bir şeydir ki, kılıçla vuruyorsunuz ölmüyor, ok atıyorsunuz saplanmıyor ok, fakat bu delikanlının inandığı Allah’ın adıyla dediğiniz zaman da o ok saplanıyor ve o şehit oluyor. Şehit oluyor amma, bir gidiyor arkada binlerce oluyor. Bir gül hare düşüyor ama fakat bin tane gül aynı zamanda açıyor, bülbüller koşuyor, üzerinde şakımaya duruyor. Bir de annenin kucağındaki çocuk var, oraya kadar geliyor. Bu annelerde şu vardır, annenin kucağında, ben kendimi buraya atınca bu çocuk yetim kalabilir. Belki de çocuklar beraber, çocuğunu at diyebilirler. Burada onlar, insanın zayıf yanları hangi yanları ise şayet, onu orada zor durumda bırakmak isterler. Kadın da biraz tereddüt edebilir. Çocuk orada dile gelir: Hz. Mesih’in daha kucakta, dünyaya geldiği anda “İnne Abdullah” dediği gibi, o çocuk da konuşur “Anne at korkma Allah’tan!” der. Artık o da yanar mı, ateş yakmaz mı, bu da ayrı bir mesele.
Ekrem Bey’in, Hidayet Bey’in yerinde olmayı arzu eden çok insan vardır
Şimdi meseleyi günümüz açısından ele aldığımız zamanda, hakikaten siz de görüyorsunuz, azimeti tercih eden insanlar azimet deyip yolunda sabitkadem olan insanlar, cephelerini belli ettiler, kurşunla birbirlerine perçinlendiler. Olup bitenleri gülerek birbirlerine anlatıyorlar. Sanki geçmişte olup biten bir olaymış gibi anlatıyorlar. Tebessümle anlatıyorlar. Sabitkadem olanlar Allah’ın izniyle sabitkadem olurlar. Endişe yaşamadılar. Belki de, çoğunuzda, ben kendimi de katarsam fahirlenme gibi olur, bu arkadaşların yerinde olmayı arzu ederdim. Size değişik vesilelerle de arz ettim, ben birkaç defa tutuldum, tevkif edildim, içeriye atıldım hem askerde hem de sivilde. Fakat öyle bir panik hatırlamıyorum yani, belki o esnada olmuştur bir tekme yemişsinizdir, hiç sarsılmadım falan demezsiniz. Ama içimi yokluyorum da size hani bir iki fıkrayı da anlatmıştım. İlk nezarette hücrede iken, rahmetli Şaban Hoca’ya, Şaban Hoca da bu arkadaşlarımızın hocasıydı, ona hep o mezarlığın yanından geçen iki tane dil bilmez adamın, Fatiha bilmediklerinden dolayı ‘yatıp geçelim buradan, eşek geçiyor desinler, Fatiha beklemesinler’ Orada Şaban Hoca sabaha kadar, makamı cennet olsun, Firdevs olsun. “Hocam hocam şunu bir kere daha anlat” derdi. Sarsıntılı bir anda. Şimdi o andaki ruh haletimiz. Ben fıkra anlattım orada. Çok da anlatan bir insan değilim. Fıkra anlattım. İronik şeylerle. Şimdi Ekrem Bey’in yerinde, Hidayet Karaca’nın yerinde, onların arkadaşlarının yerinde olmayı zannediyorum arzu eden çok insan vardır. Onlara oldu da, Cenab-ı Allah neden bu lütfu bizden esirgedi -haşa Allah esirgemez- acaba zaafımıza binaen mi Cenab-ı Hak bizi böyle bir şeye maruz bırakmadı, zayıf mıydık acaba? Biz göz dolduran bir tavır bir durum sergilemedik mi acaba, bize gelmedi bu mesele
Bu arada, istidradî şunu da diyeyim: Kırmızı bülten falan.. tuttururlarsa, ederlerse şayet fe ni’me ve bihâ (ne güzel ve hoş, baş göz üstüne)!.. Ama bütün bunlarla bir sindirme meselesi hedefleniyorsa, katiyen bilmeliler ki, hakiki mü’minler hiçbir zaman nifak düşüncesi karşısında eğilmemişler, hele secdeye asla kapanmamışlar, hep dimdik durmuşlardır Allah’ın izni ve inayetiyle!.. Allah inayetini üzerimizden eksik etmesin. Kötülük yapan, zulüm yapan o insanlara da; insaf, izan, iman-ı kamil lütfeylesin.
- tarihinde hazırlandı.