Dünya Dinleri Parlamentosu ve Fethullah Gülen
Dünya Dinleri Parlamentosu (DDP) yüzyılımızın en büyük ve son toplantısını 1-8 Aralık 1999 tarihlerinde Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Cape Town şehrinde yaptı. Bilindiği gibi DDP ilk toplantısını 1893 yılında Chicago'da yapmıştı. İkincisini ise tam yüz yıl sonra 1993 yılında yine Chicago'da yaptı. Bu toplantıya çeşitli din ve inançtan 8000 civarında kişi katılmış ve Global Dünya Ahlakı Beyannamesi'ni kabul etmişti.
İnsanlığın Sorunlarına Çare Arayışları
DDP'nin başkanı Dr. Hovard Sulkin'in şu tespiti gerçekten önemliydi: 20. yüzyılın I. ve II. Dünya savaşlarının yanında irili ufaklı birçok savaşa sahne olduğunu, bu savaşlarda yaklaşık olarak 200 milyona yakın insanın hayatını kaybettiğini vurguladı ve şöyle devam etti: "20. yüzyıldaki bilimsel ve teknolojik gelişmelerin başta çevre sorunları olmak üzere birçok soruna sebep olduğu, bu nedenle insanlığın yeni bir yüzyıla girerken bir kez daha manevi geleneklere ve dine yöneldiği görülmektedir. 21. yüzyılın barış, hoşgörü ve sevgi yüzyılı olması için bütün dinlere ve bunların müntesiplerine büyük sorumluluk düşmektedir. Komünist Rusya'da bütün açıklığıyla görüldüğü gibi bir dini inancı şiddet ve güç kullanarak yok etmek mümkün değildir. Ayrıca tarihte yaşanan din savaşlarından da ders alarak, 21. yüzyılı medeniyetler savaşına sahne etmek isteyenlere fırsat verilmemelidir. Bu nedenle hepimize büyük görevler düşmektedir. Farklılıklarımızı koruyarak, manevi geleneklerimizden aldığımız güçle insanlığın sorunlarına çare, dertlerine derman olmalıyız."
Yeni Bir Dönüm Noktası
Cape Town'da yapılan toplantı bu nedenle çok önemliydi ve öyle görünüyor ki tüm dinler için yeni bir dönüm noktası oluşturacaktır. Burada alınan kararlar, tıpkı BM'nin kararları gibi tüm dünyaya ilan edilecek ve bunlara aykırı davranan veya bu kararları ihlal edenler uluslararası kamuoyu önünde kınanacak ve teşhir edilecek. Farklı dinlerden 6000'i aşkın kişinin katıldığı toplantının en önemli yanı ise sivil inisiyatif ruhuyla oluşmuş olmasıdır.
Toplantının Cape Town'da yapılmasının ise ayrı bir anlamı vardı ve Cape Town özellikle seçilmişti. Zira G. Afrika sadece insanlarının renginin kara olduğu bir ülke olarak değil, aynı zamanda yüzyılımızın en kara, diktatör, ırkçı ve baskıcı rejimlerinden birisinin iktidara geldiği bir ülke. Uzun yıllar insanlar renkleri, dilleri, ırkları ve dinleri nedeniyle gruplara ayrılmış ve ülkenin %13'ünü oluşturan ırkçı beyaz rejim tarafından yönetilmişti. G. Afrika'nın efsanevi lideri Mandela'nın 28 yıl hapis yattığı, ülkenin bir hapishaneye dönüştüğü düşünülürse, bu baskıcı rejimin niteliği daha iyi anlaşılır. Ayrıca insanlar beyazlar, melezler ve yerli zenciler olarak üçe ayrılmış; beyaz olmayanların beyazların oturduğu kesimlere ve şehrin belli bölgelerine girmeleri ise "izne" bağlanmıştı.
