Andıçlar Gazeteciler Gerçekler...
Bir aya sıkıştırılmış öyle olaylar yaşandı ki; dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde böyle bir manzaraya rastlanmaz. Bu durumun hiç kimseye faydası yok; askere de, sivile de, demokrasiye de faydası olmadığı aşikâr. Son andıç olayı bir fecaat.
Bütün basın mensupları, fişlenebilir mi? Demek ki olabiliyormuş. Bütün gazetecilerin karşısına TSK karşıtı ya da TSK yanlısı yazılabiliyormuş. Bu kadar basit mi her şey? Tabii ki hayır. Ancak görünen o ki 28 Şubat'ın hatalı uygulamaları belli bir oranda devam ediyor. "Post modern darbe" döneminde -her olağanüstü dönemde olduğu gibi- akıl dışı, kural dışı, hukuk dışı uygulamalar yapıldı. Gerçek şu ki ne bugünkü TSK o dönemin hatalarına mahkûm olmak zorunda; ne de Türkiye o anormal günlere saplanıp kalmak mecburiyetinde.
Nokta dergisi bu haftaki sayısında yeni bir sayfa daha açtı. Küçük bir bölümü daha önce medyaya sızan emekli Oramiral Özden Örnek'in günlüğünü genişçe yayınladı. İlk haberler çıktığında emekli Kuvvet Komutanı Örnek, günlüğün kendisine ait olduğunu, önce yazıp daha sonra sildiğini ifade etmişti. Nokta'nın yayınladığı geniş bölümlerde ise insanı şaşkına çeviren iddialar var. Paşa'nın notlarında o kadar ayrıntı ve o ayrıntı içinde isim, mekân, zaman gerçekliği var ki, okuyanlar hayretler içinde kalıyor.
Darbe günlüğünden satırbaşları...
İddialara göre 2004 yılında Türkiye iki kez darbe tehlikesi atlatmış. Notlarda ince teferruat var. Darbelere verilen kod adlar, şahıslara ve kurumlara atfedilen şifreli isimler, darbe yapılıp yapılamamasına dair kapalı kapılar arkasında yapılan konuşmalar. İnsanların tebessümle ya da şaşkınlıkla izleyeceği bilgiler de bulunuyor notlarda. Mesela Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök için "yetim" denmesine şaşırdım. Yakışıksız bir benzetme. Neyse ki Başbakan'a "Gemi Aslan'ı" demişler. Yalnız milletvekilleri "tayfa" benzetmesine maruz kalmış; ne demekse? Cumhurbaşkanı Sezer için "Yörük" denmesi ilginç. Borsa'ya "kahve" denmesi komik. ABD'ye "sırtlan", AB'ye "çıyan" benzetmesinin yapılması "ulusalcı" jargonu çağrıştırmıyor değil. En şaşırtıcı olan yine bizim medyaya düşmüş: "Karanlık Doğan". En tuhaf kodlama devlete dair: Sarı öküz. Birisi böyle bir benzetme yapsa, devlete hakaretten dava açılır herhalde.
İşin şakası bir yana; 2004'ün darbe planlayıcısı olmakla suçlanan emekli Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'dan makul ve makbul bir açıklama gelmedi. Oysa TSK'nın imajına ağır bir darbe vurdu Eruygur. Örnek Paşa onun için "Darbe fikri onda saplantı haline gelmişti" diyor. Bugünlerde sivil toplumcu kesilen Eruygur'un "saplantı haline gelen" düşüncelerinden vazgeçip geçmediği de bilinmiyor.
Özden Örnek'in günlüğünde yer alan şu cümleler çok önemli: "Önce basını ele geçirmeye çalışacaktık, sonra rektörler ile temas edip öğrencileri sokağa dökecektik, sokaklara afiş astıracaktık, dernekler ile temas edip onları da hükümet aleyhine teşvik edecektik..." İşte bu satırlardan sonra bir miktar durup düşünmek gerekiyor. Mesela "basını ele geçirmek" ne anlama geliyor?! Geçmişe yapılan ibretli bir seyahat yeterince ipucu veriyor aslında. Basını ele geçirmek demek, basına bilgi sızdırmak, bu bilgiyle yönlendirme yapmak, hedef saptırmak, olayları karmaşık ve çözülemez hale getirmek vs. demektir.
Zaten günlükte bu konunun ayrıntısı veriliyor. Mesela Ankara temsilcileri ve patronlar Jandarma tesislerinde akşam yemeğine alınıyor ve mesajlar veriliyor. Eski bir dışişleri bakanı, tesisleri ziyaret ediyor. Andıçlarda adı "duayen gazeteci" diye geçen bir beyefendinin ziyaretini yine günlüklerden öğreniyoruz. Komplo teorileriyle meşhur bir adam karmaşık teorilerini askere bizzat ve bilfiil tercüme ediyor örneğin. Ve yine öğreniyoruz ki patronunun askerlik problemini çözmek için gelip tekmil veriliyor, televizyonuna bağış kopartmak için hazırolda bekleniyor. Çok sayıda gazetecinin adı dolaşıyor ortada. Neden?
