Her zorlukla gelen bir kolaylık vardır

Her zorlukla gelen bir kolaylık vardır

Her sıkıntı her ızdırap bir kolaylığa gebedir ama haml (yüklülük) müddetine tahammül etmek gerekir. Pırıl pırıl bir evlada sahip olma, bağrına basma, evlat sevgisi yaşatma Bunu bir de anneye sormak lazım. Ama sıkıntılarının sonrası öyle bir sevinç olur ki sanki daha önce o sıkıntılar hiç çekilmemiş gibi bir hal olur. Ferdî, ailevî, içtimaî hayatımızda da çekilen sıkıntılar tıpkı böyledir. “Bi-kaderi’l keddi tüktesebü’l-meali.’ Hatta denebilir ki sıkıntı ne kadar şiddetli gelirse Allah’ın izni inayetiyle “Muhakkak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 94/5-6) hakikati zaviyesinden, Allah’ın izni ve inayetiyle, o zorluktan sonra gelen kolaylık da o ölçüde çaplı, çok derinlikli, çok buudlu olur.

Kendini Kur’an’a adamış, adanmışlık ruhuyla beklentisiz hareket eden, o ölçüde bir sıkıntıya maruz kalan insanları düşününce bugün maruz kalınan şeylere sıkıntı dememek icap eder. Yani diri diri insanları yercesine işkence etmişler eziyet etmişler. Seyyidina Hz. Mesih’ten sonra, Ashab-ı Kehf O insanlar çarmıhlar karşısında dişlerini sıkıp sabretmişlerdir. Dakyanuslar karşısında -Roma’nın piyonudur o-. İnançta düşüncede, dünya görüşünde, hayat felsefesinde onlarla aynı şeyi paylaşmıyorsanız, biat etmemişseniz şayet, birinin dediği gibi demede beis görmüyorum. Her dönemde Dakyanuslar vardır.

Biz tohum atalım, kim hasat ederse etsin

İnanın ne Seyyidina Hz. Musa’nın çektiğinin onda birini çekiyorsunuz ne Hz. İsa’nın, Hz. Zekeriya’nın, Hz. Yahya’nın, Hz. Nuh’un, Hz. Lut’un ne de İnsanlığın İftihar Tablosu Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın çektiğinin onda birini çekiyorsunuz. Onlar yapacaklarını yaptılar. Arkada bir gül devri bıraktılar. Bâkir topraklara tohumlar saçtılar ve ciddi bir ihlas ve bir samimiyet şuuruyla, bir îsâr ruhuyla; yani kendileri için bir şey düşünmeden, başkaları için yaşama felsefesiyle tohumu attı gittiler. “Biz tohum atalım, hatta icap ederse bunun tımarını da yapalım! Fakat kim hasat ederse etsin. Kim ambara taşırsa taşısın. O meselenin sonucuna kim sahip çıkarsa çıksın!” Böyle düşündü, böyle yaşadı ve arkada böyle bir miras bırakıp gittiler. Gönülden Kur’an’a, aynı zamanda tarih şuuruna, ruh ve mana köküne bağlı duygu ve düşüncesini, dünyaya yaymak, dünyaya taşımak, dünyaya duyurmak, dünyaya ütopyalar üstü aynı zamanda bir hayat felsefesi sunmak, bir dünya görüşü sunmak

“İnsan, dininin enginliği ölçüsünde belalara maruz kalır”

Yapılan iş Allah rızasına uygunsa, Hazreti Rûh-u Seyyidi’l-Enâm ondan hoşnutsa; varsın iki-üç ay içinde üç defa yol değiştiren, ortada durup böyle “Acaba nerede olursam, ben orada daha fazla çıkar elde ederim!” mülahazasıyla hareket eden insanlar tarafından tazyik görüyorsanız, bütün hayatlarını dünyevî çıkara bağlamış insanlar tarafından hakaret görüyorsanız, bunu size Allah’ın bir teveccühü ve iltifatı olarak kabul edin. Ve Fakir’e inanın burada: Allah sizi seviyor ki, sizi bu türlü şeylerle, hem de yakın gördüğünüz insanlarla sizi imtihan ediyor. Çünkü Hazreti Rûh-u Seyyidi’l-Enâm, “İnsan, dininin gücü, mukavemeti, enginliği ölçüsünde belalara maruz kalır.” diyor; bir başka hadis-i şerifte de “Belanın en çetini, en zorlusu Enbiyâ-i İzâma, ondan sonra da derecesine göre onların yolunda giden, onları adım adım takip eden ve izleyenlere gelir!..” diyor. Şimdi bu ölçüde bişaretler varsa, bence, sinek ısırması nev’inden bu türlü şeylere aldırmamak lazım.

