Çok Acele Bir Damla Gözyaşına İhtiyacım Var!

Erkekler ağlamaz ama gözyaşı kadının silahıdır derler. Doğrudur da. Kimi zaman kaburga kemiklerimi sızlatan kadınsı yanımdan bilirim.

Hevesle yenilen erkeksi yanımı kuşanmış kadınların, gözyaşlarımla zafer sarhoşluğunu tattıklarına şahit olmuşluğum vardır da ondan bilirim.

Haftanın altı günü, bir timsahın dişlerinden daha keskin kelimelerle, gündeme burgulu salto yaptıran dört köşe yazarın, Zagrep'teki otel odasının balkonunda, patronu için arabasının bagajında bulundurduğu şaraptan mutlaka bir doz daha düşük kalitede olması gereken şarabı yudumlarken, Irak'ta idam edilen Kürt gencine döktüğü gözyaşlarına aldanmaya hazır çocuksu yanımdan bilirim.

Altındağ'da fukaraya erzak dağıtan Oda Başkanı'nın, kameraların tepe lambalarıyla yakamozlanan gözyaşlarına kanmak üzere iken, kurgudan kaçıp ekrana yakalanan "Bu işi de hallettik." mırıltısıyla rant sırıtmasına öfkelenen damarımdan bilirim.

Kadınlar ve timsahlar ağlar, ama ne değeri vardır ki bu ağlayışın, akla mekr, câna zehr olmaktan başka?

Şunu da bilirim ki, erkek adam ağlar. Gözyaşı erkek adamın ziynetidir. Sükûtu kadar, hatta sükûtuyla dahi kıyas kabul etmez bahâda mücevherdir erkek adamın gözyaşı.

Ağlamayı severim. Kendimsiz kalabildiğim anlarda ağlamak da isterim. Fakat ağlamak nedir bilen erkek adamlar arasında ağlamaktan, onlarla göz göze gelmekten korkarım. Bilirim ki kendimi kandırmaya bile değecek kıymeti yoktur gözyaşımın.

* * *

Emirle denize attığı oltasına takılan her balık için döktüğü gözyaşları yüzünde yol açmış Balıkçı Salih Abi kadar erkekçe yaş dökmedikten sonra, neye yarar ki uğunmak?

Yolunuz düşerse Beylerbeyi Camii'nin bahçesindeki güllere bir bakın, yapraklarında hâlâ tazeliğini koruyan şebnemler görürseniz, bilin ki onlar, o güllerin abisi olan Balıkçı Salih'in, "Gece gündüz döne döne istediğim Hak'tır benim" diye başlayan ilahiyi, aşkdaşı Sebilci Dede'yi anış makamında söylerken düşürdüğü gözyaşlarıdır.

Eğilin ve o yaşlara gönül büyüteciyle yakından bakın. Tarihiyle, kültürüyle, ruhuyla bütün bir İstanbul'u göreceksiniz!

Küçücük sandalında emir demiri keserken İstanbul İstanbul ağlayan o ihtiyar balıkçının gözlerine sahip olmadıktan sonra, ne değeri vardır dökülen yaşların? Öylesi ağlayabilmek için, geride kalan felçli Havva'sını, ölümünden bir ay sonra, kendisi için açılıp yarım bırakılmış mezara koydurup yeniden koynuna alarak sonsuza dek Beylerbeyi sırtlarından İstanbul'u seyredecek kadar erkek adam olmak gerekmez mi?

Ben de İstanbul'u seyrediyorum ama gözlerim kapalı!

* * *

Gözyaşlarıyla meşhur, medyanın da peşinden koştuğu bir zât vardı. Sürekli ağlamaktan gözleri yumruk yumruk şişmişti. Bir meslektaş grubuyla akşam yemeği ayarlanmıştı o zât ile. Herkes bir yönünü merak ediyordu. Kimi nasıl oluyor da bu kadar insan, konuşurken sürekli ağlayan bu sulu gözlü, ıslak mendilli adamın peşinden gidiyor diye merak ediyordu. Kimi, hiç evlenmemiş bu adam âşık olmuş mudur acaba diye düşünüyordu. Kimi de peşinden giden insanlara açtırdığı okullarla kendisi nelerin peşindedir kim bilir diye sorguluyordu.

Bunlar benim umurumda bile değildi. Ben o gözyaşlarında aksini yakaladığım bir ismin merakındaydım.

"Ben gelmeyeyim" dedim yemeği ayarlayan meslektaşa. "Gelirsem dayanamam, bir soru sorarım, ağlatırım o zâtı!"

"Hadi canım, olur mu, hem bu kadar gazetecinin önüne ağlamaz herhalde." dedi. Gittim. Herkes bir şey sordu, merakınca, meşrebince, mesleğince, edebince. Sıra bana gelmişti.

"Özür dileyerek özel bir soru sorabilir miyim?" dedim.

"Estağfurullah, lütfen, buyrun." diye cevap verdi.

"Hazret-i Hamza ile aranızda ne var?"

Bir anda sarsılıp titrediğini gördüm. Yüzünün rengi bile değişti bir anda.

"Ben Hamza'yı çok severim!" dedi ve ağlamaya başladı, hem de ilk hecede. Herkes şaşırdı. Hamza'yı Çağrı filminden ya da işittiklerinden bilen ve o gece de bildiklerinden fazla bir şey işitmeyen meslektaşlarım, ismini duyar duymaz o zâtın niçin sarsıldığını değil, o soruyla ağlayacağını nereden bildiğimin peşine düştüler.

Nereden'in cevabı vardı bende, ama niçin'in cevabı yoktu.

Bilseydim eğer, o yumruk yumruk gözlere sahip olurdum. Aldırmazdım hiçbir şeye, bulunduğum ortama, karşımdakilerin niyetlerine, meraklarına, yorumlarına, yazılarına, müstehzi internet sayfalarına. Umurum olmadan ağlardım son nefesime dek!

O cevap yok bende. Sadece hissedip imrenebiliyorum.

Bir de...

Dünyanın hemen her ülkesinde karşıma çıkan okullarda, benim dilimde türkü söyleyen, benim milli marşımı okuyan, benim halayımı çeken, benim kolbastımla zıplayan renk renk çocukların bulunduğu sınıflarda, hep o zâtın gözyaşlarıyla karşılaşıyorum. Tarihteki en erkek adam olan "Hamza" anıldığı an gözlerinden süzülen her damlanın, bu okullarda birer tuğlaya dönüştüğünü görüyorum. O okulların duvarlarındaki tuğlaların, hakikatte birer gözyaşı damlası olduğunu görüyorum.

Hissim odur ki, benim gördüğümü Hamza da görüyor olmalıdır.

Hissim odur ki, o zât Hamza demeden daha, Hamza o zâtı anıyor olmalıdır.

Hissim odur ki, senin benim İstanbul'u seyrederken bile kör gözlerimizle bakıp, bir anlam veremeyince küçümsediğimiz o gözyaşları, Uhud Şehitliği'nde yatan Hamza'nın gözlerinden de süzülüyor olmalıdır.

Bilmiyorum...

Bilebilsem, sonsuza dek ağlamak isterdim!

"Erkekler ağlamaz!"

Fakat erkek adamlar böyle ağlar!

Böyle ağlayabilene bayram olsun!

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.