Işık Süvarileri
Harun Tokak arkadaşımızın, "Önden Giden Atlılar-3 IŞIK SÜVARİLERİ" isimli kitabı, birçok güzel hatırayı içinde topluyor. Bazılarını aktarmaya çalışacağım.
Hürrem Sultan'ın ülkesi Kiev'de Kırgız Derneği'nin önündeyiz. Bizi kapıda sevimli bir Kırgız genci, güzel bir Türkçe ile "hoş geldiniz" diyerek karşılıyor. Saçlarını ortadan ikiye ayırmış bozkır yiğidi Issık Göl'deki Türk lisesinden mezun. Bize okulunu şöyle anlatıyor: "Ben ölümden çok korkuyordum. Bir cenaze gördüğümüz zaman günlerce kendime gelemiyordum. İşte bir insan daha sonsuza kadar yok oldu gitti, diye düşünüyordum. Bir müddet sonra bütün bütün unutulacak ve hiç kimse hatırlamayacak... Her doğan gün, her batan güneş bir şeyler alıp götürüyordu benden. (...) O günlerde Türklerin okul açtığını duydum. Hemen gidip kaydımı yaptırdım. Öğretmenlerimiz çok iyi insanlardı. Birer öğretmenden ziyade yüreği merhamet dolu birer ağabey gibiydiler. Bir gün, bir öğretmenimiz sohbet sırasında; 'Ölüm, bir yokluk, bir son değil, kabir de kör bir kuyu değil, öldükten sonra yeniden dirileceğiz, kabrin arkasında ebedî bir hayat bizi bekliyor.' dedi. İlk defa duyuyordum bu sözleri. Evde annem, babam 'Biz Müslüman'ız' derlerdi ama onlar da yeniden dirilmeye, Cennet ve Cehennem'e dair hiçbir şey bilmiyorlardı. Duyduklarım karşısında kendimi tutamayarak 'Yaşasın! Öldükten sonra yeniden dirilecekmişiz!' diye çığlık atmışım."
Oldukça kalabalık bir gezi heyetiyle birlikteydik. (Haziran 1999- Rusya) Ahmet Turan Alkan, Alper Görmüş, Bulut Aras, Eşref Kolçak, Gülay Göktürk, Gafur Uzuner, Hasan Köni, Mehmet Ali Kılıçbay, Mehmet Aydın, Nihat Nikerel, Pınar Türenç, Tufan Türenç, Yusuf Sezgin... Türkiye'den gelen haberler bir mengene gibi ruhumuzu sıkıyordu. Dünyaya yayılan Türk okulları ve onların manevî mimarı Fethullah Gülen'le ilgili Türkiye'de estirilen korkunç fırtına, Moskova sokaklarında uğulduyordu. O günü hiç unutamıyorum. Bir aralık heyettekiler oğul veren arılar gibi başıma üşüştüler: "Türkiye'de olup bitenlerden haberiniz var mı?" Gayet soğukkanlı bir tavırla; "Ne varmış Türkiye'de?!." demiştim. "Yer yerinden oynuyor; sizin haberiniz yok mu!" Ben cevaben, "Bu fırtınayı biliyorduk, onun için buradayız, bizim kim olduğumuzu herkes biliyor ama asıl siz dönüşte havaalanında gazetecilere ne diyeceğinizi düşünün!" deyince, epeyce gülüşmüştük.
On bir yıl sonra yine Moskova'dayım... Kahvaltı için Türk-Rus Okulu'nun müdürü Genrih Kuznetsov bizi bekliyor. (...) Kuznetsov, Türk okulunun açılış hikâyesini bize şöyle anlatmaya başladı: "1995 yılıydı... Ben Moskova Milli Eğitim Komitesi'ndeydim. Karşımda ilk defa bir Türk görüyordum. Adı Mehmet'ti. Çok gençti. Okul açmak istediğini söylüyordu. Ne yalan söyleyeyim, önceleri güvenmedim ve sürekli zorluk çıkarttım. Türkiye hakkındaki bilgilerim hem çok sınırlı hem de olumsuzdu. Türkiye ile çok savaştığımızı, 1917'de bizi ilk tanıyan ülkelerden biri olduğunu, Müslüman bir ülke olduğunu, İkinci Dünya Savaşı'nda bize karşı olmadıklarını biliyordum, o kadar. Rus eğitim dünyasında bu, çok dikkat çekici bir olaydı. Diyebilirim ki; bu okullar benim hayatımın en önemli projelerinden birisidir." Bu okulun açılışında bir Rus yetkilinin söylediği sözler aslında her şeyi çok güzel özetliyordu:
"Rusya'nın yakın tarihinde iki olayı çok önemsiyorum. Gagarin'in uzaya çıkması ve Türklerin Moskova'da okul açması."
Arkadaşımız Harun Tokak'ın bu kitabında, benzer pek çok hatırayı bulabilirsiniz... This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
- tarihinde hazırlandı.