Fethullah Hoca'nın Profili
Fethullah Hocaefendi, İslâmî ilimlerden kolayca referanslar veriyor, belli bir usûl bilgisine sahip, İslâm tarihinin düşünce, ilim ve sanat mirasını biliyor. Bugünkü dünyanın aktüel sorunlarıyla da yakından ilgili. Dünya siyaseti, Türkiye'nin içinde bulunduğu durum, önümüzdeki dönemde Türkiye, bölge ve dünyanın alacağı muhtemel şekiller konusunda da bir vizyon geliştiriyor. Bu, bir aydın-ulema profili sayılır.
Yakın tarihimizde meydana gelen çok yönlü kırılmanın etkisini gösterdiği en önemli alanlardan biri sosyal önderlikte baş gösteren krizdir. Geleneksel bütün Müslüman toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da sosyal önderlik ulemanın elindeydi. Önce Tanzimat, ardından Meşrutiyet ve son olarak Cumhuriyet'le birlikte toplumun tabii önderleri ve devletin üç sacayağından birini teşkil eden ulema tasfiye edildi, yerine bir aydın sınıf ikame edildi. Bir Müslüman'ın ferdî ve sosyal hayatında ulemanın ne ifade ettiğine kısaca bakmakta yarar var.
Peygamber Efendimiz (sav), "Alimler peygamberlerin varisleridir" diye buyurur. Bu demektir ki, belli bir formasyona sahip alimler, peygamberlerin toplum hayatında gördükleri bütün fonksiyonları görmekle yükümlüdürler. Bu açıdan sosyal, kültürel, manevi ve siyasi önderliğin dinin kaynaklarına, bu kaynaklardan neş'et eden ilimlere vukufiyeti olan ve tabii en başta en çok Allah'tan korkan alimlerin uhdesinde olması lazım. Peygamber Efendimiz'in nübüvvet ve vahy alma dışındaki mirasını devam ettiren ilk dört seçkin halife hakikaten bu alanda başarılı örnekler oldular ve fakat Hz. Ali (ra)'nin şahadetinden sonra durumda bir değişme oldu.
Beni Ümeyye iktidarıyla birlikte alimler siyasi alandan tasfiye edildiler. Abbasilerin orta zamanlarına kadar alimlerin siyasi iktidara karşı ya aktif muhalefet (kıyam, kıyama destek) ya da zamanı beklemek (temekkün) veya sadece ümmetin manevi ve sosyal hayatını takviye etmekle uğraştıklarını söylemek mümkün.
Bu döneme kadar ulemanın genel prensibi, "sultanın sarayından ve zenginlerin sofrasından uzakta kalmak" şeklinde özetlenebilir. Ancak Harun Reşit zamanında önemli bir değişiklik oldu ve Ebu Hanife'nin gözde öğrencisi İmam Ebu Yusuf, Abbasi yönetiminde Adalet Bakanlığı yapmayı kabul etti.
Bu dönemden sonra bizim ulema geleneğimizin iki kola ayrılıp günümüze kadar geldiğini söylemek mümkün: İlki, verili siyasi toplum içinde yer alarak devleti ve devlet aygıtını denetlemeye çalışan resmi ulema; diğeri klasik dönemin tutumunu devam ettirip ümmetin sosyal ve manevi hayatını takviye edip ilimlerin, kültürel hayatın gelişmesine katkıda bulunmakla yetinen sivil ulema.
Osmanlı'da her iki kol da var. Ulema, Seyfiye (asker) ve Kalemiye (bürokrasi) yanında önemli bir etkiye sahiptir. Resmi toplumun önemli bir unsuru olmakla beraber ulema gücünü halkın desteğinden ve İslâm'dan almaktadır.
Cumhuriyet'le birlikte ulemanın yerine aydınların ikame edildiğini söylemiştik. Aydınlar ile ulema arasında şu farktan söz edilebilir:
1. Ulema, referansını Kur'an ve sünnetten, gelenekten alır; bilgi kaynakları İslâmî ilimlerdir; aydınların referansı aydınlanma düşüncesidir.
2. Ulema topluma doğal durumunda önderlik yapar, sosyal alandaki ilişkileri tanzim eder, manevi ve kültürel irşadda bulunur; aydınlar, toplumu dönüştürmek ister, bu yüzden halkla ve halkın kültürüyle daima başları derttedir.
3. İslâm'ın baskın geleneğinde ulema sivildir, resmî olsa bile gücünü devletten almaz, halktan ve dini formasyondan alır; aydınlar ise sırtlarını devlete, politik topluma dayamışlardır.