Tabii ki gazetecilerin askerî yetkililerle görüşmesinde bir mahzur yok; ancak tek şartla: "Basını ele geçirme" planının bir parçası olmayacaksın. Yani, kulağına fısıldanan her lafın taşıyıcısı, gösterilen her hedefin imhacısı sanmayacaksın kendini. Andıç meselesi ortaya çıktığında "yok canım bunlar andıç değil, bilgi notları" diyenler ve olayı hafife alanlar birkaç gün önce ibreyi başka bir hedefe çevirdi. Çünkü genelkurmay askeri savcısı andıcın varlığını doğruladı; ancak bu bilgilerin çalındığını; hatta daha sonra Amerika'ya gönderildiğini açıkladı. Tabii bazı gazeteciler bunun üzerine de büyük bir iştahla atladı. Oysa soruları önem sırasına göre dizmek gerekiyordu. Bir: Niçin bütün medya mensupları fişleniyor? İki: Bu fişleme suç değil mi? Üç: Çalan adamı bulmak çok zor mu ki ortaya bir laf atılarak yeni şüpheler oluşturuluyor? Dört: Bu bilgisayar uzmanı adamlar (!) çalmayı gizlice yapıyor da "postalama"yı niye acemice ve ahmakça yapıyor? Beş: Bizim gazeteler aynı anda "şifre çözücüsü" kesilip bir konuyla ilgisi olmayan insanları niçin hedef gösteriyor?
F tipi örgütlenme mi demiştiniz?
Soruları çoğaltmak mümkün; ancak bazıları için ne derseniz deyin değişecek bir şey olmayacağı ortada. Bugünlerde moda "F tipi yapılanma" adı verilen "Ankara Jargonu". Ortada fiili bir suç mu var, adam bunu araştıracağına "bu bilgiyi sızdıran" diye başlıyor ve yalan-yanlış bilgilerle hedef saptırıyor. Kardeşim sen önce Anayasa suçu olan fiili tespit et, sonra kim ne fısıldıyorsa kulağına, git onu araştır. Daha önce de böyle şeyler yaşandı. Psikolojik harp tekniklerinin üstatları, biraderlerine bayat bir propaganda yapmayı emrediyor anlaşılan.
Asker-sivil ilişkisi gündeme geldiğinde F tipi örgütlenmeden söz edenler büyük bir yönlendirmenin esiri durumuna düşüyor. Çünkü ortaya kamuoyunu yönlendirmeye yönelik büyük bir yalan atılıyor. Bir çeşit örgütlenmeden bahsedenler "F"den önce alfabede yer alan harfleri baştan sıralamak zorunda kalabilir. Birileri çıkıp bir gün "A tipi bir örgütlenmeden" söz edebilir. Nitekim Hasan Celal'in buna dair açık ifadeleri, ithamları var. Biri de çıksa Türkiye'de "B tipi bir örgütlenme var, Yeniçeri'den beri bu damar devam ediyor" dese ne dersiniz? Mesela son günlerde adından çok söz ettiren "tehlikenin farkında" olduğunu iddia eden kışkırtıcı yapıyı birileri çıkıp "C tipi örgütlenme" diye isimlendiremez mi? Çünkü C harfinin çatısı altında toplanan bir zümre her cuntacı hamlenin içinde operasyonel görev alıyor. O yüzden birileri kalkıp C tipi örgütlenmenin başkalemşorü B tipi örgütlenmenin de başıdır deyiverse ne yapacaksınız? "Al gülüm ver gülüm" çerçevesinde yapılan "medyatik" Ankara görüşmelerine binaen de biri çıksa "Bu da D tipi örgütlenme" dese ne cevap verirsiniz? Bunun sonu var mı Allah aşkına!
Bence bu söylenenlerin hepsi ayıp, hepsi kayıp. Çünkü bilgi zehirlenmesinin bile bir insaf ölçüsü olmalı. Ankara'da nefes almayı bile zorlaştıracak bir hava estiriliyor. En makul gazeteciler bile yalan bilginin, yanlış duyumun esiri olabiliyor. Birileri, bazı kurumlarda yaşanan iç çekişmelerin faturasını suçsuz-günahsız insanların üzerine yıkmaya çalışarak muğlak nitelemelerin gölgesine sığınmaya çalışıyor. Aynı bilgi kirliliği içinde "hükümetle kavga" senaryolarına başvurarak "wishful thinking" (inanmak istediği şeye inanma) pozlarına giriliyor. Şayet bütün bunları safdillikten dolayı yapıyorlarsa bir şey diyemem; ancak bilgi kirlenmesinin parçası haline gelmek tarihe yanlış not düşmektir; bunu hatırlatmakta (en azından bir meslektaş olarak) fayda görüyorum. Zira bu kadar toz-dumanın arasında kamuoyu, gerçeklerin künhüne asla vâkıf olamaz. Çünkü medyaya yansıyan örtülmüş, kirletilmiş, çarpıtılmış bilgilerin tarihe doğru not düşmesi de mümkün değil, maşeri vicdana mâl olması da.
- tarihinde hazırlandı.