Ancak tüm bu zulüm ve baskılar insanların sahip olduğu inanç, insanlık onuru, insan hak ve hürriyetleri karşısında uzun sürmemiş ve 1994 yılında Mandela'nın cumhurbaşkanı seçilmesi ile son bulmuştur. İşte Dünya Dinleri Parlamentosu'nun burada toplanmasının temel esprisi de bundan kaynaklanmaktadır: Zor, baskı, terör ve şiddet ile insan hak ve özgürlüklerini ve dini inançları yok etmek mümkün değildir. Diğer yandan da dinlerin insanlığın barışı, huzuru ve yaşanabilir bir dünya için yapabileceği katkıyı tartışmak da toplantının temel hedeflerinden birisini oluşturmaktaydı.
Mandela: Beni inancım ayakta tuttu
Toplantıya katılan Mandela, dinlerin gücü konusunda çok çarpıcı tespitlerde bulundu. "Hayatım Mücadeledir" sloganıyla bilinen ve 28 yıl insan havsalasının alamayacağı tür ve yoğunlukta işkence gören ve çile çeken Mandela, "Eğer dini inancım olmasıydı bana yapılan zulüm ve işkencelere dayanamazdım. Mücadele ruhumun temel motivasyonu imanımdır. Başka bir ifadeyle, bugün bulunduğum yerde size hitap ediyorsam, bu, dini inancımın bir sonucu ve Allah'ın bir lütfudur. Böyle bir inanç olmaksızın yapılan insanlık dışı işkencelere dayanmak mümkün değildi. Nitekim, birçok arkadaşım böyle bir inanca sahip olmadıkları için, yıkılıp yok oldular." dedi. Mandela dinlerin rolüne ise şu tespitlerle dikkat çekti: "Bizler hapishanede iken dış dünya ile irtibatımız kesikti. Ancak Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi dindar insanlar ve gruplar bizi yalnız bıkmadılar. Onların sayesinde hapishaneden eğitilmiş insanlar olarak çıktık. Bu nedenle, 21. yüzyılın çatışmaların değil de barışın egemen olması gereken bir yüzyıl olması için dinlere ve dindar insanlara çok büyük görev ve sorumluklar düşmektedir. Bu bağlamda bu parlamentonun anlamı daha da büyümektedir."
Hocaefendi, Mandela ve Dalai Lama
Bu görüşleri toplantıya katılan herkes ayakta alkışladı. Mandela gibi ilgi toplayan bir diğer lider ise, dünyaca ünlü Tibetli rahip Dalai Lama idi. Dalai Lama özellikle Batılı gençlerin ve grupların ilgi noktasıydı. O da yeni milenyumda dinlerin yapacağı/yapması gerektiği misyona dikkat çekerek, dinler ve medeniyetler arası diyalogun önemini vurguladı. Toplantıya bizzat iştirak edemese de, gönderdiği mesaj ve tebliğlerle Mandela ve Dalai Lama gibi ilgi toplayan bir diğer şahsiyet ise muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi idi. Hocaefendi toplantıya bizzat davet edilmişti. Ancak hastalığı sebebiyle katılamadığı belirtildi. Buna rağmen, hem bir tebrik ve selamlama mesajı, hem de iki adet tebliğ göndermişti. Bunun anlamı, kanımca, Hocaefendi'nin bir yandan bu toplantıya diğer yandan da umumi olarak dinler ve medeniyetler arası barış ve hoşgörü çalışmalarına verdiği değer ve desteği göstermektedir. Bundan olsa gerek, hem mesajı, hem de tebliğleri büyük bir ilgiyle karşılandı. Zira Batı dünyası onu sadece ilham kaynağı olduğu irfan ve eğitim yuvası okullar ile değil, aynı zamanda başlattığı sevgi, merhamet, diyalog, herkesi kendi konumunda kabul, karşılıklı saygı, hak ve adalet temelleri üzerinde inşa etmeye çalıştığı "Barış ve hoşgörü" açılımlarıyla da tanıyor. Yine onun Papa ile görüşen ve Vatikan'da ağırlanan Müslüman bir alim imajı özellikle Batılıların hafızalarında yerini muhafaza ediyor. Hocaefendi'nin başlattığı ve sürdürdüğü tüm bu olumlu girişimlere rağmen ülkemizde bazılarının hala onu tanımamakta veya yanlış tanıtmakta ısrar etmesine rağmen, uluslararası camianın ona gösterdiği bu ilgi gerçekten dikkat çekici. Bu nedenle Hocaefendi'nin tebliğindeki bazı noktaların altının yeniden çizilmesi gerektiğine inanıyorum.
