Anketli Baskı
Tüketilmeyen ne kaldı ki? Harcanmayan, köküne kibrit suyu dökülmeyen…
Binnaz Toprak ve arkadaşları tarafından yapılan "Türkiye'de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler" konulu araştırma projesini okuduktan sonra vardığım sonuç sadece bu oldu:
Bazı tabular uğruna nasıl da her şey rahatça harcanabiliyor!
Harcayandan kastım Binnaz Hanım değil; aksine o harcananlar kategorisinde…
Anketi ve yapanları bir tarafa, anket üzerinden yapılanları da diğer tarafa koyuyorum. Bu ikisini birbirine asla karıştırmamaya çalışıyorum. Binnaz Hanım yarın çok fevkalade bir çalışma ortaya koyabilir. Bunu yapabilecek evsafa da sahiptir. Ama türü ve zamanı açısından ne kadar iyi niyetle yaklaşılırsa yaklaşılsın bu araştırmanın istismardan kurtulması çok zor. Koparılan fırtına da bunu gösterdi zaten.
Bu zorluğu Binnaz Hanım da kabul ediyor. Giriş kısmında muhtemel itirazları karşılamak üzere yazılmış hazırlık paragraflarını okudukça "E o zaman bu işi niye yaptınız ki?" demekten kendini alamıyor insan... Madem AK Parti hakkında açılan kapatma davasını görünce karşılaşılacak durumlar ürkütücü geldi, neden devam ettiniz? Mahkeme AK Parti'yi kapatmadıysa problemler halloldu mu? Şimdi Ergenekon davası kapsamına alınan Danıştay cinayeti gibi olaylar ve parti kapatmalarla yapılan ötekileştirmenin boyutları yanında Binnaz Hanım da hissetmiş deveyi bırakıp kulağıyla uğraştıklarını!
Ama oldu bir kere…
Demek ki insanlar farklı baskıların altında kalabiliyor. Baskılara karşı çalışmalar yaparken baskı kurabiliyor. Bilimsel çalışmaları baskıcıların ekmeğine yağ sürecek şekilde takdim edebiliyor ya da baskıcılar bilimi amaçları doğrultusunda bir güzel kullanabiliyor.
Ne garip!
Binnaz Hanım'ın çalıştığı kurum bir zamanlar Türkiye standartlarının üstünde bir üniversite olmakla meşhurdu. Tam da "ötekileştirme" projesi çalışılırken "başörtülüleri", yani "muhafazakârları" eğitim gibi en temel haklarından mahrum edenlerin arasına katıldı! Bu arada Binnaz Hanım ve arkadaşları başörtülü kızlarımızı okula sokmayarak "ötekileştirmenin" en kabasını uygulayan bir üniversite adına "muhafazakârlık ekseninde ötekileştirilenleri" araştırmak üzere Anadolu'yu adımlıyormuş.
Zaten araştırmanın giriş kısmını okuyunca bütün bu çarpıklıklardan doğan çekinceler bir bir görülüyor. Ve bu çarpıklıkların boyutları yanında anketten çıkan sonuçlar çok hafif kalıyor. Binnaz Hanım iktidara ışık tutsun, problemler görülsün istemiş. Güzel bir niyet ve inşallah Türkiye bir tek insanın bile baskı görmeden yaşayabildiği bir ülke hâline gelir. Ben bundan umutluyum. Türkiye'nin ileri seviyede demokrasiye ulaşacağına inanıyorum.
Ve bunda en büyük katkının da muhafazakârlardan geleceğine inanıyorum. Zaten Binnaz Hanım bile "Fethullahçılar" bölümünde epeyce bocalamış. Sonra bir cümleyi pat diye söyleyivermiş:
"…Bu özellikleriyle, Fethullah Gülen cemaatinin eğitim alanındaki faaliyetlerinin 21. yüzyılda Türkiye'nin ihtiyacı olan kadın-erkek eşitliğine ve özgür bireylere dayalı bir modelin gelişmesine ters düştüğü söylenebilir."
Bunun tam tersine de o kadar çok şey söylenebilir ki!... Ve söylenebilecek şeyler için ayrı bir araştırmaya da ihtiyaç yok. Binnaz Hanım ve arkadaşlarının ADD gibi Ergenekon üyeliğinden başkanı yargılanan bir derneğin şubelerinden yararlanarak yaptığı çalışmanın verileri bile fazlasıyla yeterli.
Tabii ki bunun için demokrasimizin, bilim insanlarının özgürce yorum yapabileceği seviyeye ulaşması lazım.
Neden mi?
Binnaz Hanım'ın ifadelerine göre Prof. Şerif Mardin'in ürettiği "mahalle baskısı"nı araştırmak üzere yola çıkmışlar. Ama Sayın Mardin'in hangi baskılarla o kavramı ortaya atmak zorunda kaldığını araştırmamışlar. Zaten araştırmaya da gerek yok. Kendi çalışmalarında yer alan verilerle yorumlar arasındaki orantısızlık bunu fazlasıyla gösteriyor.
