Demokrasi, Cemaat, Millet Meselesi: Herkes Değişecek, Asker de...
O cemaat, Türkiye'de modernlikle din arasında bağlar kurulmasını sağlayan en önemli harekettir. Asker bunu bile göremeyen bir yerde duruyorsa, Türkiye daha epey sıkıntı yaşayacak demektir… Ancak değişimin uzun bir süreç olduğu unutulmamalı. Bu süreçte herkes değişecektir, asker de…
Türkiye'de yeni dönem, mart sonunda yapılan yerel seçimlerle açıldı.
1,5 sene öncesine oranla yüzde 8'lik oy kaybına uğramış bir AK Parti…
Seçim öncesi ve sonrası gelen, ortalığı ve zihinleri karıştıran 11. ve 12. Ergenekon davaları…
En nihayet Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un Harp Akademileri'nde yaptığı "Yıllık Değerlendirme" konuşması…
Bu üçlü, yeni dönemin belirleyici yeni unsurları oldular.
En önemlisi bizce son unsurdur.
Zira asker-sivil ilişkileri ülkenin en çetrefilli sorunudur. Sadece siyasi istikamete, siyasi kararları kimin aldığına işaret etmez, aynı zamanda askerî vesayet şemsiyesi altında elit ile halk, din ile laiklik gibi bitmek bilmez tüm diğer çatışmalara kaynaklık yapan ana çatışmaya işaret eder…
Askerin konuşması bu açıdan önemlidir.
Her ne kadar bu tür konuşmalar, sistemin askerî rengini ifade edip pekiştirseler de, olanı ve yeni dönemi anlamamızı, askerin siyaset alanındaki varlığına yönelik nasıl bir strateji geliştirdiğini görmemizi sağlar…
Bu açıdan bakıldığında, İlker Başbuğ'un 14 Nisan günü Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmadan şu sonucun çıktığını söyleyebiliriz:
Türkiye değişirken, ordu da bir ölçüde değişmektedir. Bu değişim, özellikle askerin siyasi esneklik dozunun artması, kendisini bölgenin ve dünyanın koşullarına uyarlamaya çalışması çerçevesinde gözlenmektedir.
Bir örnek vermek gerekirse ve Başbuğ'un konuşması veri alınırsa, askerin Kürt sorununa yönelik bakışı ve tanımları, toplum içindeki kültürel başkalıklar meselesini algılaması, ulus tanımı, öz aynı kalsa bile, ayrıntıda oldukça farklılaşmış görünüyor…
Bu, asker açısından değişimin ilk nedeni, yapısal nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Evet, asker de diğer kurumlar gibi global bir değişim baskısının altındadır.
Değişimin ya da görüntüsünün ikinci nedeni konjonktüreldir. Şöyle:
Ordu, özellikle 22 Temmuz 2007 seçimleriyle birlikte siyasi itibarının örselendiği ve kışlasına doğru hareket etmek zorunda kaldığı bir sürece girmiştir. Askerin duyarlılıklarını aktarma vazifesini üstlenen yazarlardan Kışlalı bile vurguluyor bunu şu sözlerle:
"22 Temmuz seçimleriyle başlayan dönem asker için çok zor koşullar içeriyor. Bunun sebebi ise toplumun alışık olduğu konularda asker desteğinin alışık olunan ölçüler içinde verilememesi…"
Evet, konjonktürel açıdan bakıldığında Genelkurmay Başkanı'nın konuşması, "imajını tamire yönelik, odak hadiselere tepki vermeye açık, siyasi iktidarla çatışma ve gerilim politikasından uzak" bir ordu duruşuna da işaret etmektedir.
Ne demek bunlar ve göstergeleri ne? Açalım…
- Bir kere Başbuğ, ordunun karşı karşıya kaldığı koşul ve durumu dikkate alarak çatışmacı tavırdan uzak durdu. Askerin, cumhuriyeti koruma ve kollama işlevini diline dolamadı. Bu açıdan siyasi iktidarı uyarma işine girişmedi.
- Diğer taraftan eski asker konuşmalarıyla karşılaştırılacak olursa, demokrasinin değerlerine daha yakın duran bir dil benimsedi. Genelkurmay Başkanı'nın kültürel kimliklere olumlu bakışı, modern cumhuriyetin demokrasiyle mümkün olabileceğini söylemesi, bireysel haklarla ilgili olumlu yorumları, vatandaşlığı ve milleti Türkiye halkı diyerek tanımlaması bu duruşun kanıtları olarak değerlendirildi.
- Ve imaj tazeleme açısından asker arzu ettiği sonuca yaklaştı. Nitekim basının, hükûmete yakın ve uzak duran iki kanadı da bu konuşmadan memnun kaldı. Bir kesim askerin hep savunageldiği gibi modern ve müdahaleci olmadığının kanıtını gördü burada, diğer kesim AK Parti iktidarına yüklenmeyen, dinle barışık olduğunu söyleyen bir ordu anlayışının yeni bir dönemi ifade ettiğini, başlattığını varsaydı.