Hocaefendi'nin bu bağlamda dile getirdiği ilk tespit, parlamentonun yapıldığı bağlamı vurgularken, yeni bir bin yıla girerken, bunun tüm dinler için ifade ettiği anlama dikkat çekmesiydi: "Her atan şafak, her doğan gün, her gelen bahar gibi, insanlığın tarihinde her bir asır ve her bir bin yıl, yeni bir başlangıç, yeni bir ümit demektir. Bu itibarla da insanlar, irademiz dışında devredip duran zamanın çarkları arasında, bilhassa bunalım anlarında hep şafak tazeliğinde bir nefes, hep yeni bir hayat soluğu aramış ve bir beşikten adım atma kolaylığında, karanlıktan ışığa çıkma ümit ve ümniyeleri içinde olmuşlardır.
İlk atamızın, taşıdığı İlahi san'at, ontolojik mana ve ifade ettiği değer açısından, uçsuz-bucaksız görünen göklerle bir tutulan ve Kur'an-ı Kerim'de göklerle birlikte anılan yeryüzüne ayak bastığı günden bu yana ne kadar zaman geçtiği, insan açısından, en azından şimdilik sadece bir tahminden öteye gitmemektedir; öyle görünüyor ki, gitmeyecektir de. Fakat, ölçü aldığımız takvim itibariyle Hz. İsa (as)'dan sonra üçüncü milenyumun kapısında bulunuyoruz. Gerçi zaman, fertlerin onu hissetmesi zaviyesinden olduğu gibi, içinde bulunulan varlık buudu, kainat okyanusunda yer alan mevki ve konum itibariyle de helezonik bir izafiyet içinde dönüp durmaktadır. Bu sebeple, mana ve taşıdığı tarihi, içtimai değer açısından bir halden diğer hale, bedeviyetten medeniyete, imandan hayata, ferdiyetten içtimailiğe geçiş demek olan Hicret İslam'da takvim başı kabul edilmiş olmakla birlikte, günümüzde beynelmilel bir hüviyet kazanmış bulunan zaman ölçüsü noktasında dünya, yeni bir bin yılın eşiğinden adımını atmak üzeredir. Evet, bu noktada da bir izafiliğin söz konusu olduğunu vurgulamakta yarar var. İnsanlığın tarihinde, bir asra ölçü kabul edilen 100 yıl gibi, ortalama insan ömrünü esas alan 60 yıl ölçekli asır telakkisi de üzerinde durulacak bir husustur. Meseleye bu zaviyeden yaklaşıldığında, Hz. İsa (as)'dan sonra dördüncü milenyumun, Rasulullah Efendimiz (sas)'in hicretlerinden itibaren de üçüncü milenyumun çoktan içinde bulunuyoruz. Beri yanda, 100 yıllık asır ölçüsüne göre, Musevi takvimi açısından sekizinci milenyumu çoktan yarılamış durumdayız. Hindu tarih çizgisinde ise, "Kali Yuga" dönemini yaşıyoruz. Bilhassa Batı dünyasında, bu üçüncü bin yılların hamil bulunduğuna inanılan ürkütücü hadiselerin ruhlarda şimdiden meydana getirdiği ürperti açısından bu hususu özellikle zikretmek istedim." Mandela'nın, yukarıda zikrettiğimiz "Eğer dini inancım olmasıydı, bugün burada olmazdım." sözleriyle vurguladığı imanın ve inancın önemine Hocaefendi'nin de şu ifadelerle dikkat çektiği görülmektedir:
İnsan Ümidin Çocuğudur
