"Kendini Nefyetmek"
Geçenlerde bir zat, herkesin sabır ve metanet dilediği bir mihnet ortamında "Kendimi nefyetmek istiyorum." dedi. Bu söz bana çok dokundu. Ne demek istediğini çok az insanın anladığını zannediyorum.
Kimisi onu "bir tarikat lideri", kimisi "bir cemaat lideri" görür. Ona bu sıfatları verenlerin hemen hepsi "ne tarikat"ın, "ne cemaat"in hangi anlamlara geldiğini biliyor. Bir sosyal gruplaşma, ne zaman tarikat veya cemaat kimliğini kazanır, bu sualin cevabını doğru dürüst araştıran sosyologlarımız var mı? Kestirmeden cevap vereyim: "Yok!.." Kendimize soralım: "Bir insanin kendini nefyetmek istemesi" ne anlama gelir? Hayli zor bir soru. İsi sosyal bilimcilere bırakacak olursak, onları çok yabancısı oldukları bir tedrisata tabi tutmak zorunda kalacağız; hem de felsefe, kelam ve tasavvufun son derece karışık kavramlarını ve konularını ele alan bir tedrisata.
Peki, iş bu kadar müşkülken, "Eğer ben bu ülkeye zararlıysam yurdumu terk edip gideyim." diyen; ya da "Meramımı bir türlü anlatamıyorum; bazen kendimi nefyetmek istiyorum." diye şikayette bulunan bu zatı kim ve nasıl anlayacak?
"Neyf"ın bir manası, kişinin bir yerden sürülmesi, sürgüne gönderilmesidir. Kendini nefyetmek isteyen bir insan, kendini yasadığı şehirden (Nefy-i ani'l-beled) veya ülkeden (Nefy-i ani'l-vatan) sürgüne göndermek mi istiyor? Ya da "nefy hali"ni arzu etmek, içinde yaşadığımız objeler dünyasından bir bıkkınlık, bir bezginlik hali midir? Bazen dil yaresinden insan bezer, usanır. İntihara kadar giden yolu var bunun. Nitekim aynı zat, "Eğer dinimizde haram olmasaydı, belki de intihar etmeyi düşünürdüm." diyor. İnsan beyninin en derin tabakalarını akrep gibi kemiren bu düşüncenin gerisinde bir umutsuzluk yatmıyor; ruh tellerini burup burup sızlatan duygusuzluk karşısındaki çaresizlik halidir bu. Belli ki, çaresizlik bazen insanı takatten kesiyor. Hakli bir davayı, meşru bir meramı anlatamamanın üzüntüsü. İnsanların anlamaması, çoğu zaman anlamak istememesinden kaynaklanıyor. Vicdanlar nasır tutmuş ve kalpler katılaşmışsa, fehm körelmiş, şuur tıkanmış demektir. Görmeyen körlere, duymayan sağırlara, fıkhetmeyen kalplere çare var mi? Ne güzel demiş Fuzuli: "Kılardı cehl ile nefy-i hakayik-i eşya."
Allah'ın Son Elcisi ve en sevgili kulu "Ölmeden önce ölünüz." buyurmuş. Bu dünyanın mihnetinde "himmeti sadece Allah olanlar"a bir nefy olma tavsiyesi mi? Herhalde öyle olmalı. Zira, "ölmeden ölmek", fizik varlığı ortadan kaldırmak, intihar etmek değildir şüphesiz. Peki, simdi ve burada "ölmeden önce nasıl öleceğiz?" Eğer sufilerin kendilerini "fena fillah"ta yok etmeleri, ölmeden önce ölüm mertebesine ermek ise, biz kendimizi nasıl nefyedeceğiz? Allahu a'lem, ama bana öyle geliyor ki, bu asırda "fena fi'llah" ile "nefyolmak", himmette fena olmaktır. Nice seçkin Allah dostu var ki, şeriat, tarikat, marifet ve hakikat merhalelerinden geçtikten sonra, bu dünyanın mihnetine döndüler; ama dağ başlarına, orman içlerine kaçmadılar; kalpleri (Daimu'z-zaman) Allah'la beraber oldu, O'nun zikriyle çarptı, ama (Daimu'l-mekan) halk arasında yaşadı. Bunca merhaleden sonra bu dünyada olsalar dahi, kendi kendilerini nefyettiler. Onlara zorba ve facirlerin hiçbir zararı da dokunamadı. Çünkü Allah'ın inayetiyle zati şahsiyetlerine giydirilen marifet ve hikmet zırhı onları her türlü harici tasalluta karşı koruyordu. Kaldı ki onların asil cehd ve mücadeleleri kendi nefisleriyle idi. Kendi nefsini yenip dizginleyebilen, zaten nefy halinin ilk merhalesine adım atmış olur.
Hucviri der ki: "Dava nefsin benliği ve enaniyettir." Beşeri sıfatların nefyi, Hak'kın bekasını ispat ile olur. Bundan maksat Hak'kın irade ve ihtiyarini ispat suretiyle kulun irade ve ihtiyarini nefyetmektir. Dostluk ve muhabbet, sevgilinin ihtiyarini ve tercihini ispat ederek, sevenin ihtiyar ve tercihinin nefy edilmesidir. Kuseyri, bundan hareketle, "Belki de nefy, mahv sahibi olmaktır ki, arkasından ispat gelir," der. "Mahv, zahirden ve bedenden hataları, kalpten gafleti, ruhtan illeti mahvetmedir." Başka bir deyişle mahv, Hak'kın örttüğü ve sildiği; ispat Hak'kın açıkladığı ve açığa vurduğu şeydir. Aslında mavh ve ispatin hakikati İlahi kudretten sudur eder. Çünkü Kur'an-i Kerim'de buyurulmuştur ki: "Allah, dilediğini mahv, dilediğini ispat eder." (Ra'd, 13/39) Mahv olunmadan ispat olunamaz ve aslında kendini nefyetmek isteyen, ispat makamına adim atmış olur.
İslam büyük bir davadır. Çileli ve kahırlıdır. Bu davaya mensubiyet, kişinin kendi himmetinde kendini nefyetmesi halidir.
Diyeceksiniz ki, bunları niçin yazdın? Bilmiyorum. Ama dedim ya, bu söz bana çok dokundu...
- tarihinde hazırlandı.