Mahut beste çalar: Mustafa Kemal’in neferleri oluruz!

Brüksel’de “Türkiye ile alakadar Avrupalılara ‘en muteber üç Türkiyeli devlet adamı kim?’ diye sorsanız Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan cevaplarını alırsınız.

Gül’ün eylem ve söylemiyle AB’ye samimi olarak inandığı, müzakere sürecini iktidarını tahkim etmek için araçsallaştırmadığı düşünülüyor. Ergin’in demokratikleşme paketleri için kabineden çok az destek aldığı halde büyük mücadele verdiği biliniyor. Hatay’a yollanması da ‘reformcu, hürriyetçi bir bakanın’ Erdoğan tarafından tasfiyesi olarak görülüyor. Babacan ise nispeten kısa süren dışişleri bakanlığı ve başmüzakerecilik görevlerinde ciddiyeti, konuya vukufiyeti ve muhataplarını kırmadan, dökmeden ikna etmeye çalışan üslubuyla ‘parlak’ bir bakan olarak hatırlanıyor. Yolu Brüksel’e fazla düşmese de Babacan’ın hâlâ müspet atıflarla hatırlanması kayda değer.

İşte bu Babacan, 2008’de Avrupa Parlamentosu’nda azınlıkların dini hürriyetlerine ilişkin bir suale mukabele ederken çok haklı olarak Türkiye’de dini çoğunluğun sorunlarını da gündeme getirmişti. Tahmin edebileceğiniz gibi ertesi gün merkez medyada türlü galiz hakaretlere muhatap olmuş, ülkesini yurtdışına ‘gammazladığı’ için yerden yere vurulmuştu. ‘Hayasız’, ‘yalancı’, ‘müfteri’ yakıştırmaları ‘çamur gibi iftira’ haberleri ile tahkim edilmişti. İşin ilginci, o gün bu lince ön safta katılanlar daha sonra vergi cezasına muhatap olduklarında soluğu Brüksel’de aldılar. 28 Nisan sabahı, yani o meşum muhtıranın hemen ertesi günü, Brüksel’de German Marshall Fund (GMF)’ın her yıl yüzlerce mühim siyasetçiyi ağırladığı yıllık toplantısı vardı. O gün milletvekili, şu an bakan olan AK Parti üyesi bir dostla beraber haberleri okumuş, muhtıraya destek veren yorumların ardı arkası kesilmeyince beraber kahrolmuştuk. GMF toplantısına katılanların hepsinin peşine düşüp, muhtırayı yorumlamalarını istiyorduk. Hepsi, istisnasız, muhtırayı ya tenkit ediyor ya da lanetliyordu. Beyanları alıp yayınladıkça, AK Partili milletvekillerinin morali hafif hafif kımıldamaya başlamıştı.

Bir yıl sonra bu defa parti kapatma kapıyı çaldı. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten, ‘savcılar çıldırmış olmalı’ diyordu. AB var gücüyle reformcu AK Parti’nin arkasında durdu. Raporlarına Türk yargısını sertçe eleştiren uzun uzun paragraflar koydular. 12 Eylül 2010 referandumu gündeme gelince sadece Avrupa Birliği değil, Avrupa Konseyi’nin muteber kurumlarından Venedik Komisyonu da AK Parti’nin reform paketini destekledi. Venedik Komisyonu’nun İtalyan Başkanı Gianni Buquicchio’nun, Genel Sekreteri Alman Thomas Markert’in ne Fethullahçılığı kaldı, ne yandaşlığı. Bu dönemde ulusalcılar, Deniz Baykal idaresindeki CHP ve darbe yanlıları, AK Parti’yi Türkiye’yi dışarıya şikayet etmekle (‘dışarı’ dedikleri de Türkiye’nin 1949’dan beri kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi ile 1959’dan bu yana üyesi olmak için mücadele ettiği AB’ydi), Kıbrıs’ı satmakla, işbirlikçi olmakla suçluyorlardı.

Erdoğan, parti başkanıyken yani daha başbakan olmamışken o zaman 15 üyeli AB’nin başkentlerini tek tek ziyaret etti. Seçimlere çok az bir süre kala partinin ağır toplarından Abdullah Gül, Brüksel’in muteber düşünce kuruluşlarından CEPS’te partisinin AB’ye ne kadar ehemmiyet atfettiğini uzun uzun anlattı. Bakan olduğunda da CEPS’te söylediklerini harfiyen uygulamaya çalıştı.

Kemalizm lügatıyla konuşmak

Dershane ile başlayan, dal budak salarak ‘paralel yapılanma’, ‘çete’, ‘işbirlikçi’ gibi çirkin yakıştırmaları da peşine takan tartışmada iktidarı destekleyen refiklerimizin bir kısmı dillerine Hizmet Hareketi’nin dış bağlantılarını doladı. Sözler muğlak, imalar net! ‘Dış mihraklar’, ‘dış düşmanlar’ ve ‘yerli işbirlikçiler’. Bunlar çok tanıdık ithamlar! 100 yıldır, önce İttihatçılar sonra Kemalistler tarafından kullanıldı ve tüketildi. İktidarla ilgili iyi niyetli bir eleştiri ‘hedef Başbakan’ diye karşılık buluyor. Erdoğan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü değerlendirmesi yanlış diyorsunuz, ‘Başbakan itibarsızlaştırılıyor’ diye ayağa kalkılıyor. Bir kişinin sürekli hedef alınıp, itibarsızlaştırılması Kemalizm lügatının en gözde kelimeleriydi. Bir tek kişiyi korumak için koca bir lügat üretilmiş, matbuat esir alınmıştı.

Laik Kemalizm yerine dindar Kemalizm’i ikame etmek, iç sorunları dış düşmanlarla kapatmak, derdimiz var diyenleri gammaz ilan etmek, hizmetlerini hayırla yâd etmek istediğimiz AK Parti’nin kendini inkar etmesi olur.

Medyada linç edilmesine sebep olan konuşmasında Babacan, devam eden AK Parti’yi kapatma davasına atıf yaparak, kararı alacak Anayasa Mahkemesi’ne Kopenhag Kriterleri ile Venedik Komisyonu çerçevesinin dışına çıkmaması çağrısı yapıyor. Hani şu başkanlık sistemine karşı olduğu için AK Parti’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndan kovduğu Komisyon.

‘Darbe davaları da neyin nesi?’ diyenlere takdire şayan bir çeviklikle çantalarından AB’nin İlerleme Raporu’nun ilgili paragrafını, Katılım Ortaklığı Belgesi’nin kısa ve orta vadeli hedeflerinin bilmem kaçıncı maddesini gösterip, ‘bunları AB istiyor’ diyenlerin, ‘şeriatçısınız’ diye ağzını açanlara haklı olarak AB reformlarını işaret edip kendini meşrulaştıranların, Hizmet Hareketi’nin ‘dış bağlantıları’ ile ilgili konuşurken hem tutarlı hem insaflı olmaları beklenir. (Selçuk Gültaşlı, Brüksel)

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.