"İnsan, daima ümitle yaşar; o, ümidin çocuğudur. Ümitleri söndüğü anda, onun hayatı da, fiziki olarak devam bile etse, artık sönmüş demektir. Ümit ise, inanmakla mebsuten mütenasip(doğru orantılı)tir. Nasıl bir yılın içinde kış mevsimi dörtte birlik bölümü teşkil ederse, aynen bunun gibi, fertlerin hayatında da, toplumların hayatında da kışa tekabül eden dönemler daima azdır. İlahi icraatın çarkları öylesine muhteşem ve bir anda hem bütün varlığı, hem de ayrı ayrı her bir varlığı kuşatan Vahidiyet ve Ehadiyet televvünlü hikmet üzerinde döner ki, nasıl her bir günde gece ile gündüzün deveranı insana sürekli ümit soluklatır ve ruhuna hayat üfler; her bir yıl, bahar safiyet, yaz olgunluğu ve buruksu sonbahar neşvesi içinde kışa merhaba dedirtir; öyle de, topyekün hayatın çarkları da, gerek fert planında, gerekse milletler ve bütün bir insanlık planında şafak, bahar ve yaz beklentileri, kışın karlarına tebessüm ettirir. Bu hikmet odaklı "eyyamullah" deveranı, iman, basiret ve gerçek duyabilme hassasına sahip bulunanlar, bir başka ifadeyle, gönülleri hüşyar, kalb gözleri açık ve kulakları perdesiz olanlar için, asla korku ve bedbinlik değil, sürekli bir tefekkür, tezekkür (hatırlayıp, düşünüp ders alma) ve şükür menfezidir. Nasıl gündüz gecenin bağrında gelişiyor, nasıl kış, bahara döl yatağı olma vazifesi görüyorsa, aynen bunun gibi, hayat da, bu deveran içinde tasaffi eder, olgunlaşır ve kendisinden beklenen meyveleri verir, bu deveran içinde insanın yaratılışında mekni isti'datlar birer kabiliyet haline gelir; bir gül gibi yaprak yaprak açılan ilimler, zaman tezgahında teknoloji dokur ve zamanın ilerlemesine paralel, insanlık, kendisi için mukadder neticeye adım adım yaklaşır."
Dünyadaki belli başlı tüm dinlerin temsilcilerinin katıldığı ve 21. yüzyılda insanlığın karşı karşıya bulunduğu problemleri çözmede dinlerin yapacağı/yapabileceği katkının tartışıldığı toplantıda, Hocaefendi yapılması gerekenleri ise kısaca şöyle özetledi: "Yapılması gereken, ne realitelere gözü kapamak, ne de onları kendi haline bırakmaktır. Varlık içinde, Allah'ın bütün sıfat ve esmasına ayna, bütün icraatına medar olma şerefiyle mümtaz, dolayısıyla, yeryüzünü O'nun adına imar vazife ve mükellefiyetiyle serfiraz bulunan insan, eğer yaratılış ve Yaratıcı'ya bakan yanı itibariyle mutlak hayır, oluş keyfiyeti, bazı neticeleri ve insana bakan bazı yanlarıyla şerlerle sermeşk hadiselerdeki hikmeti göremezse, insanların çoğu zaman düştüğü ve yüzyılımızda en "görkemli" ifadesini Varoluşçular'da bulan ye's ve bedbinlikten kurtulamaz.. onun için hayat manasız bir süreç; varlık, anlamsız bir boşluk; saçmalık yegane kriter, intihar bir değer; ölüm de tek ve kaçınılmaz gerçek halini alır. Bu bakımdan, tarihin motorunun çarklarının bir ucuyla insana bağlı bulunduğunun kabul ve şuuru içinde, bir yandan beşeri ve hayata ait realiteleri görmek ve tam tespit etmek; diğer yandan, ilk günden beri değişmeden var olan, değişmeyecek de bulunan iman kaynaklı evrensel değerler manzumesi temelinde ve ötelere, hayatın asıl kaynağı ve neticesine dayalı maksat ve idealler istikametinde bu realitelere yön vermek, hem insan olmanın gereğidir, hem de hayatı ümit, aşk, heyecan, vecd ve neşe yörüngeli sürdürebilmenin yegane yoludur."