Mahmut Çetin Bey'in kitabından hareketle söylenecek olursa muhteşem bir aşiret baskısı var. Boğazdaki Aşiret kitabında anlatılan sosyete ve onlar tarafından ana çekirdeğe entegre edilen ikinci dereceden cemaatin imkânlarından mahrum kalma ya da hışmına uğrama korkusu öyle bir baskı oluşturuyor ki, Şerif Mardin gibi dünya çapında ünlenmiş asiller bile aforoz edilebiliyor.
Şimdi "mahalle baskısı" üzerinden koparılan fırtınanın birkaç yıl öncesine gedelim. Fırtınayı kopartan gazetenin 20 Aralık 2004 nüshasına bir göz atalım:
"Dünyaca ünlü Türk bilim adamı Prof. Şerif Mardin, Saidi Nursi çalışması yüzünden Türkiye Bilimler Akademisi üyeliğinin iki kez veto edildiğini söyledi. Mardin, 'Hedef olacağımı düşünmüştüm, ama üniversite çevresinden bunu ummazdım' dedi."
İşte Şerif Mardin Hürriyet Gazetesi'nden Sefa Kaplan Bey'e bunları söylemiş.
Sayın Mardin TÜBA üyeliğine teklif edildiği zaman tıpçı üyeler "O Saidi Nursi hakkında kitap yazdı, orada İslamcıları koruyor' diye karşı çıkmışlar. Birkaç yıl sonra Sosyal bilimci TÜBA üyeleri, 'Dünyaya ayıp oluyor' diye konuyu yeniden gündeme getirmişler. Bu sefer kendilerine kesin bir dille, "Hiç teşebbüs etmeyin, bu iş olmaz" denilmiş.
Mardin bu anlayışa şöyle tepki veriyor: '…bizim memlekette kimin kimi neyle itham edeceğini bilemezsiniz. Benim düşünceme göre, Türkiye'yi anlamak ve algılamak açısından din çok önemli bir sosyolojik olgu. Ama bunu kavramak istemeyenlere izah etmeniz mümkün değil. Benim yaptığım çalışmayı, 'Dincileri koruyan bir tavır sergiliyor' diye eleştirenler oldu. Hâlbuki Saidi Nursi sosyolojik bir çalışmadır. Akademi dünyasında bile bilimsel bir çalışma böyle algılanıyorsa, şaşırmanın gereği yok.'
Şimdi de TÜBA'ya bir göz atalım.
TÜBA 497 nolu kanun hükmünde kararname ile kuruluyor. Tüzel kişilik olarak Başbakanlığa bağlı. Bilimsel, idari ve mali açıdan özerkliğe sahip. Kuruluşun amaçları kararnamede şöyle sıralanıyor:
Tüm bilim alanlarında araştırmaları, bilimci kişiliği ve araştırmacılığı özendirmek;
Bu alanda emeği geçenleri onurlandırmak;
Gençleri bilim ve araştırma alanına yöneltmek;
Türkiye'deki bilimcilerin ve araştırmacıların toplumsal statülerinin yükseltilmesi ve korunmasına çalışmak;
Bilim ve araştırma standartlarının uluslararası düzeye çıkarılmasına yardım etmek.
Bu durumda sosyal bilimcilerin "ayıp oluyor" ikazlarına rağmen 1989 yılında New York Üniversitesi Yayınları arasında çıkan, "Türkiye'de Din ve Toplumsal Değişme, Bediüzzaman Saidi Nursi Olayı" adlı çalışmasından dolayı tıpçı üyeler tarafından Şerif Mardin'e çok görülen "onur" ne anlama geliyor? Uluslararası düzeyde çalışmaların aforozu, bilime mi özendiriyor yoksa resmî ideolojiye bilimden koltuk değneği mi yontuyor?
Binnaz Toprak Hanımefendi'yi anlamak lazım. Kemal Gürüz'ün YÖK'üne bağlı çalıştı. Rektörlerin canlı yayında nasıl azarlandığını gördü, telefonda hüngür hüngür ağlayışlarını dinledi. Nihayetinde o da Sayın Mardin gibi sosyal bilimler alanında yapılmış çalışmalar hakkında nihai kararı tıpçıların verdiği bir akademik ortamda çalışıyor.
Binnaz Hanım'ın lokal çalışmasını geçip, "Türkiye'de ötekileştirme" konulu bütün tarafları kapsayan bir çalışma yapılsa da görsek! Kim hoşgörülüymüş kim tahammülsüzmüş!
Sonra Binnaz Hanım'a sorsak, sizin araştırmanızı esas alarak Radikal Gazetesi'nin attığı "Al sana Anadolu hoşgörüsü" manşetine memnun oldunuz mu? Eminim "Hayır" diyecektir. Ya Şerif Mardin? O "mahalle baskısı" kavramından yola çıkanların açtığı kampanyadan hoşnut kalmış mıdır?
Ve son sorumuzu soralım: Bilim insanlarını, ilmî kavramları ve anketleri alet ederek yapılan kampanyalar ne baskısıdır? Patates baskısı mı?
- tarihinde hazırlandı.