Hocaefendi'yi Anlamak
Misafirlerimiz yeni gelmişti. Hatırlıydılar, önemliydiler, çoktan beri de görüşmemiştik. Karşılıklı memnuniyet içinde hasbihale yeni başlamıştık ki, STV'den Hocaefendi'nin sünneti, hadisi anlatan sesi yükseldi. Bambaşka bir konuşmaydı. Heyecanlandığımı hissettim ve hemen, izin isteme kararına vardım:
"Lütfen mazur görünüz. Ben arka odaya geçmek ve bu konuşmayı notlar alarak dinlemek durumundayım..."
Ev halkı dahi şaşırdı. Böyle bir durum daha önce vuku bulmamıştı. Misafirlerim konusunda ne kadar hassas olduğumu bilirlerdi.
Bu alışılmış bir vaaz değildi. İlmi bir konferansa benziyordu. Tarifte güçlük çekiyorum, daha fazla bir şeydi... Büyük bir tefekkür hazzı duyarak dinledim. "Belki ağır gelecek. Ama ilmin ve tefekkürün bu seviyesine ve üslubuna da alışmanız gerekir!" der gibiydi.
Programdan sonra ilmine ve basiretine çok güvendiğim nadir dostlarımdan biri telefon etti... "Dinledin mi?" "Dinledim". Ayni kanaati paylaşıyorduk. Dostumun ricası suydu: "Bu konuşmanın kasetini temin edebilirsek çok sevinirim."
20. asrin kendi karakterini oluşturup tamamlandığını farz ederek söylüyorum: Hocaefendi bir "21. asır dervişidir", bir "tefekkür çilekeşidir." "iste böyle olur" dedirten ve yapılamayan bazı izahlara cevap teşkil edici halini vasıflandırma gayretiyle bu tabirleri bilhassa kullanıyorum.
Muradımı biraz açıklamaya çalışayım...
Ahval-i zaman, öyle bir hayat tarzı icbarı halinde bir atmosfer gibi insanları kuşatır ki; şekvacı olan da bazı tesirleri üzerinde taşımaktan kurtulamaz. Dun böyle değildi. Bugün dervişlik çok zor! Dervişlik, "gönül adamı" olmanın safvetini yaşamaktır. Bir seciye, bir üslup halinde yasamak... Mefhumu budur.
Söylemek kolay. "Halk içinde Hak ile..." (Halvet der encümen, Sefer der vatan) Fakat, büyüyen imtihanlar dolayısıyla, uygulamak çok zor. Zaman değişti ve dahi tevil arayışları çok yoğunlaştı!..
"Vakit ve mecal yokluğu" şikayeti hayat tarzı icbarından etkilenmenin malum tezahürleri arasındadır. Bu aslında, insanin kendi kendisiyle bas basa kalmaktan kaçışının da tezahürüdür...
Hangi tevile sararsanız sarin, neticenin yaşanmasını önleyemezsin. Hayat tarzı icbarına yenik düşmenin veya onun tesirinde kalmanın zaruri neticesi; tefekkür yokluğudur, tefekkür kifayetsizliğidir. Manevi muayyeniyetin kaideleri size bu mahrumiyeti yaşatır. Kurtulamazsınız! Gönül adamı olmadan tefekkür yolcusu olunmaz. Bunu anlatabilmek için, birçok "usul" makalesi yazdığımı herhalde hatırlayacaksınız.
Hocaefendi, izahlarının içinde adeta hal diliyle en sarp meselenin izahını da izhar ediyor.
Son derece hassas bir ruha sahip. Fakat o hassasiyetinden, muhabbetimiz adına dahi şikayetçi olamayız. Hakkimiz yok. Onun gözleri yaşaracak, yüreği sıhhatini sarsacak; bütün bunlar yol nasibinin gereği... Dua ederiz de, "nasıl?"ini bilmeyiz. Allah bilir, onu da, her şeyi de bilir.
Ama anlamaya çalışmalıyız. Bunu yapabiliriz. Bunu yapamazsak, isimizi çok zorlaştırmış oluruz.
"Manevi nasip"le ilgili haksızlıklar, duyarsızlıklar, gayretullaha dokunur. Türkçesini söyleyeyim: Allah'ın gücüne gider.
Ne teselli etmek haddimdir, ne de tezkiye etmek. Ömrüm had bilmek çırpınışları içinde geçti. Allah'ın izniyle, bu turlu hatalara düşmem.
Ama yüreğimde bir sizi var... Bir tefekkür sızısı... Onun manasını, hem de bütün duygusallığımdan sıyrılmaya çalışarak, belirtmek ihtiyacındayım. Tefekkür emekçisi bir yazar olarak bunu görev bildim.
- tarihinde hazırlandı.