Her iki okumanın da okumayı yapanın siyasi arzuları ve duruşuyla yakından ilgili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Zira Org. İlker Başbuğ'un konuşması kimi yenilikler taşımakla, çatışmacı olmamakla birlikte (ki bunun nedenleri temel olarak yukarıda söylediğimiz gibi konjonktüreldir, ordunun imajını tazeleme ve kendisini onarma ihtiyacından ileri gelmektedir) ‘değişmezleri' çok olan bir konuşmaydı.
Değişmezlerden kasıt, ordunun kendisine, siyasete ve topluma bakışıdır.
Ve bakıştan hareketle her düzeyde ve her anlamda askerî vesayet mantığının devam etmesidir.
Bu bakışa göre, asker kendisine devlet içinde özerk ve geniş bir yer vermekte, Türkiye adına yapılabileceklerin ve yapılamazların sınırlarını belirlemeyi doğal rolü kabul etmektedir. Siyasi karar açısından askerin fleksibilitesinin (esnekliğinin) artması, sonucu ve kararları kimin aldığına dair ana yapıyı değiştirmemektedir.
Ayrıca içeriye yönelik olarak yumuşak ve farklılıkları benimsediğini ilan eden dile rağmen, asker ideal toplum tanımı da yapmakta, bu toplum içinde de kendi açısından kabul edilemezlere ve kabul edilebilirlere işaret etmektedir.
15 Nisan günü, sıcağı sıcağına bu açıdan şöyle bir değerlendirme yapmıştık:
Daha önceki konuşmalarından postmodernizmi en büyük tehlike olarak işaret edişini hatırladığımız Başbuğ, konuşmasında ‘modernist devlet ve toplum anlayışı'nı tekrar tekrar vurguladı. Aydınlanmacı felsefecilere referans vererek halk, görev, sorumluluk, dayanışmacı toplum tanımları yaptı. Ülke sorunlarını ise her modernistin yaptığı gibi temel olarak yerel dirençlere, yerel inançlara, modernlik dışı dindar tutumlara ve bölücülüğe bağladı.
İşte bu noktada Başbuğ'un konuşmasının en çok tartışılan kısmı karşımıza çıkmaktadır: Cemaatleri tehlike ilan etmesi, belli bir cemaati doğrudan hedef alması…
Bu aslında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yukarıda altını çizdiğimiz vesayetçi anlayışının değişmediğine ilişkin en önemli kanıttır. Zira askerin toplum tanımı, dine ve dindarlığa ilişkin unsurları barındırmakta ve bu konuda hâlâ dayatmacı bir üslubu korumaktadır…
Askerin siyasi esnekliği gelişebilir. Örneğin, Kuzey Irak'taki Kürtler konusunda ABD'nin varlığıyla birlikte resmî söylemini değiştirebilir, terör sorununu sadece silahla çözemeyince akla demokratik kimi değerlerini getirebilir.
Böyle olmuştur ve bunlar önemlidir.
Ancak asker kendi toplumuna ilişkin temel konularda, özellikle din ve dindarlık konusunda, cemaatler konusunda sabit fikirlerini korumayı sürdürdükçe, ülke için ciddi bir sorun kaynağı olmayı da sürdürecektir.
Nitekim sürdürüyor ve askerin son çıkışı bu açıdan garip çelişkiler barındırıyor.
Barındırıyor zira, askerin altını çizdiği o cemaat sosyolojik açıdan Türkiye'de dinin siyasallaşmasını engelleyen, modernlikle din arasında bağlar kurulmasını sağlayan en önemli harekettir.
Bir bakıma İslam'ın kendi içinden, Müslümanların kendi yaşam tarzlarından ileri gelen bir sekülerleşmenin ana damarıdır. Analizi daha da ileri götürmek mümkündür.
Söz konusu cemaat, Türkiye'nin global İslami hareketten, İslamcı evrenselcilikten kopuşunu, tekrar tarihsel anlamda, kendi kültür dokusuyla örülmüş İslami anlayışa dönüşünü ifade emektedir.
Genelkurmay Başkanı ve diğer sorumlular 19. yüzyıl kaynakları dışında bu konuda yapılmış çalışmaları okuyabilseler, kendi toplumlarının kimi gerçekleriyle yüzleşebilir ve rahatlayabilirler.
Asker bunu bile göremeyen bir yerde duruyorsa, zamana uyum sağlama süreci daha da uzayacak ve Türkiye daha epey sıkıntı yaşayacak demektir…
Ancak değişimin uzun bir süreç olduğunu unutmamak gerekir… Bu süreçte herkes değişecektir, asker de…
- tarihinde hazırlandı.