İşte Hocaefendi Farkı: Dünya Değil, Ahiret Birincisi Olmak Mühim
Yaşayan En Büyük 100 Entelektüel anketinde Fethullah Gülen Hocaefendi dünya birincisi seçildi. Bir gün sonra da hakkında verilmiş bulunan beraat kararı onaylanarak suçsuzluğu kesinleşmiş oldu.
Bu iki mühim gelişmeden sonra kendisine sorular soruldu, tüm dünyada yankı yapan cevaplar alındı. Bu cevaplardan yerimizin aldığı kadarını sizinle paylaşmak istedim. Bakın Hocaefendi olayları ne kadar sakin ve ülke menfaatini esas olan ölçülerle değerlendiriyor, kendisinin birinci ilan edilişini nasıl hizmet arkadaşlarının fedakârlıklarının bir şahsa yüklenmesi olarak yorumluyor, her şeye rağmen kimseye dargın ve kırgın olmadığını, ülkeden ümidin kesilemeyeceğini nasıl ifade ediyor, birlikte okuyalım:
- İnsan başkalarının "birinci, ikinci, üçüncü" demesiyle birinci, ikinci, üçüncü olmaz; eğer bazı çevreler, bir insanı yerden yere vuruyor ve onu sürekli sıfırlıyorlarsa, işte o zaman onu belli numaralara yerleştirmeye kadirşinaslık nazarıyla bakılabilir. Ben, "Yaşayan En Büyük 100 Entelektüel" listesinin en üstünde yer almış olmamı, arkadaşlarımızın feragat ve fedakârlıklarla dolu hizmetlerine verilen değerin tek bir şahsa yüklenmesi olarak kabul ediyorum. Şahsım olarak pek de sevinilecek bir olay olarak görmüyorum.. Aslında biz bir yerde gerçekten seviniriz; Allah'ın huzuruna çıktığımızda bize "Giriniz emn-ü eman içinde cennete!.. " denilirse, işte orada hakiki sevinci ve mutluluğu duyarız. Ben arkadaşlara "çok sevinmeyin" dedim. Bu basit ve dünyaya ait bir mesele; sevinilecek, öyle hoplanacak zıplanacak bir mesele değil. Cenâb-ı Hak bizi, cennetine koyarsa, Cemaliyle gönlümüzü açarsa o zaman seviniriz... Esas "Cenâb-ı Hak bizi öbür tarafta tastamam sevindirsin" demeli. Bununla beraber, söz konusu anketi ve beraat kararını hafife de almıyorum; size hiçbir yerde yer tanımayanların karşısında küçümsenecek mesele de değildir.. Şahsa bakan yönüyle önemsiz olsa bile, umuma bakan yönüyle küçük değildir. Biz etten kemikten varlıklarız; dolayısıyla haziran fırtınasından ve mahkeme sürecinden etkilenmediğimi söylersem hilaf-ı vaki bir beyan olur. Ama Allah'a imanımız var. Evet, iman teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül de saadet-i dareyni netice verir. O iman sayesinde "Allah'ım var, bugünümü bütün bütün karartabilirler; ama yarın aydınlık!" diyebilir insan.
Mutlaka moral bozucu şeyler olmuştur. Belki bazı şeyleri Allah'a havale etme gibi şeyler de olmuştur; fakat, faydasız şeylere asla girilmemiş, telaşa kapılma olmamıştır.. Hazreti Pir'in dediği gibi, "Beni memleket memleket sürgüne gönderenlere hakkımı helal ediyorum, zindanlarda yer hazırlayanlara, idam sehpası hayal edenlere hakkımı helal ediyorum." Hak iddia etmeyeceğim. Fakat bu işlerin içinde bir Allah hakkı varsa; ben, dinimden dolayı bunlara maruz kaldımsa, Efendimiz'in yolunda, düşe kalka yürümeye çalıştığımdan dolayı bunlara maruz kaldımsa, din dedimse, Din-i Mübin-i İslam'ı gerçek çehresiyle aksettirmeye çalıştımsa; bundan dolayı da onlar bana takıldılarsa, orada Allah hakkı, Peygamber hakkı var, o beni aşar. O mevzuda bir şey diyemem. Yoksa kırk seneden beri aleyhimde yazan insanlar bile mahkeme-i kübrada karşıma çıksa "Ben bir şey istemiyorum." derim. İçimde hiç kimseye karşı hınç taşımıyorum! Bu son mahkemede olumlu karar verenler de hakkaniyetin ve adaletin gereğini yapmışlardır... O kadar tahribata ve o kadar baskıya rağmen, en azından medya yoluyla yapılan baskılara rağmen adaletin böyle tecelli etmesi, Türkiye'de hâlâ hak ve adalet hesabına hüküm verecek hâkimlerin bulunduğunu gösteriyor ve bu da ülkemiz adına hepimizi ümitlendiriyor.
- tarihinde hazırlandı.