Bu sayede küçük bir tazyik karşısında bir eve peylenen insanları tanıma imkânını buldunuz. Ankara’nın göbeğinde iki eve peylenen insanları tanıma imkânını buldunuz. Bir sürü dönek insanın kaç kuruşla satıldığını öğrenme imkânını elde ettiniz. Kimlerin gerçek fiyatının ne olduğunu görme imkânı oldu. Daha kritik dönemlerde bunların nasıl böyle efendim ters düz olacaklarını görme imkânına sahip oldunuz. Bu size Allah’ın öyle bir lütfudur ki, hüsnüzan edersiniz fakat böyle döneklerle bu büyük davanın gitmeyeceğine dair de adem-i itimat mülahazasını hatırınızın bir köşesinde daima muhafaza edersiniz veya hatırdan çıkarmazsınız.

Bir milyona satılan insan varmış

Çok kimseleri öğrenme, tanıma imkânı oldu. Kıtmirin de tanıma imkânı oldu. Hiç ihtimal vermiyordum. Baktım ki bir milyona satılan insan varmış. Bunları tanımak Allah’ın size öyle bir lütfudur ki gelecekte bunlara da bağrınızı açarsınız, hüsn-ü zan edersiniz, tebessüm tasaddukunda bulunursunuz. Yani gülücüklerinizi onlara bir tasaddukta bulunursunuz.

Bu yolu onlarla aşamayacağınızı, onların bu yolda size refakat edemeyeceğini Cenab-ı Hak bilginiz olsun diye karakterleri kendilerine has resimleriyle, kabiliyetleriyle, donanımlarıyla ortaya koyuyor, dikkatli olun diyor, İbni Selül’leri deşifre ediyor. Onun arkasındaki 300 şu kadar insanı deşifre ediyor Allah (c.c). Ve siz de uzun yolun ancak kimlerle yürünebileceğini öğrenme fırsatını elde ediyorsunuz. İnanın bana, bir trilyon para verseydiniz bu kadar densiz, zıp orada zıp burada insanı tanıma imkânını elde edemezdiniz. Allah’ın öyle bir lütfu oldu ki size, bir sürü insanı, iç dünyalarıyla, kinleriyle, nefretleriyle tanıttırdı bu sayede. Dolayısıyla, güzergâh emniyetini sağladı. Yürüdüğünüz o upuzun yolda yol emniyetini sağlamak adına kimlerle uzun boylu bu yolculuk katedilir onu size talim buyurdu. Hem de nazari bilgilerle değil. Doğrudan doğruya pratikle. Aldanmamanız için.

Bundan sonra sureti Hak’tan görünen türlü insanlar karşısında aldanmayasınız. Evet, biri aldandık filan diyor. Biz bu mevzuda aldanmış olabiliriz. Çünkü müminiz; Hazreti Pir’in dediği gibi aldanırız fakat aldatmayız. Evvelki derste de geçti, “Mümin aldanabilir, civanmert, centilmen, âlicenap bir insandır. Münafığa gelince işi gücü ayak oyunudur onun.

Devletinize, milletinize dünya çapında itibar kazandırdınız, paralel olmadınız

Bunlar hep bir –evvelki sohbetlerde de dedim- hani paralel, paranoyanın nesebi gayri sahih gayri meşru bir veledi mülevvesidir. Paralel diye bir şey yok. Ve dedim, ‘Kim paralelse Allah belasını versin’. Çok rahat, endişe duymuyorsunuz değil mi? Devletinize, milletinize, hükümetinize dünya çapında itibar kazandırdınız, paralel olmadınız. Aklı başında olan insanlar, evvelki gün Süleyman Bey, daha sonra Turgut Bey, hatta Mesut Bey, bu hizmetin yanında olmayı Türkiye’nin gelişmesi, dünya tarafından tanınması adına çok önemli saydılar.

