Dua... Dua... Dua...
Keşkeler arenasında yaşamak istemem. Hz. Peygamber'in beyanıyla şeytana yardım etmeye eşdeğer bir söz bu. Kaderi tenkid, eleştiri oklarını kendine yönlendirememenin göstergesi. Ama insan bugünkü manzara karşısında keşke demeden de edemiyor. Keşke bugün dünyada güç dengesini sağlayacak ikinci bir devlet olsaydı! Keşke en kötü haliyle dahi olsa Osmanlı hayatta bulunsaydı! Keşke Müslüman devletler coğrafik, demografik, ekonomik avantajlarını masa başında savaş öncesi kullanabilselerdi! Keşke Abdülhamit misali siyasi dehası on üzerinden on olan karizmatik özellikleri ile nümayan liderlere sahip olabilseydik!
Bütün bunlar olsaydı belki bugünleri yaşamazdı insanlık ama yaşıyoruz; yaşıyor ve bu gidişatı durdurmak için hiçbir şey yapamıyoruz. Ne savaş karşıtı gösteriler, ne yayınlar yetmiyor bu tarihin akışını değiştirmek için.
Fakat inanan insanlar olarak belki çoklarımızın farkında olmadığı bir güç var elimizde, dua. Dua her şeye gücü yeten bir Kadir–i Zülcelal'e arz u halin adıdır. O öylesine bir silahtır ki aleyhine çevrilen hiçbir güç onun karşısında yenilgiden kurtulamaz. Hatırlayın insanlık tarihinin kanlı zaman dilimlerini. Nerede Hz. Nuh, Hz. Salih, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed (sav) karşısında ayak direten Nemrut'lar, Firavun'lar, Ebu Cehil'ler ve müşrikler? Nerede bir hiç uğruna tarihin o kanlı sayfalara isimlerini silinmez harflerle yazdıran Sezar'lar, Hitler'ler, Stalin'ler, Lenin'ler? Ve nerede yaptıkları zulümlerde Firavun'ları aratmayacak nice isimsiz zalimler?
Bir insanlık dramı yaşanıyor. Yüzlerce, binlerce masum insan teknolojinin en son ürettiği ölüm bombaları ile can veriyor. Niceler yetim–öksüz, elsiz–ayaksız, evsiz–barksız kalıyor. İnancın aynı ortak paydada topladığı bizler ise bu manzaraları sadece seyretmekle yetiniyoruz. Gazete sayfaları, Tv ekranları arasında dolaşıyor, detay bilgiler ediniyor, tabir caizse savaş uzmanlığına doğru yol alıyoruz. Belki bazılarımız hissiyatının ve duyarlılığının derecesine göre kimilerine dua, kimilerine beddua ediyor. Tabii bunlara dua–beddua denirse!
Dün bir hak dostunu ziyarete gittim. Kutlu bir ocak orası. Kalbi hayatı benim gibi alabildiğine ölü insanların dahi hissettiği ruhani bir atmosfer kapıdan girer–girmez sıcak bir meltem esintisi halinde sizi karşılıyor. O kutlu ocağa sık sık uğrayanlardan biriyim aslında. Ama itiraf edeyim savaş sonrası bu uğrayışım kadar hiç hüzün dolu görmedim orayı. Tepeden tırnağa hüzün kesilmiş her taraf ve her yan. Herkes ağlıyor mezkur insanlık dramı karşısında. Yar ağlıyor, yaran ağlıyor. Bağ ağlıyor, bağban ağlıyor. Ağlamayan yok adeta orada. Cansız eşyalar dahi 'biz de varız bu koroda' dercesine iniltilere iştirak ediyor ve iniltilerin yankılarından duvarlar ağlıyor, mermerler ağlıyor. Gece gündüz mefhumu birbirine karışmış, dualar geceleri gündüz aydınlığına çevirmiş, savaş haberleri gündüzleri gece karanlığına döndürmüş. Cehennem ateşini söndürecek iksir gözyaşları ceyhun olup akıyor gözü yaşlı, sinesi dertli, ıstıraptan iki büklüm o Kutlunun odasında. İşin özü, Bağdat'a atılan her bomba aslında buraya da atılıyor. Her kalbin üzerine küflü bir kama gibi saplanıyor.
