Diyaloğun Tarafları

Bir yazarımız –sanırım Taha Akyol–, yeni küresel dönemde "kültür"ün stratejik bir konu olduğunu yazdı. Bu konuyu yarınki yazımda ele almaya çalışacağım. İstanbul'da AB'yi ve İKÖ'yü bir araya getiren "Medeniyetler arası diyalog" toplantısı dolayısıyla bu konunun bir kere daha gündeme gelmiş olması önemlidir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, yıllardır bu satırların yazarı başta olmak üzere Türkiye'de dinler, kültürler ve medeniyetler arası diyalog konusu Müslüman entelektüel çevrenin ilgi alanı içinde olmuştur. Her üç konuda düzenlenen toplantılar ve bu toplantılarda yapılan tartışmalar kitaplaştırılmış bulunuyor.

Özellikle Fethullah Gülen Hocaefendi'nin çalışmaları ve bu alanda gösterdiği gayret hiçbir şekilde görmezlikten gelinemez. Esasında Hocaefendi gibi bir şahsiyetin gayreti olmasaydı kamuoyu nezdinde bu tür toplantıların meşruiyet bulması, ilgi toplaması mümkün olamazdı. Fakat ne garip ki, İstanbul'da düzenlenen toplantıda bu işte büyük emekleri geçen hiç kimse davetli değildi. Bu konuyu ilk göndeme getirdiğimizde bizi neredeyse "dine ve millete ihanet etmek"le suçlayanlar, baş köşeye kurulmuştu. Bu işin öncüsü Fethullah Hoca ise hâlâ ülkesinden binlerce kilometre uzakta yaşıyor.

Benzer toplantıların birinde sunduğumuz bir tebliğde belirttiğimiz üzere, ister "medeniyetler arası", ister "kültürler arası toplantılar" olsun, sonuçta konular "din"e refere edilmektedir. Bu açıdan her seferinde konu dönüp dolaşıp "dinler" veya daha doğru bir tabirle çeşitli "dinlere mensup insanlar arası diyalog ve ilişkiler"e gelmektedir.

Çünkü kadim beşeri bir etkinlik olan medeniyetin temel kurucu kavramı dindir. Ve mesela "Medine" zemininde teşekkül eden "medeniyet" ile "din" arasında anlamlı bir ilişki vardır. Bu da modern antropolojinin dayanak noktalarından birini teşkil eden hurafenin aksine, şehirler insanla kadim bir geçmişe sahip olup, neolitik dönemle birlikte ilk şehirlerin ortaya çıktığını öne süren hipotez –ki bu da topu topu 12 bin yıl öncesine dayanır– tamamen insan geçmişinin belli bir zihni çerçeve içinde kurgulanmasına dayanmaktır.

Yine Aydınlanma'dan sonra iddia edildiğinin aksine, medeni insan, dini hayatı mekanda somut davranış ve kurumlarla tezahür ettirme başarısını gösteren insandır. Bu açıdan "medeni insan" ile "medeni olmayan insan" arasındaki fark, "vahşilik ve barbarlık" değil, mekanın yerleşik düzenine bağlı olarak davranışları tayin eden normlar, kurallar ve kurumlar bütünlüğüdür. Dini hayatın yaşanması için mutlaka "medeni olmak" veya başka bir ifade ile "yerleşik ve düzenli bir hayat yaşamak" gerekmez; sonuç itibariyle kendi objeler dünyasında ve içinde bulunduğu fizik çevrede "bedevi" adı verilen konar–göçer insanlar da Allah'ın rızasını kazanacak ve dünya hayatının sınavını verebilecek durumdadırlar. Aksi olsaydı dini hayat sadece şehirlerde ve yerleşik hayat yaşayan insan toplulukları için geçerli olup, konar–göçer yaşayan insanlar ne muhatap alınırdı ne yapıp ettiklerinden sorumlu tutulurdu.

Böyle olmakla beraber, kabul etmek gerekir ki dinlerin döl yatağı şehirlerdir ve dini hükümlerin baskın karakteri şehir hayatının süren düzenekleri göz önüne alınarak teşekkül etmiştir. Bunun sebebi, insani hayatı belli bir mahiyet içine katmak üzere tebliğ edilmiş bulunan dinin, şehir/medeni hayatı insan daha layık bulup öngörmesi ve bu yönde belirgin teşvik ve yönlendirmelerde bulunmasıdır.

Bu anlatılanlardan ortaya çıkan şu ki: Kültür, salt beşeri ve dünyevi sınırlarla tayin edilmiş zihinsel bir algı; medeniyet, yerleşik hayata ve şehre ait bir form; din ise varlığın bütününü kuşatan bir mahiyettir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.