Başkalarını tezyif edenler milletle birlik tesis edememiş zavallılardır

40 senedir kan döküyoruz, dil döküyoruz. Olmadı taviz veriyoruz. Olmadı haysiyet ve şerefimizi ayaklar altına alarak pazarlığa giriyoruz. Vahadlerde bulunuyoruz. Tek bir cephedeki problemi halledecek kadar bir dirayet bir kiyaset gösteremedik. Düşünün 250 milyon ve içinde herkes var. Hıristiyan var Yahudi var Ermeni var bunların hepsi insan ve her insana ahsen-i takvime mahzariyet cihetiyle o ölçüde saygı duymak bir müminin vazifesidir. Dün de geçti evvelki gün de geçti iman ayrı bir meseledir. O sizin kendi yolunuz yönteminize karşı daha derince daha içten daha buutlu bir sevgi ve alaka duymayı gerektirir. Fakat bu katiyen başkalarına adavet etme onları bir cephe kabul etme, onları tahkir etme, onları tezyif etme onların üzerine gitme densizliğini, aşağılığını, kompleksini gerektirmez. Bunu yapanlar da zannediyorum biraz da belki henüz bu milletle bütünleşememiş, bu milletin havz-ı kebiri içinde eriyip o milletle bir birlik tesis edememiş zavallılardır.

Biz her birerlerimiz çarşıda, pazarda demircilik yaparız. Ayakkabı boyacılığı yaparız. Şuna buna takke öreriz. Çorap dokur satarız. Allah’ın izni inayetiyle bu işi devam ettiririz. Ve Allah’ın yanında olduğu zahir bulunduğu bir meseleyi dünyanın bütün şeytanları toplansa O’nun izni, müsaadesi olmadan engelleyemez.

Bünyân-ı marsus gibi kenetlenin. Parmakların birbirine girmesi gibi birbirinize girin. Elli tane müfsit cereyan olsa kopmamaya çalışın ve Kur’an’a göre, sünnete göre doğru bildiğiniz bu yoldan da ayrılmayın.

Karakuşi kanunları

Mağdurlar var, mazlumlar var. Müstantıkin var; istintak edilen, sorguya çekilenler var.Kadı ola davacı, muhzir dahi şahit/Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?

Şimdi o kadar komik bir duruma düşüldü ki bu mevzuda her gün bir skandal hatta riyazi değil de skandallar hendesi katlanarak gidiyor. Geçmişte de bir münasebetle arz ettiğim gibi fıkraya benzer bir hadiseyi anlatacağım. Galiba yaşanmış bir olay. Fıkranın kahramanı Karakuşi, bir kadıdır. O’nun kararlarına da Karakuşi kararları denir. Adamın bir tanesi çok güzel bir ev yapıyor. İyi güzel görünsün diye pencerelere boyayı biraz fazlaca sürüyor. Eve hırsız giriyor. Çalacağını çalıyor. Pencereden kaçarken düşüyor. Ölüyor veya ayağı kırılıyor veya felç oluyor. Yakınları bunu meşhur Karakuşi’ye götürüyorlar. Karakuşi ev sahibine, “sen evinin penceresine fazla boya çaldırdığından dolayı bu adamın ayağı kırılmış veya felç olmuş, bütün hayatı bitti bunun. Şimdi kısas yapacağız. Ne yapmışsanız onu size yapacağız, sizi bir pencereden atacağız kolunuzu kanadınızı kıracağız Efendi” diyor. Ev sahibi, “Yapmayın Allah aşkına bunu ben yapmadım, ben boyacıya parasını tam verdim, nasıl yapılacaksa öyle yap dedim. Bunu yaptıysa boyacı yaptı” deyince Karakuşi, “çağırın o boyacıyı” diyor. Çağırıyorlar boyacıyı. Karakuşi diyor ki, “Boyacının idamına karar verildi yaz katip ”

Boyacıyı idama götürüyorlar. Fakat bunlar darağacını hazırlarken pek boyu moyu hesap etmemişler. Boyacı da çok uzun boyluymuş, götürdüklerinde asıyorlar adamın ayakları yerde bir türlü idam edilmiyor gelip Karakuşi’ye diyorlar ki, “Efendi hazretleri bir darağacı kurduk ferman buyurduğunuz gibi bu boyacıyı da götürdük fakat bir türlü asılmıyor” Karakuşi, “götürün onu başka bir boyacı getirip asın” diyor.

Bugün, zalim güruhun yaptıklarına misal teşkil edebilir.

10 Temmuz 2014 tarihinde, herkul.org’da yayınlanan bamteli sohbetinden alınmıştır.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.