Aslında bir ilk değil bu, belki son da olmayacak. 1989 Azerbaycan, 1991 Körfez, 1994 Bosna–Hersek –savaş mı, katliam mı ne derseniz deyin– olaylarında da benzer tabloları gördüm ben bu ocakta. Daha eskiler 1979 Afganistan ile Keşmir'den Çeçenistan'a, Doğu Türkistan'dan Filistin'e kadar hemen her hadiseyi ilave ediyorlar bu zincire.
Ama diyor ki O Kutlu tıpkı 89 Azerbaycan katliamında dediği gibi; "Ben yetmiyorum tek başıma yaptığım dualarla. "Bari bir dua" deyin imdadına koşun insanlığın. Zira dua külliyet kesbederse dergah–ı nezd–i ehadiyette hüsnü kabul görür."
Devam edelim isterseniz: "Duada esas olan herkesin deniz koylarında balık avlayan avcılar misali gece koylarında tecelli avına çıkması ve Rabbisini görüyor gibi dua etmesidir. Eğer bu ufuk yakalanabilirse zaman olur, an olur meleklerin sırtınızı sıvazladığını, duaya devam dediklerini işitirsiniz."
Bir hal midir bu, yoksa önüne perde konulmaz hayalin gücü ile söylenen mücerred bir söz müdür, bilinmez.
"Ümmet–i Muhammed'i sebeplerin güç ve kudretine öylesine inandırdılar ki Müsebbibü–l Esbap olan Allah adeta unutuldu, unutturuldu. Allah'a olan itimadı, güveni kırdılar. Bunun yeniden ihya edilmesine ihtiyaç var."
Zaman ve zemin bu ruhun yeniden ihyası için alabildiğine uygun şimdi.
"Keşke Kurtuluş Savaşı yıllarında ecdadımızın yaptığı gibi, âlem–i İslam çapında dua seferberliği ilan edilse, halk camilere dolsa, me'sur olan–olmayan dualarla adeta milyonluk koro halinde Dergah–ı Kadiul Hacat'a yalvarılsa ve böylece dua umumiyet kesbetse. Keşke! Ve yine keşke tıpkı yağmur dualarında olduğu gibi kadın–erkek, çoluk–çocuk hatta hayvanlar dahil bir araya gelinse, Rahmet–i Rahman'ı ihtizaza getirecek bir tablo sergilenebilse."
Belki bu ölçüde bir seferberlik haddimizi aşar ama bu olmuyor ve olmayacak diye bütün bütün terk mi edilmeli? "Hepsi idrak edilemeyen şey, bütün bütün de terk edilmez." İslami bir kaide değil midir?
"Duada insanın Allah'ı tazim ve tebcili ile insanlığın iftihar tablosuna salat u selam önce gelir. Ardından Allah'ın tüm istek ve arzularımızı karşılamaya gücünün yeteceğine sarsılmaz iman. Eğer bu iman yoksa dua büyük ölçüde bir anlam ifade etmez. Üçüncü perde kemal–i edeple arzuların ve isteklerin ortaya konmasıdır.. Allah'ı ta'zim tebcil ve Efendimize salat u selam ile perdenin kapatılması gerekir."
Bunlar da yapılan duaların kabulünün vazgeçilmez şartları.
"Duanın külliyet kesbetmesi diyoruz da işin aslına bakarsanız ağzı dualı bir insanın duası da yeter dünyadaki bütün zulümleri durdurmaya. Fakat o ağzı dualı Allah'ta fani olmuş birisi olmalı. Kendi teveccühleri kendine akseden birisi. Bir başka ifade ile O Kudreti Sonsuz'un teveccühlerini kendi teveccühlerinde bulan yada O'nun bakışlarını kendi bakışlarında yakalayan birisi."
Sözü uzatmaya gerek yok, şimdi dua zamanı.
- tarihinde hazırlandı.