Dinler arası diyalog ve hoşgörü çalışmalarının insanlık için ifade ettiği anlam ve önem ise şöyle ifade edildi:
"Öyle inanıyor ve ümit ediyorum ki, yeni milenyum, Batı'daki korkulduğunun aksine, en azından önceki asırlardan daha mutlu, daha adil ve daha merhametli bir dünya vaat etmektedir. Evet, aynı kökten geldikleri, aynı temel esaslara sahip bulundukları, aynı kaynaktan beslendikleri halde, asırlarca rakip dinler olarak yaşamış bulunan İslam, Hıristiyanlık ve Musevilik arasında başlayan, hatta eski Hint ve Çin dinlerini de içine alacak şekilde gelişen diyalog teşebbüslerinin olumlu neticeler verdiği müşahede olunmaktadır. Yukarıda bir nebze temas edildiği gibi, global bir köy halini alan dünyamızda bu diyalog mecburi bir süreç olarak gelişecek ve sözü edilen büyük din mensupları, mutlaka birbirleriyle yakınlaşma ve yardımlaşma yollarını bulacaktır."
Hocaefendi din-bilim çatışmasının bile cazibesini yitirdiğine ve her ikisi arasında daha olumlu bir havanın oluştuğuna dikkat çekerek, bunda Risale-i Nur anlayışının önemli rolünün altını ise şöyle çizdi:
"Önceki asırlar, temelde insanı Allah'a götüren ışıktan merdivenler mecmuu olup, tarihi süreçte Kur'an, İncil, Tevrat şeklinde tecelli eden Kelam sıfatının İrade ve Kudret sahasındaki tecellilerinden ibaret bulunan tabiatı ve mikro planda da insanı inceledikleri için, dinle çatışması, çelişmesi mümkün olmayan bilimlerin pozitivist ve materyalist bir inkara yol açtığına acı acı şahit olmuş ve bundan, en fazla da Hıristiyanlık müteessir olmuştur. Bu sahada gerek Hıristiyan ilahiyatçı ve bilim adamları, gerekse Müslümanlar tarafından yapılan çalışmalar, bilhassa Nur Risaleleri'nin meseleyi fevkalade ele alıp, bir çözüme kavuşturmuş olması, öyle ümit ediyorum ki, bu kaç asırlık din-bilim kavgasına bir son verecek, en azından, bu kavganın lüzumsuzluğunu tescil edecektir."
Görüldüğü gibi, barış, hoşgörü, farklılıkları kabul etme ve beraber yaşama kültürü tüm dünyada büyük bir kabul görmektedir. Çıkar ve dünyalıklarını kavga, cedelleşme, soykırım ve savaşlarda görenlere inat, insanlık yeni bir bin yıla barış, huzur, adalet içinde girmek istiyor. Silahlanma, çatışma ve savaşlara ayrılan milli gelirlerin ve paraların ise, başta eğitim, sağlık, fakirlik ve çevre olmak üzere, herkesi ve hepimizi ilgilendiren sorunların çözümüne ayrılmasını talep ediyor. En sevindirici nokta ise, dini ve inancı farklı kişilerin ve toplulukların bu konularda iş birliği yapması ve beraber çalışma iradesini göstermesidir. Gelecek yüzyılın, yüzyılımızdan daha iyi bir yüzyıl olmasını ummamak için hiçbir sebep yok.
Parlamentonun Temel Hedefleri
Dünyanın karşı karşıya bulunduğu sorunları çözmede dinlerin, özellikle de semavi dinlerin beraber hareket etmesini sağlamak, Toplumlarda dini ve manevi değerlerin güçlenmesi için gerekli işbirliğini yapmak, Dinlerin birbiriyle uğraşmasını veya birbirini kötülemesini bir kenara bırakarak dini ve manevi değerleri küçümseyen ve dışlayan ideolojilere karşı işbirliği yapmak,
Uyuşturucu, AIDS, alkol bağımlılığı, boşanmalar ve ailenin parçalanması, cehalet, fakirlik, açlık, adaletsizlik, savaş ve etnik çatışmalar gibi sorunların çözümünde işbirliği yapmak.
Dinin siyasal veya herhangi dünyevi bir amaç için kullanılmasını engellemek,
Kadınların, eğitim başta olmak üzere, her tür haklarının korunmasını ve geliştirilmesini sağlamak, İnsan hak ve hürriyetlerinin, özellikle de din ve vicdan hürriyetinin, temin edilmesi ve korunması için çalışmak. Ayrıca bu hak ve hürriyetleri sınırlayan her tür zihniyet ve oluşumla mücadele etmek..
- tarihinde hazırlandı.