4. Ulema her yeni durumda bilgiyi yeniden üretmek, geliştirmek, aktüel ihtiyaçlara cevap vermek ve içtihatlar yapmak durumundadır. Bu en azından klasik dönem için böyledir. Aydınlar ise daima muhafazakardırlar, yeni düşünceler üretemezler, verili düşünceleri topluma benimsetmeye çalışırlar.
Bizim ulema geleneğimiz zaman içinde zayıfladı, bu yüzyılın başlarında da kesintiye uğradı. Bugünse İslâm dünyasında üç ayrı önderlik tipilojisiyle karşı karşıya bulunuyoruz:
a) Aydınların inisiyatifi ele geçirdiği yerler. Türkiye gibi.
b) Ulemanın tam bir inisiyatife sahip olduğu yerler. İran gibi.
c) Aydın-ulema karışımı yeni bir profilin ortaya çıktığı yerler.
Mısır ve Pakistan gibi. Türkiye'de mevcut durumda ulema, geleneksel fıkhı ve Arapça'yı iyi bilir, ama bunu günün aktüel ve maddi şartlarında üretme yeteneğine sahip değildir. Bu yönüyle sadece bir "nakilci"dir. Aydınlar ve bunların teknik düzeydeki türevleri olan bilim adamları da Batı'dan beslendikleri için "aktarmacı"dırlar. Aydınlar ve bilim adamları kendi toplumlarının ve tarihlerinin maddi ve kültürel gerçekliklerinden kopuk olduklarından, başka toplumların gerçekliklerine uygun geliştirilmiş düşünce ve bilim mirasını taşırlar. İslâm dünyasında toplum katında aydınların profilleri, rolleri ve fonksiyonlarıyla içselleştirildiklerini söylemek güç. Toplumun ma'şeri vicdanında ulemanın saygın bir yeri var. Ama ulema da kendisinden bekleneni fonksiyonlarını yerine getiremiyor. Bu durum yeni bir önderlik tipolojisinin doğmasına yol açmış bulunuyor. Bu da kanaatimce aydın-ulema karışımı diyebileceğimiz bir profildir. Bunun en tipik örneği Ebu'l-A'la Mevdudi olmalıdır. Rahmetli Mevdudi, bir ilim adamı titizliğiyle bir hadisi, senet ve metin yönünden kritik edebilirken, toprak reformu veya doğum kontrolü konularını da bir aydın gibi ele alabilmektedir. Bizim şimdilik böyle bir tipolojiye ihtiyacımız var. Yani bir yandan referansını İslâm'ın kutsal bir bağlayıcı iki kaynağı Kur'an ve sünnetten alacak, İslâmî ilimlere ve İslâm tarihine vâkıf olacak; öte yandan modern dünyayı, aktüel ve maddi gelişmeleri de yakından bilebilecek. Her ikisi olmadıkça eksiklik devam eder. Bizim geleneksel ulemamız hayattan kopuk, aydınlarımız ise İslâm'dan ve tarihten habersizdir.
Fethullah Hocaefendi'nin röportaj dizisini okurken bunları düşündüm. Hocaefendi, İslâmî ilimlerden kolayca referanslar veriyor, belli bir usul bilgisine sahip, İslâm tarihinin düşünce, ilim ve sanat mirasını biliyor. Bugünkü dünyanın aktüel sorunlarıyla da yakından ilgili. Dünya siyaseti, Türkiye'nin içinde bulunduğu durum, önümüzdeki dönemde Türkiye, bölge ve dünyanın alacağı muhtemel şekiller konusunda bir vizyon geliştiriyor. Bu, bir aydın-ulema profili sayılır. Hocaefendi'nin devlete bakışı, Orta Asya cumhuriyetleri, İran, Ortadoğu, Gümrük Birliği, Türkiye Müslümanlığı, milliyetçilik ve modern bilimin kullanımı ve kabulüyle ilgili düşünceleri konusunda şahsen benim bazı tereddütlerim var. Esasında bunlar, özellikle Müslümanlar'ın modern dünya, modernlik karşısındaki durumları ve almaları gereken tutum konuları yeterince tartışılmış sayılmaz. Belki tartıştıkça bu çeşitli tereddütlere yol açan konular daha bir vuzuha kavuşmuş olacaklar. Karşılıklı anlayış, hüsn-ü zan ve yardımlaşma ile bazı konuları tartışmaktan çekinmemek lazım. Bizim fakihlerimizin benimsediği prensip hepimize yol göstericidir: "Benim görüşüm yanlış ihtimali olan bir doğrudur." Hakikat Allah katındadır ve bizden bağımsızdır. Biz ona ulaşmak için çeşitli yollar deneyen arayıcılarız.
- tarihinde hazırlandı.