Pravda'nın Son Tükeniş Hamleleri
Söyleyecek sözü kalmamış gazetelerin ne yapacağı hiç belli olmaz. Çünkü onda tükenişin öfkesi vardır daima. İçten içe depreşen, depreştikçe kendini yiyip bitiren bir kindir bu. Gücünü, düşman saydığı kişilere saldırmaktan almaya, yıkılışını geciktirmeye çalışır. Yeni bir projesi yoktur hezeyan medyasının; tıpkı insanlığa vaat ettiği bir gelecek olmadığı gibi... Tek bir seçenek kalmıştır yıkılmamak için: Yeni düşmanlar üretmek, bir zamanlar ürettiği düşmanlığı diri tutmak...
Bir dönem elde ettiği zoraki tirajla on milyonları aşmış meşhur Pravda can çekişiyor. Haftada birkaç gün ve birkaç bin satacak hale geliyor. Çöküşün sebebi belli: Ortada komünizmin ne ateşli taraftarı kaldı ne de insanlığı cezbeden vaatleri. 90'lı yıllar, komünizmin gümbür gümbür yıkıldığı zaman dilimiydi. Tabii ki komünist medya da çamlar, çınarlar gibi devrilip gitti. Bir zamanlar kalplerde ürperti hasıl eden heybetli görüntüsünden eser kalmadı. Türkiye, bu köklü değişimi tam yaşayamadı. Evet, sol, siyasi platformda ağır darbeler aldı, sandıktan iflah etmez tokatlar geldi. Sosyal değişimin çarkları sosyalist kimliğin yakasına yapıştı ve onu epey hırpaladı. "Hayatın gerçekleri" diye avuntuya kapılan kitleler, yeni kimliklerinin sermaye safında yer almasına kısa zamanda alışmak zorunda kaldı...
Komünizm efsanesi çökerken yaşanan dramatik akıbetin ülkemizdeki son halkası basındı. Gecikmiş bir çöküşün emareleri, içerden de hissediliyor olsa gerek ki 'Yerli Pravda' her geçen gün biraz daha hırçınlaşıyor. Kolay değil tabii; ıkınacaksın sıkınacaksın 50 bin okuru aşamayacaksın. Üstelik gazete içindeki kavga her geçen gün büyüyecek, meslek kuruluşlarının gündemine yansıyacak, yeni bir gazete ihtiyacı ortaya çıkacak, iki-üç kuşaktır bu gazeteye gönül verenler bile cahilce yapılan muhalefet anlayışına anlam veremeyecek, ekonomik gerçekler yeni patronların kucağına itecek...
Belki de sadece acımak gerekiyor bizim Pravda'ya. Asıl Pravda'ların, başına ne geldiyse onun tahakkuk etmesini beklemek gerekiyor da olabilir. Halktan, aydından, özgür düşünceden koptukça tel tel dökülmesini, zerre zerre erimesini beklemek de gerekebilir.
Ancak varoluş nedenini kaybetmiş bir gazetenin ne halt edeceği, kime sataşacağı, hangi yalan ve iftira yollarına başvuracağını tahmin etmek güç değil. Bu, yüzme bilmeyen ya da yüzerken nefesi tükenen insanların durumuna benzer. Boğulma telaşıyla kendine yardım etmek isteyenleri de alır, dibe çeker; hem batar hem batırır...
Hakkını teslim edelim; Yerli Pravda bir zamanlar yeni bir şeyler söylüyordu. O sözler genç devrimciler için de cazip geliyordu, entelektüeller için de. Ne var ki Türkiye değişiyor; tıpkı dünyamız gibi. Bu değişim sürecini 1917'lerden derlenen söylemler karşılamıyor artık. Hal böyle olunca kıvranıp duruyor Pravda. Bir gün "Genç subaylar tedirgin" nevinden başlıklar atıyor; Türk askerini bölmeye çalışıyor. Genelkurmay Başkanı tarafından "Lanetliyorum" cümlesine hedef oluyor; ancak kulağı üzerine yatmayı tercih ediyor. Muhalefet yapıyorum diye her şeyi simsiyah ya da bembeyaz kabul ediyor. Okurunun zekasını test ediyor belki de. Ve her gün eriyor. Sevenlerini de küstürüyor. Mazideki efsanenin hâlâ sürdüğünü sanan ve bu gazeteye destek verenleri de hayal kırıklığına uğratıyor. Çünkü inandırıcılığı kalmıyor, güven duyulmuyor gazeteye.
Oysa kaliteli bir sol gazeteye ihtiyaç var bu ülkede. Bugün nasıl iyi bir sol muhalefete ihtiyaç varsa, nitelikli bir sol basına da var; ancak kafayı propagandayla bozmuş Pravda'nın bunu yapacak gücü yok. Tükeniş hırsı gözlerini öyle kör etmiş ki!
Geçen çarşamba Başbakan Erdoğan, yaklaşık 70 basın yöneticisiyle bir araya geldi. Programdaki düzensizlik hem Başbakan'ı üzdü hem de meslektaşlarımızı. Malum gazete eleştiri olsun diye öyle abuk sabuk şeyler yazdı ki! Ortada o kadar fotoğraf ve görüntü varken, üstelik o kadar medya yöneticisi de oradayken yalanın daniskasını yazdı. Mesela onlara göre Başbakan, Fatih Altaylı'yı yanına almıştı; çünkü sevdiklerini yanına alıyordu. Tercüman'dan Hadi Özışık, kimin nerede oturduğunu tek tek yazarak Pravda ile dalgasını geçti. Eminim umurlarında bile değildir; çünkü bu kadar irtifa kaybı -ve tabii ki itibar kaybı- esnasında, hangi yalana tutunacaklarını kimse bilemez...
Şimdi son numaralarından birini oynuyor çok eskilerin Nazist-faşist, daha yakın dönemlerin komünist gazetesi. Üstelik Kemalist görünmeye çalışarak ve "ulusal çıkarlarımız" edebiyatına sığınarak.
Güya yeni bir yazı dizisi hazırlayarak Fethullah Gülen'e saldırmaya yelteniyor. Yazan kim? Yıllardır Gülen'e düşmanlığı ile bilinen; daha ötede hiçbir birikime sahip olmayan bir adam. Sanki "40 yıllık serüven"i ve bu serüven içinde halkın gerçek düşmanlarını bu millet bilmiyor. Sanki psikiyatrik raporlarını çağrıştıran yazıları defalarca tekzip almamış, sanki defalarca manevi tazminat cezalarına çarpılmamış gibi bir yüzsüzlük denemesine giriyor.
Bu seferki hedef tek değil: Başbakan Tayyip Erdoğan'ın resmini Gülen'in yanına koyarak yerel seçim öncesi hesapları yapıyor. Bu arada kurnazlık yapılarak muhafazakar kitlelerin merakı celp edilmeye, böylece tiraj kazanılmaya çalışılıyor. "Yoldaşlar"ın kaht-ı rical yaşaması düşünüldüğünde, bu taktik akıllıca bulunabilir; ancak muhafazakar kitleler de eskisi gibi saflık yapıp, merak edip bu tür yayınları satın almıyor; almaması gerekiyor.
Parçalanmayı geciktirmek için yapılan hamleler ideolojisi tükenmiş gazeteleri kurtaramaz; tam aksine onları daha çabuk yokluğun koynuna atar. Toparlanmak için halkın vicdanına kulak vermek varken, ne lüzum var cami duvarına pislemeye?..
- tarihinde hazırlandı.